AB parlamentosu seçimleri bu hafta yapılıyor. Usullere bakıldığında, seçimler ulusal seçimlere benziyor, AB halkı kendilerini parlamentoda temsil edecek kişileri seçiyor. Siyasi sonuçları açısından değerlendirildiğinde ise, AB seçimleri ulusal seçimlere benzemiyor.
Pekiyi, sorun nedir? AB devletlerin kurduğu bir birliktir. Önemli konularda karar alınabilmesi için üyelerin oybirliği lazımdır. Parlamentonun ne istediği pek önemli görülmez. Ulusal parlamentolarda çoğunluk hükümetin icraatine yön verebilir, hükümette değişiklik zorlayabilir ancak Avrupa parlamentosunun uygulamada buna benzer yetkileri yoktur. Kurallara bakılacak olursa, parlamento Komisyon başkanını seçmekte, diğer komisyon üyelerini de onaylamaktadır. Gerçekte ise kararlar gayet karmaşıktır, her üyenin tek tek tatmin edilmesi gerekmektedir. Bu durumda parlamentoya genellikle sadece varılan anlaşmaları onaylamak düşmektedir.
Son dönemde parlamento ilk defa hükümetlerin üzerinde anlaşmaya vardığı bir Komisyon Başkanı adayını onaylamayacağını beyan etmiştir. Üyeler Alman kökenli bir “spitzenkandidat” (tercih edilen aday) üzerinde anlaşmışken, parlamento onay vermeyeceğini açıklamıştır. Sonuçta dönemin Alman savunma bakanı Ursula von der Leyen, beklenmedik bir şekilde AB Komisyonu başkanı seçilmiştir. Böylece, parlamento her zaman hükümetlerin üzerinde anlaştığı bir adayı desteklemeyeceği konusunda bir uyarı yapmışsa da, yine de rolü ulusal parlamentoların siyasetteki belirleyici rolünden çok uzaktır. Örneğin, AB parlamentosu Birlik bütçesini de onaylamaktadır ama bu işlemde her parlamenter ülkesinin çıkarını korumaya yöneldiğinden, parlamento AB’nin parasını hangi Avrupa amaçları için harcayacağını kararlaştırmaktan uzak kalmaktadırlar.
Birçok gözlemci, AB parlamentosu için yapılan seçimlerde iki hususu saptamışlardır. İlkin, seçimlere katılma oranı ulusal seçimlere kıyasla düşüktür. 2019 seçimlerinde oran %50 civarındaydı. Parlamentonun çok önemli konuları ele alması gerektiğinden yola çıkarak bazı siyasi liderler bu seçimlerde oranın yükseleceğini beyan etmişlerdir. Bekleyip, tahminlerinin doğrulanıp doğrulanmadığına bakmak gerekecektir. İkinci olarak, seçimler her ülkede adeta ulusal seçim yapılıyormuş gibi yapılmaktadır. Partiler ulusal sorunları ele almakta, Avrupa düzeyini esas alan kampanyalar yürütmemektedirler. Seçimlere “Avrupa” çapında kuruluşlar olmayan ulusal partiler katıldığından, bunu anlayışla karşılamak gerekecektir. Sorunun temelinde de zaten bu uyumsuzluk yatmaktadır. Ulusal seçim programlarına göre seçilen kişilerin, daha sonra ulusal kimliklerini ikinci plana atıp Avrupa parlamenterleri gibi davranmaları beklenmekte, ama parlamenterler böyle bir role uyum sağlamakta zorlanmaktadır.
Partilerin ulusal kimlikleri özellikle parlamentoda gruplar kurmaya giriştiklerinde belirginleşmektedir. Parlamentoda oluşan parti grupları istikrardan uzaktır, bazı partiler grup değiştirmekte, bazen üyelerin gruptan atılması dahi söz konusu olmaktadır. Bu işler, yapılmakta olan seçimlerden sonra muhtemelen daha da karmaşıklaşacaktır çünkü kendi aralarında bir bütün oluşturmaktan çok uzak olan aşırı sağ partilerin parlamentoda ağırlığının artması beklenmektedir. Bu partiler bir yandan siyasi çizgilerini korumaya çalışırken, diğer yandan da kendilerine müttefik arayacaklardır. Bu tutumlarının muhafazakar partilerde yeni siyasi akımlara nasıl yaklaşmaları gerektiği konusunda kafa karışıklığı yaratması mukadderdir.
Şu ana kadar yürüttüğümüz tartışma, Avrupa Parlamentosunun pek etkin bir kurum olmadığına işaret ediyor. Bu gerçek kuruluş döneminde bilinmekle birlikte, zaman içinde Avrupa bütünleşmesi ilerledikçe parlamentonun rolünün güçlenmesi bekleniyordu. Her ne kadar, Avrupa parlamentosu Avrupa siyasi kurumsal yapısının vazgeçilmez bir parçasını oluştursa da, etkisi sınırlı kalmağa devam etmektedir. Büyüklüklerine bakılmaksızın tüm üyelerin eşit statü ve özerk hareket edebilme konusunda ısrar ettikleri sürece, parlamentonun Avrupa siyasetindeki belirleyici rolünün sınırlı kalacağını tahmin edebiliriz. Parlamentonun 720 üyeye sahip olması kurumun büyük ve hantal olabileceğini de akla getiriyor.
AB birçok sorunla karşı karşıya. Birlik üyelerinin gerek Ukrayna’daki mücadeleye gerek Gazze gelişen insanlık felaketine karşı bölündüklerini, ortak tepki veremediklerini hepimiz biliyoruz. Amerika Avrupa savunmasına ne oranda katılacağı konusunda bocalamaktadır, Trump seçilirse belki de tamamen çekilecektir. Avrupa’nın savunmasını ve buna paralel olarak savunma sanayiini güçlendirmesi gerekmektedir. AB’nin küresel ekonomideki payı azalmakta olduğu gibi, şu sıralardaki performansı da zayıf gözükmektedir. İklim değişikliği, Birliğin genişlemesi, kanunsuz göç hareketleri gibi önemli meseleler ilgi beklemektedir. Bütün bu alanlarda Brüksel ile üyelerin ulusal siyasetleri arasındaki bağlar zayıftır. Avrupa parlamentosu ulusal siyasetler ile Avrupa siyaseti arasındaki bağı kurabilmekten uzaktır. Dolayısıyla, arada sırada Avrupa düzeni karşısında duyduğu memnuniyetsizliği ifade etse de, parlamento centilmenlerin tartıştığı bir kulüp havasından kurtulamamaktadır.