Ürün kalitelerini ve üretim metodolojilerini geliştirmişler, otomasyona yatırım yapmışlar. Tabi bir yönüyle çok şanslılar. Bizimle aynı makine, kalıp, otomasyonu yapsalar dahi yatırım maliyeti bize kıyasla yaklaşık yüzde elli daha ucuz. Ülkenin üretim kapasitesi büyük olduğunda yan sanayileri de çok gelişmiş. Geçmiş yıllara göre siparişlerde çok daha esnekler.
Bu hafta Hong Kong ve Çin’de firma olarak katılımcısı olduğumuz iki fuar vardı. Bu vesileyle önce Hong Kong’u akabinde de Çin’i ziyaret etme imkânı buldum. Çin’de önce fuarı sonrasında da sadece merakımdan kendi sektörümdeki bazı fabrikaların üretimlerini görmek ve yöneticileriyle konuşmak için fabrika ziyaretleri organize ettim.
Öncelikle şunu söylemek isterim, ben Çin uzmanı değilim ama bir sanayici ve ihracatçı olarak gözlemlerimi ve tespitlerimi sizlere aktarmak istiyorum. Çin gibi büyük bir ülkede sadece iki şehirde on bir fabrika gezdim. Buna rağmen Çin’i gerçek anlamda anlamak için daha geniş ve derinlemesine araştırmalar ve çalışmalar yapmak lazım.
Bilmiyorum hatırlar mısınız? Hafızam beni yanıltmıyorsa 1990’lı yılların başında ithal edilen ürünlerin üzerinde yazması gereken “Made in China’’ ibaresi Çin mallarının kalite sorunu, algısı ve ürünlere duyulan güvensizlikten dolayı “Made in PRC’’ olarak değiştirilmişti. Bu o dönemler ülkemiz dahil birçok ülkede uygulanmış. O zamanlardan hatırladığım bu “ufak” hileyle ürünü alan tüketicinin o ürünün Çin malı olduğunu anlamaması hedeflenmekteydi.
Son yıllarda Çin devletinin bu konu üzerine yani ülke markasının algısı üzerine önemli çalışmalar yaptığı malumatını duymuştum. Bugün baktığımda tüketim ürününden yatırım malına, ürettiği mutfak eşyasından elektrikli otomobile hepsinde “Made in China’’ ibaresini gururla yazıyorlar sanki. Neresinden bakarsanız bakın dünyada “Made in China’’ denildiğinde artık o eski kalitesiz ürün algısı yok. Bana sorarsanız Çin bu konuda da ülke markasına yaptığı yatırımla büyük bir gelişme gösterdi.
Benim de merak ettiğim; ülke markasının imajını değiştirebilen, kuşak yol projesini yapan, çok başarılı otomobiller üreten Çin’de neler oluyordu? Batı’ya önceleri ideolojik, akabinde ekonomik, daha sonra teknolojik ve son zamanlarda politik rakip olabilen Çin’in teknoloji, dünyaya bakışı ve ön görüleri neydi?
Biz firma olarak fuarda katılımcı olsak da bir ziyaretçi gibi kendi sektörümle alakalı holleri de gezdim. 15 senedir yılda iki kez düzenlenen bu fuara gelirim. Önceleri İngilizce konuşmakta çok zorlansak da son yıllarda Çinli katılımcılar bu sorunu aşmış gözüküyor. Özellikle gençlerde İngilizce konuşma oranı yükseliyor gibi geldi bana. Bir mağazada iyi bir aksanla İngilizce konuşan bir gence dil eğitimini nerde aldığını sorduğumda hiç yurt dışında öğrenim görmediğini, dil eğitimini Çin’de aldığını söyledi. Yine asansörde karşılaştığım bir aileye Çince selam verdikten sonra muhtemelen ilkokula giden çocukları benimle İngilizce konuştu. Sonuç olarak dünyayla daha fazla entegre olan Çin, kendi eğitim sisteminde yabancı dile önem vermiş.
