Çin modeli değil 12 Eylül modeli  

Osman ULAGAY DÜNYA GÖZÜ

Bugün gelinen noktada Türk lirasının paranın dört temel işlevini yapamaz hale düşmesine yol açan süreç Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2018 yılının Mayıs ayında, kendinden menkul faiz teorisini Londra’da uluslararası finans çevrelerine anlatmasıyla başladı. Türkiye’nin tek hakimi konumundaki Erdoğan’ın dinleyenleri şaşırtan açıklaması, Türkiye’nin uluslararası finans çevrelerinden para bulmasını daha da zorlaştıran bir adım oldu. Türkiye’nin risk primi tırmandı ve Türk lirasındaki değer kaybı hızlandı. Bu politikada ısrar edilince de döviz rezervlerimiz erimeye başladı. 2017 yılından itibaren izlenen, gerekli reformları yapmadan, gerekli dış kaynağı çekemeden, bol keseden ucuz kredi pompalayarak ekonomiyi hızlı büyütme çabası sonunda bizi bugünlere getirdi.

Son şansı nasıl kaçırdık?

Bu süreçte önemli rol oynayan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, kendi ifadesiyle “at izinin it izine karıştığı” ortamda,   Instagram’da herkesi şaşırtan bir mesaj yayınlayarak görevini bırakmak zorunda kaldığını açıklayınca ekonominin yönetiminde bir kadro değişikliğine gidilmesi çıkmazdan kurtulma umudunu doğurdu. Merkez Bankası (TCMB) Başkanlığına getirilen Naci Ağbal’ın aklın yolunu seçerek enflasyonla mücadeleye öncelik vereceğini ifade etmesi de bu umutları artırdı.

Uluslararası piyasalar da bu kadro değişikliğine çok olumlu tepki verdi  ama ne yazık ki uzun sürmedi bu dönem. Saray’dan  gelen emir bu umutları söndürdü, TCMB’nin başına yeni bir emir kulu atandı ve inanca dayalı faiz düşürme politikasına geri dönüldü. Sayın Erdoğan’ın TCMB’yi faiz indirmeye zorlayan inadı Türk lirasını yerle bir edince de bu fiyaskoyu “yeni bir model denemesi” olarak halka yutturma operasyonu başlatıldı. Paramız pul olunca ihracat patlayacak, cari açığımız kapanacak ve dövizimiz bollaşacaktı. Bu dahice buluş birkaç gün sonra “Çin modeli” olarak anılmaya başlandı.

Kaosa yol açan model denemesi

Çilekeş halkımıza reva görülen bu model denemesinin nelere yol açacağını yaşayarak göreceğiz. Dünyada alay konusu olan faiz düşürme politikası nedeniyle savunmasız kalan Türk lirası uçurumdan aşağı yuvarlanınca şimdi bu fiyaskoyu model diye yutturmaya çalışıyorlar ve ancak kendileri kadar bilgisiz olanları kandırabiliyorlar. Ben iktisatçı geçinip de bu modeli ciddiye alanları eğlenerek izliyorum. İş dünyasında da bu komediye isyan edenler giderek çoğalıyor ama iktidara yaranarak iş bitirenler hala bu uydurmasyon Çin modelinden medet umuyor galiba.

Türk lirası paranın işlevlerini yapamaz hale gelince parası  pula dönen insanlarımızı kobay olarak kullanan bu denemenin yarattığı kaosu herkes her an yaşıyor şu anda. Kimisi elinde kalan son parayı da dolara ya da mala yatırarak yangından mal kaçırmaya çalışırken işyeri sahipleri de hangi malı hangi fiyattan satacaklarını, ithal girdileri nasıl temin edeceklerini kestirmeye çalışıyorlar.

‘Çin modeli’ 12 Eylül’de uygulandı  

Türkiye’de şimdi denenmeye çalışılan çakma Çin modeli 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında uygulandı aslında. Askeri yönetim işçi sendikalarını devre dışı bırakmıştı. Türkiye o dönemde henüz dalgalı kur rejimine geçmediği için 1980’de yapılan büyük devalüasyon reel ücretleri zaten aşağı çekmiş ve ihracat atılımı için gerekli ortamı hazırlamıştı.

