Kullandıkça yıpranan varlıkların (kamyon, makina tezgahı vb.) değer azalışı mali tablolara maliyet (amortisman) olarak yansır. Peki ya çevreyi -hoyratça- tüketmenin bedeli? Yetenekli hukukçuların mutlaka ilginç cevapları vardır, ama gelin biz de bunu konuşalım.
Şahsen çevreyi korumayı öncelik olarak görüyorum. Dağa-taşa, kurda-kuşa, göle-nehre sahip çıkmanın temel insanlık ve vatanseverlik şartı olduğuna inanırım. Ancak bu yazıda normatif (ahlaki) değil pozitif (veriye dayalı) sebeplere odaklanalım: IMF, etki yatırımcılığı ve Endüstri 5.0.
BİR: IMF
‘Onların konuyla ne alakası var?’ dediğinizi duyar gibiyim. Cevap, kurumun başkanı Kristalina Georgieva’nın geçenlerdeki bir mülakatında gizli. IMF mali istikrar değerlendirme süreci artık ‘yeşil muhasebe’yi de kapsayacak. Böylece iklimle alakalı risklerin değerlendirmesinde bir küresel standart oluşacak. Sonraki adımda bunun şirket denetim süreçlerine entegre edileceğini öngörmek için müneccim olmaya gerek yok! Yani, bir noktada şirketler çevreye verdikleri zararı bir maliyet olarak hesaplarına yansıtacaklar (veya katkılarından dolayı ödüllendirilecekler).
‘Bu zaten su kullanımı veya ambalaj atığı ödemeleriyle yapılıyor’ diyebilirsiniz. Ancak bu ödemeler için henüz bir standart yok ve geleneksel masraflarla (örneğin ödenen diğer harçlar) birlikte değerlendiriliyorlar. Üstelik, karbon fiyatlaması ilginç bir örnek teşkil ediyor. Bulgar komşumuz Bayan Georgieva, Paris İklim Anlaşması hedeflerine varabilmek için, ton başına fiyatın 2018’deki 2 dolardan, 75 dolara çıkması gerektiğini söylüyor. Bunun ekonomiye etkisini bir düşünün! Fazla karbon salınımı yapanlara ilave maliyet, yeşil enerji üretip onlara karbon haklarını satacak olanlara yeni gelir kapısı!
İKİ: ETKİ YATIRIMCILIĞI
Özel sektörün yaratıcılığı, üretkenliği ve getiri hevesini sosyal konuları çözmek için kullanmayı hedefleyen bu yaklaşım dünyada giderek önem kazanıyor. Yani hem belli bir ekonomik getiri kazanmayı (‘bağış’ değil) hem de belli sosyal hedefleri (örneğin karbon salınımı, kadın istihdamı vb.) de çözmeyi hedeflemek. Nitekim uluslararası kuruluşlar da bu yönde pozisyon alıyorlar (örneğin IFC ve EBRD’nin yeşil bonoları).
ÜÇ: ENDÜSTRİ 5.0
Dünyanın en büyük ekonomisi, en büyük yatırımcımız, en büyük dış ticaret ortağımız ve komşumuz Avrupa Birliği’nin (AB) bu girişimini birkaç hafta önce konuşmuştuk. Teknolojide ABD ve Çin’in giderek arayı açmasına AB’nin cevabı, Endüstri 4.0’ın daha çevreci ve daha insan odaklı hali. Nitekim gerek regülasyonlar gerekse hibe-destek programları bu öncelikler doğrultusunda yapılanıyor.
Velhasıl, pek çok konuda olduğu gibi, ‘uzakta’ zannedilen değişim, bu konuda da çok yakımızda. Şirketlerimiz de gerek maliyet/ gelir kalemlerindeki değişimden müstakbel finansman kaynaklarına, karşı karşıya kalabilecekleri regülasyon değişikliklerinden alacakları desteklere kadar pek çok alanda çevreyi daha da önemsemeliler. Çevreyi düşünmek bir lüks değil, mecburiyet.