Üstüme vazife olmayan eğitimini almadığım ekonomik konularda ahkâm kesmeyi sevmediğimi defalarca yazdım. Haklı olarak “O halde neden ekonomik kalkınma modelleri üzerine yazıyorsun?” diye soruyorsunuz dur. Sormayın makro düzen ve düzensizlik eninde sonunda işletmeleri dolayısıyla işletmecileri etkiliyor da ondan. Aslında Türkiye’nin ve Türklerin ne yapacağı hiç bir zaman açıkça anlatılmaz. Onun yerine çoğu ortaya somut bir şey koymayan içi sloganlarla doldurulmuş nutuklar atılır. Bu sloganlardan hareketle neyin ne olacağı konularında tahmine dayalı yorumlar yapılır, yazılar yazılır. Uzmanlar uzmanlık yaparlar. Şimdi Türkiye’de bir Çin modeli, üretim temelli ihracat, ülkeyi yabancı sermayeye cazip kılarak yatırımları teşvik gibi sloganlar bazen beraber bazen de ayrı ayrı dile getiriliyor ya ortalarda yorum ve değerlendirme yazıları konuşmaları uçuşuyor. Ne yapılacak? Eskiden yapılanlardan ne farkı var? Nasıl yapılacak? Kim yapacak? Ne zaman yapılacak? Yapılması için gerekecek kaynaklar var mı? Yoksa nereden bulunacak? Yapılacak olan şeylerin toplumun çeşitli kesimlerine olacak olan etkisi neler olacak? Olumsuz etkilere karşı ne gibi önlemler düşünülüyor? Bunlara cevaplar verilmeden ülkenin ekonomik sıkıntılarından kurtulması için yapılması gereken şeyler konusunda strateji, plan, program ve kaynak bütçelerini açıklamak yerine ne anlama geldiği belirsiz sloganlar kullanılmasının kimseye pek bir faydası olmayacaktır. Nitekim bu çeşit bir açıklık ortada olmadığı için eli kalem tutan herkes ‘üretime dayalı ihracat’ veya ‘Çin modeli’ gibi sloganlardan ne anladığına bağlı olarak açıklamalar yazıyor, fikir yürütüyor. Bu tür şeyler bana hep 1950’li yıllarda Türkiye’de Hoş Memo başlığı altında yayınlanan (Amerikalı çizer All Capp’ın Li’l Abner çizgi romanı) çizgi dizisindeki ‘şumuları’ hatırlatır. Şumular (shmoos) Al Capp’ın 1948 yılında yarattığı hayali yaratıklardır. Geometrik hızla ürerler, hiçbir şey tüketmezler ve insanların ihtiyacı olabilecek her şeyi sağlayabilirler. Süt (şişelenmiş) vermenin ve yumurtlamanın (paketlenmiş) yanı sıra kavurma yapılırsa domuz, kızartılınca tavuk ve ızgara yapılırsa bonfile tadını alırlar. Bizdeki bazı tartışmalar da böyle. Ne niyetine okursanız o anlama geliyor. Ben de sizlerle bazı düşüncelerimi paylaşmak istedim. Çıkarımlarım okuduklarımdan anladıklarımla kısıtlı. Yani düşüncelerimin olan bitenlerle ve olacaklarla bir ilgisi olmayabilir. Şimdiden özür dilerim. İşletmelerden sorumlu yöneticiler bu konularda benim gibi şaka yapacak durumda değillerdir. En azından yakın gelecekte neler olacağını tahmin ve ona göre önlemler almak zorunda olduklarından çevrede olup bitenlere şumu muamelesi yapamazlar. Genellikle ülkede olup bitenler konusunda sesi çok yüksek çıkmayan TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği) Sn. Cumhurbaşkanı’nı çok öfkelendiren bir açıklamayla hükümete "Genel kabul görmüş iktisat bilimi kurallarına hızla dönülmeli" çağrısını yaparken yeni ekonomi politikası ile "amaçlanan sonuçlara erişilemeyeceği anlaşılmıştır" değerlendirmesi de yapmış. Onlar ‘yeni ekonomik politikalarının uygulanması konusunu’ bildikleri için herhalde böyle diyorlarsa benden daha iyi durumdalar. Ben sadece bazen ekonomik kurtuluş savaşı da denilen üretime dayalı ihracatla kalkınmada örnek alınacağı söylenen şu Çin’in ucuz işçi ve kredi bolluğu ile kalkındığı konusuna kısaca değinip geçeceğim. Geçen hafta bu ‘düşüncenin’ temel değişkenlerini sıralamıştım.
