Pazartesi sabahı saat 05.00’te yine yollardayım. Bu kez konuşmacı değil, dinleyici olarak İzmir’den İstanbul’a gidiyorum.
Türkiye’nin değişik bölgelerinden yola çıkan çiftçi kadınlarla,Türkiye İş Bankası’nın İstanbul’daki merkezinde düzenlenen Dünya Kadın Çiftçiler Günü özel etkinliğine katıldık.
Sunuculuğunu Merve Ekinci’nin yaptığı “Kadının Gücü: Geleceğin Tarımı” etkinliğinin açılışında konuşan Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran, tarıma, girişimciliğe, bilime, teknolojiye, toplumsal cinsiyet eşitliğine, kadının güçlendirilmesi prensiplerine, çevreye ve insana büyük önem verdiklerini belirterek, Bankanın ilk günden bu yana kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ortaya koyduğu vizyon ve değerlerden aldığı ilhamla ülke ekonomisinin kalkınmasına ve parçası olduğu toplumun gelişimine katkıda bulunmak için çalıştığını söyledi.
Atatürk’ün 1922 yılında yaptığı, Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi olarak köylülere işaret ettiği; köylünün çalışmasının semeresini kendi yararına en yüksek düzeye çıkarmayı ekonomi politikanın ana prensibi olarak tanımladığı meclis açılış konuşmasına gönderme yapan Aran, “Bugün yine çiftçilikle, tarımla ilgili bir konuşma yapılsa bundan çok öteye gittiğimizi, çok mesafe kat ettiğimizi söylemek güç olur. O gün ifade edilen sorunlar bugün de kısmen de olsa geçerliliğini korumaktadır” dedi.
İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı İzlem Erdem ise, tarımın milli gelirden aldığı pay yüzde 5,8 iken, çalışan nüfus içindeki payının yüzde 16 seviyesinde olmasının tarımda gelirin sürdürülebilirliği konusundaki sorunlara işaret ettiğini söyledi. Erdem, burada öne çıkan iki temel konunun verimlilik artışı sağlayacak teknoloji kullanımı ve tarımın gizli gücü kadınlar olduğunu söyledi.
Erdem, “Atatürk yıllar önce ‘Şuna inanmak lazım ki dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir’ demişti. Tarım alanında yeni bir hikâye yaratacaksak bunu tarımın gizli gücü olan kadınlarla yapacağız. Tarım, kadın emeğinin en yoğun olduğu ama kadının en görünmez olduğu sektör. Daha iyi bir gelecek inşa etmek için ilk yapılması gerekenlerden biri bu görünmez gücü görünür hale getirmek. Bu sadece kadının sosyo-ekonomik iyileşmesi anlamında değil, Türkiye’nin tarım sektöründe verim sorununu aşması anlamında da çok önemli” diye konuştu.
Eski Tarım ve Orman Bakan Yardımcısı Ayşe Ayşin Işıkgece ve Merve Ekinci’nin yönettiği iki ayrı panelde çiftçi kadınların ilham veren hikâyelerini dinledik. Kadınların kendi anlatımları ile hikâyeleri özetle şöyle:
“Ben işe mahrumiyetten başladım. Uzun yıllar eşimin yanında bakkalda çalıştım. Çocuklarımı daha iyi şartlarda okutmak için bir arayışa girdim. Avrupa Birliği hibe projelerinin olduğunu öğrendim. Defne Belediyesi ile işbirliği yaptım. Koza Birlik’ten ücretsiz olarak ipek böceği alarak bu işe başladım. Daha sonra işimi geliştirerek 125 kadına sertifika verdim. Kızım benimle birlikte çalışmaya başladı ve bugün beni geçti. Aynı zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı elçisi olarak 15 ülkede ipekçilik konusunda Türkiye’yi temsil ettim.
