Kadıköy Anadolu Lisesi’nde (Maarif Koleji) herkesin iki tane kitap almasıyla oluşturduğumuz kütüphanedeki kitaplardan biriydi Cesur Yeni Dünya ya da İngilizce adıyla Brave New World. Büyük bir dönüşümden bahsettiğini hatırlıyorum ama ne anlattığını hatırlamıyorum. Yine de fiziksel dünyada yaşanan büyük değişimle ilgili ahkâm kesecek kadar cesaret bulmamı sağlıyor.
Dünyadaki büyük değişimi anlamak için farklı bakış açılarıyla farklı değerlendirmeler yapmamız gerekiyor. Geleneksel matematikle değerlendirdiğimizde çarpıcı sonuçlar ortaya koymak mümkün olabilir ve bu konuda biz mühendislerin matematikçiler hakkındaki fıkralarına bakarak bunların neden işe yaramaz olduğu konusunda bir fikir sahibi olabilirsiniz. Index Grup Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik ile sohbet ederken bu fıkralara atıfta bulundum ama sonrasında grubun 35’inci yıl ve buna kadar uzanan 35 yıllık performansı ile ilgili rakamları ve hikâyeyi görünce yeni fıkralar yaratmak gerektiğini anladım. Orta öğretim yıllarımda okuduğum ve hatırlamadığım halde bende iz bırakan Brave New World kitabına bu nedenle atıfta bulunmak istedim.
Hayatınızın bazı yerlerinde öyle büyük değişimler yaşanır ve paradigma öyle bir değişir ki, ondan önce içinde yaşadığınız dünyayı hatırlamazsınız ya da hatırladığınızın doğruluğuna kendinizi inandıramazsınız. Buna eşlik eden bir diğer ve karşıt unsur ise, beynin farklı düşünmek için yeni notları birbirine bağlamasının gerekmesinin ve yeni bir şeyi algılaması için bu zahmete girme alışkanlığının olmamasının bizi eski doğrularımıza ve algılama biçimimize bağlı tutması. Cesaret dönemleri, yeni bir noktadan dünyaya bakmak için muazzam bir fırsat sunuyor. Bizi standart işleyişimizin dışına çıkaran bu dönemler, belki bizi dünyaya farklı açıdan bakma noktasına da taşıyabilir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri olarak, 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında tankı bir tepenin üzerine çıkaran ekibin daha sonra bunu oradan indirmeye başaramamış olması aklıma geliyor. Bunu anlatılan bir şey olarak hatırladığımdan araştırmadan bana güvenmeyin ama konuyu tam olarak açıklayan örnektir. Tankın bulunması gereken o noktadır ve normal koşullarda belki oraya çıkmayı başaramayacak ekip, savaş koşullarının heyecanı ile tankı gayriihtiyari olarak oraya çıkarıp o bakış açısıyla savaşmıştır.
Bunu normal koşullarda yapmak çok daha zordur ve stratejik düşünmeyi gerektirir. Ancak stratejik olarak karar alanlar bile, bu yeni sahanın koşullarında en iyi pratiği yaratamayıp sonucu zamana bırakmak zorunda kalabilir. Bu noktada Index Grup’tan biraz uzaklaşıp Netflix’e bakmak istiyorum.
Bir önceki yazımda köfte-hamburger diyalektiği içinde değerlendirmeye yönelik soruma beklentimin ötesinde güzellikte bir yanıt veren Halit Ergenç, aslında yapay zekâ çağına ışık tutuyordu. Deneysel çalışmalar, geleneksel olandaki tadı yeni olana kazandırma ve versiyonlama ile daha iyi noktaya ulaşma, geçmişte dijital dönüşüm ve bugün de yapay zekânın dinamiklerini belirlediği dünya için ideal stratejiyi ortaya koyuyor. Bunun pratiğe uygulanması ise, ilk günden başarılabilecek bir şey değil.
Netflix’in canlı yayınladıktan sonra listesine koyduğu Jake Paul-Mike Tyson boks maçı, bu açıdan çok çarpıcı bir örnek. Medya operasyonu deneyimi olanların eleştirilerine mazhar olan yayıncılık operasyonu, anladığım kadarıyla canlı yayında 60 milyon haneye ulaşmış. Bunu, garip tanımlamalar içinde anlamak zor olsa da hane halkı tanımlaması ile karşılaştırmak gerekiyor herhalde. Türkiye’de sürekli artsa da 2023’te ancak 26,3 milyon düzeyine ulaşan hane halkı sayısı, buradaki hane sayısının yüzde 45’inin altında. Telekom sektörü analizlerinde Türkiye’de 17 milyon hane bulunuyor diye yazdığımız günleri hatırladığım için bu rakamın hedeflediğim şeyi tam olarak ifade edip etmediğinden emin değilim. Ancak Fortune dergisinin ifade ettiği 60 milyon hanelik erişimin büyüklüğünü anlamak için yeterli. 280 milyon izleyiciye sahip olan Netflix’in abonelerine ek ücret talep etmeden sunduğu boks maçını 108 milyon kişinin izlediği de yazılıyor. Bu, izlemenin artık televizyon karşısında oturup birlikte yapılan bir iş olmadığını anlamak açısından önemli bir karşılaştırmalı veri.
