Maden sektörü tüm ihraç ürünlerinin ham maddesi olması sebebiyle Türkiye ekonomisine çok ciddi bir katkı sağlayan, doğrudan 150 bin, dolaylı olarak da 2 milyon insana istihdam yaratan ana sektörlerden bir tanesi. 2021 yılı maden ihracatımız 5,93 milyar dolar olarak gerçekleşti. Sektör, üretiminin % 64’ünü ihraç ediyor; tüm sanayi içindeki payı % 4,6 ve 2021 yılı itibariyle sektör ihracatı, toplam ihracatımızın %2,6‘sı. Sektörü; metalik cevherler, endüstriyel mineraller, doğal taşlar, ferro alyajlar ve mineral yakıtlar alt grupları olarak düşünebiliriz. Bilinenin aksine Türkiye, maden konusunda önemli bir potansiyele sahip. Dünya doğal taş rezervlerinin önemli bir kısmı ülkemizde bulunuyor. 650 renk ve desende mermer, 150 farklı çeşitlilikte doğal taşımız mevcut. Türkiye, dünyanın en büyük mermer ve traverten ihracatçısı, en büyük bor üreticisi ve ihracatçısı, en büyük feldspat ihracatçısı, 2. büyük krom cevheri ihracatçısı, 3. büyük doğal taş üreticisi ve ihracatçısı; bentonit, kuvars-kuvarzit, vermikülit, perlit ve klorit grubu ihracatında dünyada 3. sırada, ferrokrom ihracatında 7. sırada, altın rezervi ülke sıralamasında ise 11. sırada yer alıyor. Ayrıca, AB ülkeleri arasında en fazla altın üretimi gerçekleştiren ülkeyiz.
Bildiğiniz gibi, milli gelir belli bir dönemde ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal değeridir. Büyüme oranı ise, milli gelirin ne kadar arttığının göstergesidir. Milli gelir rakamı ülke ekonomisinin diğer ülkelere kıyasla ölçüsünü, cari yılda kişi başına ne kadar üretim yapıldığını ve bu üretim karşılığında kişi başına kaç dolar gelir düştüğünü gösterir. Diğer taraftan, “büyüme”, “kalkınma”, “gelişme” farklı anlamlar ifade eder. Bu yazının ana konusu olmamakla birlikte basit anlatımıyla büyüme; ülkede yaratılan katma değerin belli bir dönemde ne kadar arttığını gösteren parasal bir ölçüdür, kalkınma; alt ve üst yapıdaki iyileşmenin ölçüsüdür, gelişme ise milli gelirdeki artışa yani büyümeye ve alt ve üst yapıdaki iyileşmeye yani kalkınmaya bağlı olarak ülkedeki insanların yaşam kalitesinin düzeyidir. Büyüme ve kalkınma, insanların hayatının sağlıktan bilime, gelir dağılımından eğitime, teknolojiden sanata kadar hemen hemen her safhasına katkı sağlamıyor ise tek başına bir mana ifade etmez. Bu üç kavram iç içe geçmiştir ve başlangıç noktası büyümedir. Büyüme olmadan kalkınma ve gelişme olamaz ama büyümenin kalkınma ve gelişmeye dönüşmesi esas hedef olmalıdır. Bu açıdan baktığımızda, büyümenin sürdürülebilirliği önemlidir. Büyüme, ülkede mevcut petrol, maden, orman gibi yeraltı ve yerüstü zenginliklerine ve/veya ülkenin üretim kabiliyetine dayanır. Bu noktada ise ülkenin üretim yapısının sürdürülebilir bir büyümeyi gerçekleştirebilecek kapasitede olması gerekir. Bu da nitelikli işgücünü ve teknolojiyi ve üretimde belli bir ölçeği yakalamayı ifade eder. Sürdürülebilir kalkınma da bu neslin ihtiyaçlarını gelecek nesillerin ihtiyaçlarını tehlikeye düşürmeden karşılamayı hedefleyen bir modeldir. Kalkınma ve gelişmeyi hedefleyen bir ülkenin, sahip olduğu doğal kaynaklarını çevre ve sosyal sorumluluk bilincine uygun bir şekilde kullanması, milli gelir, yabancı sermaye girişi, istihdam, yeni teknolojilerinin gelişimi, yeni yerleşim alanlarının oluşumu ve nihayet refah artışını birlikte getirir.
Bu çerçevede baktığımızda, madenciliğin ülke ekonomilerinin ve insanlığın gelişimine büyük katkılar sağladığı aşikar ve artan dünya nüfusu, hammaddelere olan yüksek talebi de beraberinde getiriyor. Maden sektörünün kamu, özel sektör, sivil toplum kuruluşu gibi tüm paydaşları sürdürülebilir bir yatırım ve işletmecilik yapılabilmesi için ekonomik, sosyal ve çevresel bir yönetim modeli geliştirmek ve uygulamak durumunda. Madenciliğin çevreye ve sosyal hayata duyarlı olarak icrası mümkün. Bunu birçok ülkede görebiliyoruz. Örneğin, geçtiğimiz hafta, doğal taş sektörümüzün 143 firma ile temsil edildiği ve milli katılımını İstanbul Maden İhracatçıları Birliği’nin (İMİB) düzenlediği Marmomac Fuarı’nın gerçekleştiği İtalya’da, dağların ortasında yemyeşil bir vadide kurulu, ortasından akarsu geçen, etrafı ormanlarla kaplı bir yerleşim yerinde evlere 50 metre mesafede bir doğal taş ocağı görebiliyorsunuz. Aynı şekilde bir göl kenarında, göl ile arasında sadece bir karayolu mesafesi olan bir ocak da 125 yıldır aralıksız işletilebiliyor. Bu tip uygulamalar bize madenciliği ya da çevreyi tercih etmeliyiz gibi bir ikilemde kalmak yerine çevreye duyarlı madencilik ve madenciliğe duyarlı çevrecilik anlayışıyla sürdürülebilir kalkınmanın mümkün olabileceğini gösteriyor.