Geçtiğimiz haftanın işlemleri ile birlikte üçüncü çeyrek (3Ç) geride kalmış oldu. Yaşanan gelişmeler nedeniyle bu çeyrek özelinde ayrı bir parantez açmanın faydası olacağı kanaatindeyim. Genel hatları itibarıyla haziran sonundaki düşünceler ile paralel seyreden bir fiyatlama ortamı gördük. Ancak, ne olduysa eylül ayında oldu ve zemin bir anda kayganlaştı. O nedenle 3Ç parantezinin gelecek dönemlere ışık tutma potansiyeli de oldukça yüksek. Malum, dünü anlamadan bugünü anlamlandırmak ve yarına dair beklenti oluşturmak imkansız.
Geçtiğimiz hafta uzun uzun tartıştığımız başlık ile yazıya başlangıç yapalım: Fed. Hakkını teslim edelim ki global para politikalarının jandarmalığı görevi geçmişten çıkarılan dersler ışığında oldukça başarılı yürütüldü. Burada kritik nokta elbette ki meşhur ‘tapering’ iletişimi ve bu beklentinin yönetilmesi hususuydu. Öyle de oldu. Mart ayında kuvvetli sözle yönlendirme eşliğinde kontrol altına almayı başardıkları enflasyon beklentilerinin ardından hızlı ve erken tapering riskini de masadan yine aynı becerileri ile kaldırabildiler. Yaz ayları boyunca tartışılan tapering konusu için ilk önce ağustos sonundaki JH sempozyumundaki Başkan Powell’ın ince dokunuşu, devamında da eylül ayı FOMC toplantısındaki ciddi başarı önemli bir sorun başlığı olmaktan çıktı. Bugün elimizdekiler neticesinde biliyoruz ki sapma payı oldukça düşük olmakla birlikte Kasım ayında resmi tapering ilanı gelecek ve ciddi bir negatif baskı oluşmadıkça kademli azaltım neticesinde 2022 yılının ortalarında süreç tamamlanacak. Yine biliyoruz ki FOMC katılımcıları 9-9 ayrışma ile gelecek yılın ilk federal fonlama oranı faiz artışı için uygun olup olmadığı konusunu netleştirebilmiş değiller. Eh onun için de zamana ihtiyaç var. Öncelik tapering.
Madem bunları konuştuk, peki, fiyatlamalar hangi eksende gerçekleşti? En son kısımda yazacaklarımıza şimdiden yer verelim: Eylül ayında. Bu konulara uzak insanlar için eylül ayındaki gelişmelere bakarak 3Ç performanslarını konuşmaya çalışmak ciddi anlamda kafa karışıklığı yaratabilir. Mesela, Türk lirası ve cinsinden değerlenen varlıkların performansını ele alalım. Yaz aylarının girişinde merkez bankasına yönelik erken politika hatası beklentisi Haziran ayı sonuna dek negatif yönlü baskının sürmesine neden oldu. Hatta bu süreci temmuz ayındaki Kurban Bayramı tatiline dek uzatmak mümkün. Gerek tatil etkisi, gerek TL’den çıkış gerekse halka arzlardaki seyir hisse senetlerindeki satış baskısının genele yayılmasına neden oldu. Devamında ise 2Ç bilançolarının başlangıcı, çoğunlukla beklentilerden daha iyi bir performansın şirketlerde takip edilmesi, liranın i) turizmdeki toparlanma ii) 19 Mart sonrası ciddi iskontoya ulaşması iii) global ekonomideki yeniden açılışlar ve oluşan pozitif algı iv) TCMB’nin politika faizinde beklentilerin aksine değişikliğe gitmemiş olması gibi gerekçeler yerel varlıklardaki tutunma isteğini kuvvetlendirdi. Öyle ki bankalar önderliğindeki iyimserlik genele yayıldı ve eylül ayı başlangıcında 5y vadeli CDS 343-348bp düşüklerine dek gerilerken, liranın Amerikan doları karşısındaki değer kazancı yüzde 6’ya yaklaşan primlenmeye ulaştı; eylüle dek.
Bu esnada global cephedeki gelişmeler oldukça enteresan bir patikada seyretti. Amerikan dolarındaki 3Ç performansı yüzde 2’ye yakın değer kazancına işaret ederken, faiz hadlerindeki toparlanma küresel çapta etkisini gösterdi. Para politikalarındaki normalleşme sinyallerinin kuvvetlenmesi ve Fed’in öncesi/sonrasındaki süreçte GOÜ sıkılaşma eğilimlerinin hızlanması algıdaki değişimi ivmelendirdi. MSCI dünya endeksi (USD baz) yüzde 0.35 değer kaybederken, 5 çeyrek sonra ilk kez negatif tarafta yer aldı. Benzer şekilde GOÜ endeksi yüzde 2.14, Avrupa endeksi yüzde 2.02 ve Asya-Pasifik ise yüzde 5.17 ile yine aynı zaman aralığını işaret eder şekilde olumsuz performans sergiledi. Tüm bu rakamların daha kısa karşılığı ise, Mart 2020’den bu yana küresel varlıkların ilk kez nette değer kaybetmesi şeklinde oluşmakta.
Şimdilik bugünün, potansiyel olarak da yarının konusu ise belirli aralıklarla konuşmaya devam edeceğimiz enflasyon beklentilerinin seyri olacak. Aralarında benim de bulunduğum önemli bir kesim şu an küreseldeki enflasyonist baskıların farklı temel dinamikler nedeniyle son 20 yıla bakarak ‘geçici’ olacağını düşünüyor. Ancak, yine ben dahil aynı kesimin çoğunluğu arz cephesindeki aksamaların uzaması ve talebin beklenenden daha hızlı dönüşü nedeniyle ‘geçici’ kavramının süresine dair soru işaretleri taşımaya başladı. Gün sonunda elimizde emtia fiyatlarının (Bloomberg emtia endeksi) son 6 çeyrektir soluksuz yükselişi ve Mart 2020’den bu yana kümülatifte ulaştığı yüzde 63’lük prim söz konusu. Yani, durum oldukça ciddi. Üstelik bu tablo gelişmiş-gelişmekte olan ülke ayrımı da yapmıyor. Girdi maliyetlerindeki artış deflasyon söz konusu olmadıkça da önemli bir kısmı ile hayatımızda olmaya devam ediyor. Bu potansiyel riski gözetmek ve ciddiye almakta şüphesiz fayda var.