Depremde, Defne Belediyesi “Koza Evi”miz yıkıldı. Sağlanan desteklerle 150 metrekare kıl çadırda çalışmalarımızı sürdürdük. Depremden sonra daha da yoğun bir çalışma içerisine girdik. Eşlerini, çocuklarını kaybeden kadınlar oraya gelip dokuma yapıyorlar. Çadır psikolojik tedavi merkezi gibi çalışmaya başladı. Türkiye’nin kaybolan bir değeri İpekçiliği ayakta tutmaya çalışıyoruz. Defne Koza evi ile marka olmak, yurtdışına açılmak istiyorum. Gelen kadınlara destek olmak istiyorum, kadınların belli bir gelirinin olması çok çok önemli.”
“Ben Giresun’da fındık üreticisi bir ailenin kızıyım. Bu işe 2017’de başladım. Fındıkla ilgili doktora tezimi çalışırken, fındığa katma değer kazandıran bir girişimci olmaya başladım. Fındık biliyorsunuz işte, her sene taban fiyat açıklanır. Çiftçi verilen fiyatı beğenmez tepki gösterir. Türkiye, dünyanın en büyük fındık üreticisi ve ihracatçısı ama üreticinin elinden yok pahasına alınır. Bu benim içimi çok acıtıyordu.
Yine bir sezon öncesi babama dedim ki fındığını bana ver ben bunu internetten satayım bu kadar ucuza fındığımızı satmayalım. O ana kadar aslında hiçbir bilgim yoktu. Güvendiğim tek şey fındığımızın kalitesiydi. Dünyanın en kaliteli, Avrupa’dan coğrafi işaret alan Giresun fındığımıza güvendim.
Fındığı satmak için önce kırmamız gerekiyor. Ben yakınımdakilerle bu işe başladım ama gerçekten çok fazla insan gücüne ihtiyaç var. Bizim toplumumuzda, ruhumuzda olan İMECE usulü ile bunu kırmaya başladık. Kırdığımız fındıkları da internet üzerinden satmaya başladık. Sonra yöresel diğer ürünlerimizi nasıl satarız diye onunda araştırmasını yaptım .Bu arada Doğu Karadeniz Kalkınma Projesi(DOKAP) kapsamında destek alarak evimizin çatısında makine kurarak bu kırma işini seri olarak yapmaya başladık ve şu anda üç kadın sigortalı olarak orada çalışıyor.
Bizim bu çalışmamızdan sonra Giresun’daki butik makinacılar bir araya geldiler ve makine imalatı yaptılar yani evde butik olarak bu tür işleri yapacaklar için fındık kırma makinaları imalatını yaptılar ve böylece aslında bizim yaptığımız bu çalışmayla makinacılara da yeni bir iş alanı yaratılmış oldu. Fındıkları makineyle kırıyoruz ama fındığı kırmaktan öte çiftçinin ön yargısını kırdık. Bu her şeyden çok daha önemli. Butik olarak fındık kırma ve kavurma makinaları yaygınlaştı ben de 2020’de makinemi aldım şimdi 200 tane fındık kırma kavurma işi yapan yerler var, daha önceleri yoktu.
Beni “bir kızımız vardı internetten fındık satıyordu” diye tanıyorlar. Sıfır sermaye, sıfır bilgiyle bu işe başladım. Dünyanın en değerli fındığı kadının gücüyle değer kazandı.
Bizim fındık bahçelerinin olduğu yerlerde, dağlarda kendiliğinden olan dağ çileği var. Bu dağ çileğini kadınlarla toplayarak reçel yaptık, onları satmaya başladık. Böylece 60 kadının yaşamına dokunduk. Kolundaki bilekliği göstererek bu ısırgan otundan yapıldı. Fındığın kardeş bitkisidir ısırgan. Herkes onu tarım zehri ile yok etmeye çalışırken biz ondan yararlanmaya çalışıyoruz. Isırgan aynı zamanda azot kaynağı. Azotlu gübre yerine ısırgan otu kullanıldığında verim daha çok artıyor.
Son olarak, Karadeniz Fındık ve Mamulleri İhracatçıları Birliği‘ne üye olduk. Japonya’ya fındık ihracatı yaptık. Fındığım şu anda yolda. Japonya’ya fındık sattıktan sonra her yere satabiliriz.”