Netflix’in bu yeni atılımı ile yeni bir izleyici kitlesini çekmeye çalıştığı anlaşılıyor. Bu nedenle ana akım medyadaki yöntemlerle kendi yöntemlerinin bir karmasını oluşturmaya çalışmışlar. Beğenmeyenlerin argümanlarını bu arayışla bağlantılı değerlendirmek gerekiyor. Ancak bu, aynı zamanda gelecekteki başarıyı sağlayacak olan deneme cesaretinin kaybedilmediğini de gösteriyor. 2005’te boks kariyerine son veren Mike Tyson ile 20,8 milyon takipçisi ve 7,7 milyar civarında toplam izlenmesi varken 2018’de boksa başlayan Jake Paul’ün maçı, Netflix’in bu atağını sürdürmesi durumunda medya endüstrisinin nereye gideceğini sorgulamayı gerektiriyor. Oysa bizim medyamızdan –yaptıkları alıntılar dışında- maçın finansal değeri ya da izleyici sayısı hakkında bu sorgulamayı yapacak kadar şey öğrenmek bile mümkün değil. Bana en inandırıcı gelen rakamlar kazanan Paul’un 40 milyon dolar ve Tyson’ın 20 milyon dolar civarında para kazandığı maçın değerinin 125 milyon dolar civarında olduğu ancak net söyleyeyim; bilmiyorum. İlgilenmiyorum da.
Benim ilgilendiğim şu: Önümüzdeki haftalarda Amerikan futbolu ile devam edecek bu denemeler, Avrupa’nın önde gelen kulüplerinin istediği ancak daha sonra UEFA’nın engellemesi ile rafa kalkan üst lig projesinin bir medya etkinliği olarak gerçekleşmesini sağlar mı? Bu bölümü daha fazla uzatmak istemiyorum ki, Index’e yerim kalsın. Ancak ben Netflix CEO’sunun Hindistan’da internetin gelişiminin farkına zamanında varamadıklarını belirterek yatırımcılardan özür dilediğini yazdığımda 110 milyonun biraz üzerinde dalgalanan abone sayısından bugün 300 milyona doğru ilerlediğini belirtmem lazım. 2024’ün üçüncü çeyreğinde 282,7 milyona ulaşan abone sayısının detaylarına bakıldığında yıllık bazda yüzde 14,4’lük büyüme görülüyor. Büyüme, bir önceki çeyreğe göre yüzde 1,83 oranında ya da 5 milyon yeni abone şeklinde. Yani becerememişler demeden önce bir besmele çekmek gerekiyor.
Netflix’in bunu sağlayan kararı bugün boks maçı yayınlamak değil; bundan çok süre önce video kaset dağıtımından dijital platforma geçmek oldu. Şirket bunu yapmayıp bugün hala fiziksel medya dağıtımında olsaydı, ya bütün karını lojistik şirketine vermek zorunda kalırdı ya da asıl parayı muazzam organize lojistik işinden kazanıyor olurdu. İlki bugün e-ticaret yapan şirketler için geçerli durum. İkincisi ise, sizin uzun süre kitap sattığını sandığınız ve benim başından beri “Jeff Bezos aslında lojistik işi kuruyor” diye anlatmaya çalıştığım Amazon hikâyesi. Bunları anlatabilmem için önce cep telefonu üzerinden oylama yapılmasına karşın bizim bize haksızlık ediliyor diye katılmadığımız Eurovision şarkı yarışmasının teknik olarak Avrupa Yayıncılar Birliği (EBU) tarafından gerçekleştirilen bir altyapı testi olduğunu anlatmam gerekiyor. Kolayından başlayıp şu deveyi hendekten atlatayım; buna da geleceğim. Şimdi bunları bırakıp Index’in hikayesine geçeyim.
Index Grup Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, şirketin 35’inci yılında geçmiş, bugün ve geleceğe dair sunumunu bitirdiğinde hangi paradigmanın yeni döneme damgasını vuracağını sordum. Soruyu sorarken de yanıtı bir espri ile içine yerleştirdim: “Cendere deresinden Amazon mu geçireceksiniz?” diye. Sonrasında Amazon’u büyük bir nehir olarak konuya dahil ettiğimi ekledim. Basın toplantısı kısmında gülüp konuyu uzatmadık. Sonrasında da uzatmadık.
Index’in ayrıntıları basında yer alan iki yeni depo yatırımı, hem yatırım büyüklüğü hem de ileri teknoloji ve operasyon yetenekleri konusunda sahip olduğu odaklanma grubun her zaman en güçlü kası olarak gördüğüm lojistikte yeni bir hikâye yazacağına işaret ediyor. Bilecik, dağıtılan ürün portföyü tarafında yapay zekâlı ürünlerin kendilerine büyük bir büyüme getirmeyeceğini düşünüyor. Ancak grup içinde gelecek beş yılda buradan iyi bir ciro yapılacağını düşünen yöneticiler de var. Ancak bunlar grubun 2 milyar dolar ciroya yolculuğunda önemsiz ayrıntılar.