Askerlerin Turgut Özal’ı ekonominin yönetimine getirdiği o dönemde  Türkiye’de ilk kez bir ihracat seferberliği yaşandı ve ciddi bir ihracat artışı gerçekleşti. 1980’e girerken tıkanan ekonominin 12 Eylül döneminde bir miktar canlanması Özal’ın adını öne çıkardı. Askeri yönetimin 1982’de görevden aldığı Özal da bu fırsatı iyi değerlendirerek Anavatan Partisi’ni(ANAP) kurdu. ANAP, 6 Kasım 1983’de yapılan genel seçimden beklenmedik şekilde 1.parti olarak çıkınca da Türkiye’de Özal dönemi başlamış oldu. 

İhracat patlamış ama enflasyon düşmemişti

Turgut Özal’ın seçimi kazanmasında “orta direk” diye tanımladığı geniş toplum kesimine refah artışı vadetmesinin rolü büyük olmuştu. Özal, 1970’lerden beri Türkiye’nin başına bela olan yüksek enflasyonu mutlaka yeneceğini söylüyor ve halkın hayat standardını yükselteceğini iddia ediyordu.

Anavatan Partisi iktidarında ihracat artışı sürdü ve ekonominin tabanı genişledi ama Özal ortadireğe verdiği sözü tutamadı, enflasyonu düşürmeyi başaramadı. Düşük gelirli kesimden yüksek gelirli kesime muazzam bir gelir transferi oldu 1980-86 döneminde. 1987’de yayınlanan “Özal ekonomisinde paramız pul olurken kim kazandı, kim kaybetti?” başlıklı kitabımda güvenilir verilere dayanarak ortaya koymuştum bu gerçeği.

Rahmetli Turgut Özal şimdi başımızdakiler gibi kendini dev aynasında gören, yalnızca çevresini kuşatan dalkavukları dinleyen ve kendisini eleştirenleri aşağılayan bir siyasetçi değildi. Sözünü ettiğim kitap yayınlanınca beni telefonla arayarak bazı açıklamalar yapmış, enflasyonu yenmek için ekonomide yapısal reformlara gerek olduğunu kabul ettiğini söylemişti bana.

Çakma Çin modeli

Şimdi çakma Çin modelini yeni keşif gibi sunanlar bu gerçekleri önemsemezler, öğrenmek de istemezler. Zaten faizi bir inanç konusu olarak algılayan ve itiraz kabul etmeyen birinin ihtiyacı da yok bütün bunlara. İzlenen yanlış politikalar nedeniyle ekonomi derin bir çıkmaza sürüklenince çakma bir çözüm formülü icad edip “Çin modelini deniyoruz”, dersin olur biter. Gerçek olan ise, her taşın altında bir “darbeci” arayan mevcut iktidarın, 12 Eylül askeri yönetiminin uyguladığı politikayı Çin modeli diye yutturmak istemesi. 

Çin 1980’lere girerken kapitalizmin bazı temel ilkelerini benimseyerek özel ellerde sermaye birikiminin yolunu açınca 20 yıl içinde tarihin en çarpıcı ekonomik dönüşümlerinden birini gerçekleştirdi. Batı dünyası da bu atılıma sermaye, teknoloji ve know how desteğiyle büyük katkıda bulundu. Çin ekonomisnin son 20 yılda 77 kat büyüyerek ABD ekonomisine rakip hale gelmesinde, Çin’in Batı’nın bilgi ve deneyim birikiminden azami ölçüde yararlanmasının, bilim ve teknolojiye öncelik vermesinin de büyük payı var.

‘Çin modeli’ denince önce bu özellikler geliyor akla. Şimdi Türkiye’yi yöneten anlayışın Çin’in bu yaklaşımından ne kadar uzak olduğunu, Batı düşmanlığını körükleyerek kendi çapsızlığını dış düşmanlar edebiyatıyla örtmeye çalıştığını ise cümle alem biliyor.

Bu komedinin nereye varacağını ben de merak ediyorum açıkçası.

Tüm yazılarını göster