“Ben köylü bir ailenin ilk çocuğuyum. Köylü ailelerinin tek hedefi var; çocuğunu okutup o hayattan kurtarmak. Benim için de düşünülen buydu. Ailem beni okuttu. Arkeoloji ve iktisat okudum. Arkeoloji okurken Neolitik dönemde tarıma alınan ilk ürünleri öğrendiğimde tarıma ilgim çok arttı. Özellikle tohumculuk konusunda. Annem bana hep “o kadar okudun git bildiğin işi yap” derdi. Yani tarımla ilgilenmemi çok istemiyorlardı. Ben de gidip bu sefer açık öğretimde tarım okudum. Yani okuduğun işi yap dedikleri için tarım okudum ve tarım yapmaya kararlıydım. Çiftçilik hiçbir işi olmayan insanların yaptığı iş olarak görülüyor. Bunu kırmaya çalıştım.
Köyde yaşayanların işlerini sürdürmesi çok önemli. Ailem istememesine rağmen ben köyde kaldım. Çevremdekiler, babam da dahil herkes bu işi yapamayacağım ve yapmamam gerektiğini düşünürken ben ısrarla köyde kalmayı ve üretim yapmayı seçtim.
İlk iş olarak, babam o dönemde nohut üretiyordu ve kilosunu sadece 2 liraya satıyordu. Babamın 2 liraya sattığı nohut markette 10 liraydı. Babama dedim ki sen 2 liradan satıyorsun gel bunu 4 liradan bana sat. Babamdan aldığım nohutu internetten satmaya başladım. Kısa sürede bitirdim. Olsa daha fazlasını da satacaktım ama babam elindeki nohutu 2 liradan satmış. Bu işin iyi gittiğini görünce üretime karar verdim. Dedemin 100 - 150 dönüm arazisi vardı. O arazide doğaya saygılı bir şekilde üretim yapmaya başladım. Daha önce pek ekilmeyen ürünler denedim. Örneğin çörekotu etmek istediğimde herkes burada olmaz dedi. Neden olmaz? Çünkü kimse daha önce ekmemiş, denenmemiş. Ben yapılmayanı yapmaya çalıştım. Sonra, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Uzman Eller Projesi’nden haberdar oldum. Destek alarak büyükbaş hayvancılığa başladım.
Benim dört tane ineğim ve hepsinin adı var. Aramızda duygusal bir bağı var. Onları zarar ettim diye kesemem.
Üretici olmak başka bir şey, çiftçi olarak bizim bir gün bile tatilimiz yok. Yıllık iznimiz yok. Mesaimiz bitmiyor. Hep söylüyorum kadın, erkek fark etmez bu sektörde yani çiftçilik yapan, üretim yapan hep el üstünde tutulmalı.”
“Ben 2019 yılında Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldum. Mezun olduktan sonra da sürekli kurum sınavlarına hazırlanıyordum ve her seferinde de başarısız olarak görüldüm
Biz Yusufeli’ndeniz. Babam ziraat mühendisi ve emekliliğinde özgür çalışmak istiyordu. Babamla birlikte tarım işine girmeye karar verdim. Ama benim tarım konusunda hiçbir bilgim yoktu. Babamla yabanmersini üretimi için çalışmaya başladık. Tarımın t’sini bilmiyordum. Köyde doğup büyümedim. Biz bu işe girerken köyde çok tepkiyle karşılandık. Bu işi yapmamızı istemediler. Büyük mücadeleler sonucunda aronya ve yaban mersini(mavi yemiş) üretimine başladık. Bizim amacımız bu iki ürünü üretim internet üzerinden kendi değerinden satmak ve bu işi yapmak isteyenlere yardımcı olmaktır.
Üretim yaparken tarım zehiri kullanmıyoruz. Benden yabanmersini alanların çoğu kanser hastası. Tedavi olsun diye alıyorlar. Ben de ilaç kullanırsam nasıl tüketecekler. Aronyayı da yaban mersinini de ilaçsız üretiyorum. Kimyasal ilaç kullanırsam vicdanen de rahat olmaz ve onlara zarar vermiş olurum. O nedenle kimyasal ilaç kesin olarak kullanmıyorum.”
Yarın, ilham veren çiftçi kadınların hikâyelerini paylaşmayı sürdüreceğiz.