Çin’i ziyaret edenler bilir; çok değil on yıl önce gittiğiniz her yerde çok sayıda çalışan görürdünüz. Mesela kaldığımız otelin her katta sadece asansörlerin çıkışında iki görevli sizi selamlayarak karşılardı, tek görevleri buydu. Bugün ise otellerde bırakın her katta sizi selamlayan görevlileri lobi gibi geniş alanlarda temizliği bile robotlar yapıyor. Bu seyahatimde gezdiğim fabrikalarda bir tane robotsuz çalışan enjeksiyon makinesi görmedim.
Yine Çin’de yaşlanmış insanlar Çinli gençleri eleştiriyor. Malum tüm dünyada gençler Aristoteles’ten bu yana eleştirilir. Görüştüğüm firma sahipleri iyi eğitim almış çocuklarının kendi fabrikalarında çalışmak yerine büyük şehirlerde çalışmayı tercih ettiklerinden yakındılar. Gençler hakkında diğer bir şikâyetleriyse hafta sonları ve tatillerde çalışmak istememeleri. Yani gençlerin kendilerine zaman ayırmalarını tembellik olarak görüyorlar. Size de tanıdık geldi mi?
Gördükleri diğer bir sorunsa fabrikalarda çalışacak genç personel bulamamaları. Bildiğiniz üzere Çin’de uzun süre ebeveynler sadece bir çocuk sahibi olabiliyordu. Bu yasak nüfusun yaşlanmasına neden olmuş. Kısıtlama geçtiğimiz senelerde kaldırıldı ve hatta bugün devletin ebeveynlerden ikiden fazla çocuk sahibi olmalarını istedikleri söyleniyor. Gençlerinse bırakın çocuk sahibi olmayı, evlenmeyi bile istemedikleri söyleniyor. Yaşadıkları bu durumu çoğu kişi Çin gibi üretimde ve ihracatta her geçen gün büyüyen bir ülke için tehdit olarak görüyor. Yine fabrika sahipleri ve yöneticileri gençlerin fabrikada çalışmak yerine Tik-Tok vb. sosyal medya mecralarında e-ticaret yaptıklarını söylüyorlar.
Dikkatimi çeken diğer bir konu da eskiye göre kurallara daha çok uyduklarıydı. Mesela taksiye bindiğinizde emniyet kemerinizi takmazsanız yolculuğa başlamıyor. Yine önceleri kapalı alanlarda sigara içilebilirken şu anda otel lobilerinde, birçok restoranda, kapalı alanlarda sigara içirmiyorlar. Tüm sokaklar, caddeler kameralarla donatılmış, her hareketinizin izlendiğini söylüyorlar. İşin garibi konuştuğum insanlar da bundan şikâyetçi değil, güvenlik açısından bunun olması gerektiğini düşünüyorlar.
Çinliler hala facebook, Instegram, X, Google, WhatsApp gibi sosyal medya ya da haberleşme mecralarını kullanamıyorlar. Tahayyül etmekte zorlanıyor insan. Sadece Çin’de değil dünyanın her yerinde, her türlü iktidar sahipleri sosyal medyanın gücünden çekiniyorlar. Zaman zaman da manipülatif haberleri bahane ederek sosyal medyanın kapanması gerektiğini alttan alta söylüyorlar. İnsan düşünmeden edemiyor; bu kakofoni mi yoksa tek elden servis edilen haberler mi? Bana öyle geliyor ki; tüm insanlık bu “kakofoniye’’ sahip çıkmalı, insan buraya geldiğinde daha iyi anlıyor.
Çok değil on-on beş sene önce fabrikalarında yatakhaneler olan, çalıştırdıkları işçileri fabrikalarında yatıran, temizlik konusunda problemleri olan firmalar bugün çok farklı. Gezdiğim hiçbir işletmede çalışanlar artık fabrikada kalmıyor. Üretim alanlarından tuvaletlerine çok temizler. Fuarlarda 9 metre karelik küçük stantlarda gördüğümüz firmaların showroom’larını gördüğünüzde etkilenmemek mümkün değil.
