Çimen Türküsü: İmzalı ilk kitap tanıtım yazım

İmzalı ilk kitap tanıtım yazımı 1983 yılının 22 Nisan’ında şimdi çıkmayan Yazko-Somut’ta yazmışım. Üzerinden 40 yıl geçti, yüzlerce yazı yazdım, ama orada anlatmaya çalıştığım Truman Capote imzalı Çimen Türküsü’nün yeri bende hep farklı kaldı. Çimen Türküsü, bir tutunamayanlar romanıydı… İlk baskısı 1954 yılında Varlık Yayınları’ndan Filiz Karabey Ofluoğlu’nun çevirisiyle çıkmıştı. Daha sonra Can Yayınları’nda basılmıştı (1983). 2010’dan bu yana yine aynı çeviriyle Sel Yayıncılık kitapları arasında…

Kitabı okur okumaz bir Truman Capote hayranı olmuş, bütün kitaplarını (meselâ Soğukkanlılıkla), kitaplarından çekilen filmleri izlemiş (meselâ Tiffany’de Kahvaltı), hayat hikâyesini (meselâ Capote filmi) satır satır öğrenmiş, onunla ilgili her şeyi su gibi içmiştim. Capote, senaryosunu Neil Simon’ın yazdığı 1976 tarihli Robert Moore filmi "Murder by Death"te (22 Numarada Cinayet) başrollerden birini oynamış ve filmdeki rolüyle Altın Küre Ödülü’ne aday gösterilmişti.

Çimen Türküsü, henüz ikinci eseriydi “imaj sanatı”nı başarıyla kullanan ustanın. Ama, düş dünyası ile gerçek dünyanın ikilemini harika bir biçimde sözcüklere dökebiliyordu. 1951 yılında roman olarak kaleme almış, hemen bir sene sonrasında da tiyatroya dönüştürmüştü.

Çimen Türküsü, 11 yaşındaki Collin Fenwick’in (kendisi), annesinin ölümü üzerine babası tarafından iki yaşlı kuzininin yanına götürülmesi ile başlıyordu. Bu gösterişli eve adım attığı ilk günden itibaren Collin’in hayatındaki yeni ve unutulmaz dönemi birlikte yaşıyorduk.

Capote, Çimen Türküsü’nde de bütün kitaplarında olduğu gibi “küçük insanlar”ın ince duygularını dile getiriyordu. Dünya ve insanlar karmaşıktı, ama Capote’nin insanları her şeyi olanca basitliği ve içtenliği ile algılıyor, kavrıyorlardı.

Yapıttaki Dolly Talbo ve Catherine Creek de böyleydi. Dolly’nin kardeşi Verena Talbo ise, yalnızlığı, sevgisizliği simgeliyordu. Kendiliğinden böyle olmuştu. Ancak içten içe, ince bir sızı vardı yüreğinde “sanki karanlıkta ayağı kayıp düşmüş gibi, içten, boğuk bir hıçkırık duyulur”du odasından.

Artık “küçük insanlar”ın gösterişli olmayan sıcak dünyaları yaşanacaktı. Teker teker onları tanımaya başlayacaktık. Hiç evlenmemiş üç kadın:

Dolly Talbo, dümdüz, ayak bileklerine kadar uzanan genç kız elbiseleri giyiyordu. Odasında tüm eşyaları – sayıları pek azdı – ve duvarlar tozpembeye boyalıydı. Yaşamının en önemi ve en güzel şeylerinin başında ise ormandan topladığı otlarla yaptığı ilaçlar geliyordu. Bunları uzak şehirlerde oturan hastalara göndermekte ve onlarla mektuplaşmaktaydı. Küstüm çiçeği gibi içine kapanıktı.

Catherine Creek, Dolly’nin biricik dostuydu. Tabloların evinin bahçesinin arkasında çinko damlı gümüş boyalı bir evde oturmaktaydı. Kendisinin Kızılderili olduğunu iddia ediyordu, ama katran gibi kapkaraydı! Dişlerinin çoğu dökülmüştü, bu yüzden de ağzının içine, avurtlarına pamuk doldurarak geziyordu.

Verena Talbo, bütün evi çekip çeviren, sürekli hesap kitapla uğraşan, çok kişi ile iyi olduğu halde tek bir yakın dostu bulunmayan, sanki sevmeyi unutmuş bir kadındı.

Çimen Türküsü’nün diğer kişileri de (Yargıç Riley vd.) saflığın ve sıcak ilişkilerin arasından geçiyorlardı. Kimileri büyük bir pay alıyor, kimileri ise pek anlayamadan öylesine olduğu gibi kabul ediyorlardı her şeyi. Ancak, her türlü ikilem sonlara doğru çözümleniyordu.

Aslında hayat sürüp gitmekteydi. Hayat, öykünün ta kendisiydi.

Capote’nin kişileri kendi iç dünyalarını özgürce yaşamaya çalışıyorlardı. Yaşamayı bilmeyenler ise kısa sürede bunu öğreniyorlardı. Tıpkı kitabın sonlarına doğru Verena’nın yaşadığı gibi…

Aslında Capote’nin insanlarının iç içe yaşamlarında hiçbirinin kendilerine ait bir yerleri yoktu. Belki de tüm yaşamları o yeri aramakla geçmekteydi. Ama güzel bir manzara, güzel bir yemek tüm tasaları uzaklaştırmaya yetiyordu “önemli olan söylenirken duyulan güven, dinlenirken duyulan anlayıştı.”

Yani, yaşam aslında bir çimen türküsüydü…

Tüm yazılarını göster