Bunlar:
1) Ücretler,
2) Vasıflı işçi bulunabilmesinin kolaylığı;
3) Düşük kurumsal vergiler ve harçlar;
4) Nakliyat kolaylığı ve altyapının mevcudiyeti;
5) Ev sahibi ekonominin büyüklüğü ve büyüme potansiyeli;
6) Siyasi istikrar ve hukukun üstünlüğü altında mülkiyet haklarına saygı,
7) Ev sahibi ülkenin emtia ve hammadde arzının zenginliği,
8) Zayıf döviz kuru;
9) Yatırımcı işletmenin dış ölçek ekonomisinden yararlanma yani işi ile ilgili diğer firmalardan yararlanma olasılığı;
10) Büyük pazarlara erişim kolaylığı,
olarak sıralanıyordu. Bu faktörleri birbirlerinden ayrı ve izole bir şekilde düşünürsek Çin’i Çin yapan yapılaşmayı gözden kaçırırız. Çin bugünkü durumuna sırf ucuz işçisi veya bir başka faktör sayesinde gelmediği gibi birçok alanda ithal ikamesi politikaları da izlemeye devam etti. Unutmayın bu satırların yazarı ilk uluslararası eğitimini 1989 yılında Çinli öğretim üyelerine bilgisayarı açıp kapama ve DOS işletim sistemi (Windows 1985 yılında çıktı) üzerine ithal edilen bilgisayarlarda vermişti. Nereden nereye. Çin sıraladığım on faktörün hemen hepsinde neredeyse eş zamanlı bir başarı sağladığı için cazibe merkezi oldu.(1) Türkiye’nin ekonomik politika tasarımında yetkili kişi ve kurumlarının ülkenin zenginleşmesi için bu on faktör konusunda ‘kalıcı’ uygulamalar getirecekse bu listeden hareketle uygulama programına bir bakmak gerekecek. Halen bu ‘yeni’ yaklaşımın detayları belli olmadığına göre ve de beklemenin sakıncaları olduğundan en iyisi, hiç bir model sıfır kilometre olmayacağına göre, belki eski modellerden faydalanabiliriz… Türkiye’nin ihracata dayalı, ihracat yoluyla ne derseniz deyin kalkınması pek de yeni bir şey değil. “Türkiye Cumhuriyetin kuruluşundan 1980 yılına kadar dış ticaret hacminin artırılması için pek çok kez girişimlerde bulunmuş bu çerçevede yasal düzenlemeler ve uluslararası kuruluşlarla anlaşmalar yapılmıştır. 1980 yılındaki 24 Ocak Kararları’yla birlikte ise dışa açılma gayretleri daha ileri boyutlara taşınmış ihracata dayalı bir ekonomik büyüme modeli benimsenirken devalüasyon yapılmış, dış ticaret liberalleşerek yabancı sermayeye yatırım kolaylıkları sağlanmıştı. Ancak her ne kadar olumlu gelişmeler kaydedilse de dış ticaret açıklarımız devam etmişti. Bu durumun oluşmasındaki en büyük pay enerji ithalatı ve imalat sanayindeki orta yüksek teknoloji ile yüksek teknoloji ürünleri ithalatıdır.” 2 Yani bu dış ticaret ve yabancı sermaye ile kalkınma 1980’lerde de önerilmişti. Hatırlamıyorsanız veya “O zamanlar bu zamanlara benzemez. Daha yeni bir şeyler olmalı” diyorsanız sizlere Yüksek Planlama Kurulu (YPK) tarafından onaylanıp 13 Haziran 2012 tarihli ve 28322 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 2023 Türkiye İhracat Stratejisi ve Eylem Planını okumanızı öneririm. Bu doküman ekonomi bakanlığının koordinasyonunda, Ekonomi Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) işbirliği ile hazırlanmıştı. Dokümanda 2023 yılı için vizyonu, Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümü olan 2023 yılında 500 milyar dolarlık ihracatla ülkenin dünya ihracatından aldığı payın %1,5’e yükseltilmesi ve Türkiye’nin dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında yer alması hedeflemekteydi (şu anda sanıyorum 22. sıradayız). Bunu yapmak için de dokuz eylem alanı için belirlenen 19 stratejik hedef, bu hedeflere ulaşmak için benimsenen performans göstergeleri ile 72 adet eylemden oluşan kapsamlı bir yol haritasını hazırlanmıştı. Plan bilimsel ve teknolojik dönüşümünü tamamlamış, ulaşım ve lojistik altyapısı güçlü, katma değeri yüksek ve ileri teknolojili ürünler ihraç eden, rekabet gücü yüksek, sürdürülebilir ihracat artışını gerçekleştiren bir Türkiye’ye ulaşılmasını öngörmekteydi. O zamanın ekonomi bakanı Zafer Çağlayan ve TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi tarafından tanıtılan plan işletmecilerin işletmelerini hazırlayabilmeleri için bilmeleri gerekenleri içeren 80 sayfaya yakın bir rapordu. Bu 2012 tarihli planın ne kadarı uygulandı? Uygulanıp ne elde edildi? Yoksa bırakılıp 2022 yılında yeni bir plana mı dönülecek? Bilmiyorum. Bildiğim o zamanlar bu modele Çin modeli veya başka bir isim yakıştırması yapılmamıştı.
Sağlıcakla kalın
(1) Türkiye Çin olabilir mi?, Servet YILDIRIM, Ekonominin Halleri, DÜNYA Gazetesi, 14-12-2021
(2) Cumhuriyetten Günümüze Ekonomi Politikaları Bağlamında Türk Dış Ticaretinin Gelişimi; Ü. ÖZDEMİR, G. Kantürk YİĞİT, M. ORAL; dergipark.org.tr/article-file/224169