Ürün kalitelerini ve üretim metodolojilerini geliştirmişler, otomasyona yatırım yapmışlar. Tabi bir yönüyle çok şanslılar. Bizimle aynı makine, kalıp, otomasyonu yapsalar dahi yatırım maliyeti bize kıyasla yaklaşık yüzde elli daha ucuz. Ülkenin üretim kapasitesi büyük olduğunda yan sanayileri de çok gelişmiş. Geçmiş yıllara göre siparişlerde çok daha esnekler. Bunun yanında müşterilerine her türlü kalitede ürün sunabiliyorlar.
Bu kısmı kendi sektörüm için söylüyorum; önceleri biz Çinli firmaları yüksek adetli ürünlerde agresif fakat düşük adetli ürünlerde müşteriye cevap veremez diye düşünürdük. Yaptığım gezide Çinli firmaların da müşterilerine düşük adette ve hatta özel markalı ürünler tedarik ettiğini gördüm. Şu an yapmadıkları tek şey hazır stok bulundurmamaları yani stoksuz çalışmaları. Fakat söylediğim gibi minimum sipariş adetlerini o kadar düşürmüşler ki bu özellikleri bile dezavantaj değil avantaja dönmüş durumda.
Pandemi sonrası iki ziyaretimde de dikkatimi çeken diğer bir konu da ülkede kullanımı önemli ölçüde artan elektrikli araçlar. Kesin bir sayı veremesem de büyük oranda kendi üretimleri olan elektrikli araçları kullanıyorlar. Bunu yollardaki araç gürültüsündeki azalmadan ve havanın temizliğinden de anlayabiliyorsunuz. Şehir merkezlerinde trafik yoğunluğundan araç gürültüsü ve hava kirliliği çok olurdu. Şimdiyse söylediğim gibi durum çok farklı.
Tayvan gerilimi konusunda da farklı düşünceler var. Bu konu hakkında konuşmaya istekli olmasalar da kimi Tayvan’la bir savaşın olmayacağını söylerken, bazıları bu konuda daha kötümser. Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in Mao’dan sonraki en güçlü lider olduğunu ve Tayvan konusunda atacağı adımla tarihe adını yazdırmak istediğini söylüyorlar. Bu konuda özellikle Batılı ithalatçılar da tedirgin. Olası Çin-Tayvan savaşına karşı tedarik zincirinde alternatif arayışlarının olduğunu söylüyorlar.
Yabancı yatırımcılar (Batılılar) Çinlilere üretimi öğretmişler ve muhtemelen ülkenin insan kaynağının gelişimine de katkıda bulunmuşlar. Güçlü üretimleriyle dünyayla temas kuran Çinliler de gerek sosyal gerekse kültürel olarak gelişmişler. Batı’nın modernleşme sürecini Hegel’in Aufhebung (içererek aşmak), Tanpınar’ınsa “değişirken devam edebilip, devam ederken değişebilmek’’ olarak ifade eder. Benim görebildiğim kadarıyla Çin de dünyaya adapte olurken yani değişirken özlerini, kültürlerini koruyarak bunu yapabilmiş.
Çin köklü bir devlet anlayışına sahip. Bence uzun vadeli planlarını sabırla uyguluyorlar. Gündelik gelişmeler onları bu planlarından alıkoyamıyor. Bakın tüm karşı çabalara rağmen kuşak yol projesi “koridor savaşlarında’’ en iyi giden proje. Orta Doğu’da Sudi Arabistan, Suriye, İran, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkelerle her geçen gün iş birliğini artırıyor. Çin, son yıllarda Orta Doğu’da jeopolitik ve jeoekonomik adımlarını sıklaştırıyor. Bu zamana kadar ABD'nin ve Rusya'nın etkili olduğu Ortadoğu diplomasisinde her geçen gün ağırlığını hissettiriyor. Birçok Avrupa ülkesinin Çin ile ticaret ilişkilerini, “riskten arındırma’’ politikasını konuştuğu bir zamanda Sırbistan’la serbest ticaret anlaşması imzaladı. Afrika Kıtası’nda yürüttükleri başarılı politik ve ekonomi politikalarına geçen haftalarda değinmiştim. Kısacası Çin devleti benim baktığım pencereden gerek makro ekonomik gerekse makro politik alanda akılcı adımlar atıyor.