Önemli olan, lojistik alanında yapılacak bu yatırımla birlikte büyümeye devam eden e-ticaret tarafındaki büyük dağıtım talebinin ve bunu akıllı teknolojilerle yapmanın sağladığı olanakların yarattığı fırsat. Başından beri düşük kâr marjlı yüksek hacimli bir dağıtım işinde tuğlaları üst üste koyarak uzmanlaşan Index, kendi oyun alanında çok daha güçlü bir oyuncu olma olanağını e-ticaretteki yüksek debili akışla birleştirip daha yüksek bir enerji üretebilecek. Amazon esprisini yapmamın nedeni buydu; basit değildir. Bu enerji nüktesini de, Erol Bilecik’in “biz içinden akım geçen her şeyi dağıtırız” sözüyle kuple edeyim.
Buradan paradigmaya dönersek, Bilecik ile “Erol Ağabey” diye hitap etmediğim dönemde bugünkü merkezin bulunduğu yerdeki toplantı odasında bir araya geldiğimizde tabloların arasında görüşmüştük. Ancak toplantı odasının cam duvarı depoya bakıyordu. Üç duvardaki tablolara ve altlarındaki ödüllere, işe açılan dördüncü duvar eşlik ediyordu. “Sizi depoda fotoğraflamak isteriz" dediğimizde bu “siz” aynı zamanda Bilecik de dahil olmak üzere ağabey diye hitap ettiğimiz Atilla Kayalıoğlu’nu da içeriyordu. Bilecik bunu “Merdivene Atilla Ağabey ile birlikte tırmanmıştık” sözleriyle bugün de anıyor. Arkadaki rafların üzerindeki stokların önünde dururlarken camın arkasında ben ya düşerlerse tedirginliğiyle çekimi izlemiştim. O fotoğrafları bulabilirsek, yeni teslimat merkezleri hayata geçtiğinde muazzam bir karşılaştırma imkânı buluruz. Duygusal bağ olmasına karşın eski tesisi yenileyen ve lojistik operasyonunu Şekerpınar’a taşıyan Index’in sürekli daha iyi hikâye yazma geleneğine devam edeceğinden şüphe yok.
1989’da kurulan Index’in hikâyesini anlamak için, sadece iş alanındaki gelişmelere bakmak yeterli değil. 1990’da doğan Kaan Bilecik kendisinden bir yaş büyük olan Index’in tarihsel gelişimini ve nereden nereye geldiğini anlatan kişi olarak karşımıza çıkıyor. 35. yıl kutlamasının resmi olmayan bölümünde, sahne alan Çiçekli Gömlekler müzik grubunun yaş ortalamasını sorduğumda Kaan Bilecik, “21. İçlerinden biri de 17 yaşında” diyor. Erol Bilecik daha sonra grubu tanıtırken “25 yaşın altında” ifadesini kullanıyor. Bizim yaşlardaki kategorizasyona “25 yaşın altı” ifadesi uyarken 34 yaşındaki Kaan Bilecik için yaş ortalamasını 21 şeklinde kesin bir ifadeyle ortaya koymak daha anlamlı görünüyor.
Index’in gücü, 61 yaşındaki Erol Bilecik, 34 yaşındaki Kaan Bilecik ve 21 yaş ortalamalı Çiçekli Gömlekler’i bir ekosistem içinde bir araya getirebilmesi. 71 yaşındaki Atilla Kayalıoğlu’na hepimiz “ağabey” diyoruz. Kaan Bilecik’e sosyal medyada “Index 35, Çiçekli Gömlekler 21” yazacağım dediğimde “siz de benim kafadasınız” yanıtını alıyorum. Siz ifadelerini sen’e bağlıyoruz. Erol Bilecik’in sahne performansı daha iyi, Kaan Bilecik’in 20’li yaşlarda dinlediği Yaşar’mış. Ben o yaşlarda Fikret Kızılok dinliyordum. Ama en önemlisi, performansı gerçekleştiren Çiçekli Gömlekler’in klavyecisi iş seyahatine çıktığı için yokken de grup son derece başarılı. Yeni dönemin ekosistemleri bu şekilde kurulacak.
Index’in 35 yaşında bu farklı ekosistemlere pota olabilmesi en önemli rekabet avantajı ve farklılığı. Şu anda hem teknoloji hem de iş dünyasındaki en önemli sorun olan ekosistem konusunda müthiş bir formül önümüzde duruyor. Ekosistemi koruyabilmenin formülü ise, Erol Bilecik’in bana zamanında anlattığı anekdotta gizli: Bilecik’in peynir toptancısı olan babası evde peynir bittiğinde peynirini perakendeden alırmış. Biz buna aile terbiyesi diyoruz. Basit görünüyor değil mi? Zor bir şey anlatsam daha mı kolay yapacaktınız?