İrfan O. Hatipoğlu
Denizli Tarım Platformu Başkanı
Nazım Hikmet kadınlarımızın konumunu “…ve soframızdaki yeri/öküzümüzden sonra gelen..." olarak tanımlar. Geçen süreçte; ülkemiz siyasal, kültürel, ekonomik, sosyal alanlarda büyük gelişmeler ve dönüşümler geçirmesine karşın, kırsalda yaşayan/tarımda çalışan kadınlar açısından değişen fazla bir şey yok. Ailenin ücretsiz işçisi, mülkiyetten yoksun, sosyal güvenlik sistemi dışında, ürettiği ürünler üzerinde tasarruf hakkı olmayan yurttaşlar gurubunu oluşturmaya sürdürüyor. Sürdürmekle kalmıyor, bir yaşam biçimine dönüşmüş durumda.
Kırsalda alanda yaşayan kadınların, temel sorunu toprak mülkiyetidir. Kadınların görünürlüğü/etkinliğinin artması açısından, mülkiyetin kimde olduğu önemli. Çünkü mülkiyet; bir mala sahip olma, kendisinin olan bir şeyi yasa çerçevesi içinde istediği gibi kullanabilme hakkı olarak tanımlanır. Kutsanır. Sahipliği kişiyi güçlü kılar. Söz söyleme hakkı kazandırır. Bu nedenle her dönem, mülk edinme biçimi tartışılmıştır. Özellikle ülkemizde, toprak sahipliği dağılımı sorun olarak görüldü, “toprak reformu, toprak edindirme” düzenlenmeleri ile çözülmeye çalışıldı. “Mülkiyetin kutsallığı” anlayışı, girişimlerin etkin işlemesinin önüne engel olarak çıktı. Başarı sağlanamadı.
Ülkemizde toprak mülkiyeti dengesiz dağılımı, yalnızca kişiler/tarım işletmeleri arasında değil. İşletme içinde, kadının aleyhinedir. Kadınların, genel toprak sahipliği yüzde 3 düzeyinde. Sahiplilik, ağırlıklı olarak miras kaynaklı. Üretimine katıldığı ürünün, tasarrufunda söz sahibi olmaması, yeni mülk edinmesinin önünü tıkıyor. Yasal düzenlemelerde bu duruma katkı yapmaktadır. Örneğin 6537 numaralı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nda, 2014 yılında yapılan bir değişiklikle tarım arazilerinin bölünmemesi, dolayısıyla verimliliğin azalmaması için toprağın “ehil” mirasçıya verilmesi kurala bağlandı. Bu düzenleme ile mirasçılar arasında bir anlaşmazlık oluştuğunda, kadınlar “çiftçi” -Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı olmadıklarından- olarak görünmediklerinden, yargıçların, erkek kardeşten yana tavır almasının önü açıldı.
Kadın çiftçilerin diğer bir sorunu da mülkiyet ile ilintili, sosyal güvenlik ağı dışında kalmalarıdır. TÜİK verilerine göre, tarımda istihdam edilen kadın ve erkeklerin oranları eşitliğe yakın bir dengede. Eşitliğe karşın, ücretsiz, sosyal güvenceden yoksun çalıştırılan işçilerin yüzde 80’i kadınlardan oluşuyor. Üretime eşit katılmalarına karşın, toprak mülkiyeti ve sosyal güvenliğe katılım toprağa ve aileye sarf ettikleri çabayla ters orantılı. Toprak sahipliği nedeniyle, kişiyi “çiftçi” olarak tanımlayan, ÇKS’ye, mülkiyet yoksunluğu nedeniyle kayıt yaptıramıyorlar. Uğraşları “çiftçi mesleği” olarak tanımlanmadığından, sosyal güvenlik ağı içine alınmıyorlar. Kendi adlarına çiftçilik yaptıklarında devlet destekli düşük faizli kredilerden ve devletin sigorta prim desteğinden faydalanamıyor.
Kırsalda/tarım sektörü içinde kadınların durumunun iyileşmesi, sosyal güvenlik ağına katılmaları, toprak mülkü edinmeye yönelik mücadelelerinin artmasıyla yakından ilintili. Çünkü mülk edinme kadınlarımızı ekonomik, sosyal, psikolojik yönden iyi hissetmesinin önünü açacak. Üretimde kalmalarını sağlayacaktır. Bu nedenle kırsalda kadınların mülk edinmesi için finansman desteği, sosyal güvenlik primlerinin ödenmesi, kadın tarımsal üretim kooperatifleri üzerinden, ürettikleri ürünleri ‘ayrımcı’ destekleme alımları yapılması vb. güçlendirici kamusal kararlar alınmasında yarar var.