Ez cümle; Çinliler bir yandan gerek bireysel gerek toplumsal gelişimini hızla sürdürerek dünyayla iletişimini güçlendirirken, diğer yandan dünyada yaşanan tüm olumsuzlara ve bazı “yaptırımlara’’ rağmen üretimde ve ihracatta yol almaya devam ediyor. Çin devlet olarak yürüttüğü makroekonomik ve makro politik politikalarla dünyayı domine etmeye devam ediyor.
Beni bu seyahatte en çok düşündüren konu üretim kabiliyeti açısında Çin ile aramızdaki farkın önemli ölçüde açılmasıydı. Çin her zaman ölçek ekonomisinde önümüzdeydi. Benim hissettiğim şeyse bu mesafenin açıldığıydı. Evet rasyonel olarak düşündüğümüzde, biz hiçbir zaman Çin’e rakip olamayız fakat mesafenin açılmasını önleyebiliriz. Bu konuda devletimize, sivil toplum örgütlerine ve iş dünyasına önemli görevler düşüyor. Siyasetin demiyorum en azından günlük siyasetin domine ettiği zihin yapısından kurtulup, önce dünyayı ve gelişmeleri idrak edip hep birlikte daha aydınlık yarınları inşa etmeliyiz.
Uzak Doğu’da, biraz da gıpta ile baktığımız Japonya, G. Kore ve Çin’in arkasında uzun vadeli stratejileri görüyoruz. Tabi ki bu başarıda tarihsel süreçlerinden kültürel gelişmelerine geniş bir ekosistem de var. Ama uzun vadeli düşünebilmek ayrı bir yetenek. Maraton koşmak gibi. Bir özeleştiri yapacak olursak bizdeyse eğitimden ekonomiye devamlı değişen stratejilerimiz var. Halbuki uygulanan stratejilerin sonuçlarını görmek bile yıllar alır.
Şöyle kuş bakışı bakarsak; bizim ihracat stratejisi konusunda temel olarak yapmaya çalıştığımız şey hacimsel büyüklükle sınırlı kalan 5 yıllık ihracat hedefleri. Hangi sektörlerde nasıl büyüyeceğiz, uzak/yakın pazarlardaki stratejimiz ne olacak, markalaşma konusunda stratejimiz ne, birim ihracat değerimizi arttırmak mı düşürmek mi hedefindeyiz bunları konuşmuyoruz.
Ticaret Bakanlığı’nın koordinasyonda İstanbul Ticaret Odası’nın organizasyonuyla milli katılımla iştirak ettiğimiz Canton fuarı organizasyon olarak başarılı şekilde tamamlandı. İstanbul Ticaret Odası’na ve emeği geçenlere bir kez daha teşekkür etmek isterim.
Aynı şekilde Canton fuarının hemen öncesinde İDDMİB ve EVSİD iş birliğiyle düzenlenen Hong Kong Mega Show fuarındaki emekleri için İDDMİB ve EVSİD yönetimlerine ve emeği geçen çalışanlarına teşekkür ederim.
Her iki fuarda da vatandaşı olmaktan gurur duyduğumuz ülke markamız “Made in Türkiye’’ logosu ve bizim için kutsal sayılan bayrağımızla Türk stantları gerçekten göz kamaştırdı. Konu hassas olduğu için bir kez daha söylemekte yarar var; ülkemizle ve bayrağımızla gurur duyuyoruz. Fakat firmalarımızın markası o kadar küçük, ülke logosu o kadar büyüktü ki yabancı ziyaretçilerin firmalarımızı tanıması gerçekten imkânsız. Asıl önemli olan ise, birçok Çinli firmanın markalarını öne çıkarmak için önemli çalışmalar yaptığı fuarlarda, bizim de firmalarımızın markalarını daha da öne çıkaracak çalışmalar yürütmemiz lazım. Milli katılım stant tasarımlarının bu konuyu düşünerek tekrar masaya yatırmasının zamanı geldi, geçiyor bile.