Kriz neden Türkiye’ye sık sık uğrar? Buna karşın neden “risk yönetimi”ni ağzımıza almayız? Kriz cehaleti ve popülizmi sever. Sonu herkes için hüsrandır. Beklenmeyen bir anda yakalayan, tehdit içeren, ortaya çıktığında sonuçlarının kötü olacağı başından belli olan olaylar kriz diye tarif edilir. Kriz öncesinde risk yönetimi varsa, kriz etkili olsa da düşük olasılığa sahiptir. Kriz yakıp yıkmakla kalmaz, normal işleyişi keser. Hedeflerin gerçekleşmesini engeller. Varlıkları tehdit eder. Psikolojik gerilim yaratır.
Rezil eder
Krizi yönetmek bireysel maharet ötesinde, bilgi bilim gerektirir. Kriz lider çıkardığı gibi, yok da eder… Krizde doğru bilgi almak ve doğru bilgi vermek önemlidir. Paydaş iletişimi, stratejik düşünme, teknik ve yapısal faaliyetler gerektirir. Kamera karşısına çıkmak cesaret kadar bilgi ister. Ne zaman oldu, niye oldu, sorularının yanıtı kısa zamanda biter; anlatılması gereken ne niye yapılmakta ve bundan sonra ne olabileceği ve bir daha yaşanmaması için net çözümlerdir.
Bumerang
Dünyayı tehdit eden bir bilgi kirliliği söz konusu. Geleneksel kriz tarifinde bu kadarının öngörüldüğünü tahmin etmem. Bilgi kirliliği “bumerang” gibi bir şey… sebep olanların önemli kısmı aynı zamanda yönetimlerin ta kendisi, ortalığı toparlarız derken bataklık içinde kalırlar… İçi boş bilgi nankör olur.
Krizin zararını azaltmak güvenle mümkün olabilir. Güven sağlayabilmek için sürdürülebilir, istikrarlı olmak gerekir, aksi halde kaygı, panik, korku yükselir. Yönetilmeyen krizler yeni krizleri hazırlar. Krizlerde inkar adettendir; “ben yapmadım”, “ne oldu, bir şey mi oldu”, “kim yaptı bilmiyorum” gibi çıkışlar bolca görülür… Kaçmak, ise krizin ata sporudur; suçlayarak, feshederek, yasaklayarak, çaresiz kaldığında “yüce halkın iyi niyeti”ne bağlayarak…
Harareti alan çay
Çernobil felaketi, risk yönetimi unutulmuş bir krizdi. Temel planlara uyulmadığı, bazı güvenlik koşullarının yerine getirilmediği sonradan anlaşıldı. Okuma yapmak zor gelirse, Çernobil belgesel-filmini izleminizi öneririm. Reaktörün patlaması nedeniyle ortaya çıkan radyoaktif kirliliğin binlerce yıl sonra ortadan kalkacağı, bölgenin normale dönmesinin hayal olduğu ifade ediliyor. Sonuçlarından yalnızca biri çocuklarda ortaya çıkan tiroit kanseri, 4 binden fazla çocuğun hastalandığı biliniyor. O yıllarda bir siyasimiz “keşke evim yansaydı da TOKİ bana da ev verseydi diyeceksiniz” gibi aklımızla oynayan ifadelere benzer eylemlerde bulunmuştu. Karadeniz çayını içi yananlara “hararetinizi alır” diye fırlatmak yerine “bakın bir şey olmuyor, olsaydı bana olurdu” diye her medya fırsatında kana kana kendisi içmişti. Kesin neden bu mudur bilinmez kanserden yaşamını yitirdi.
Bir olasılık
Risk ise arzu edilmeyen durum ve olaylarla karşılaşma “olasılığı”dır. Risk, bilgi ve bilimi sever. Bilgi ve bilim eğitim demektir, o da istikrar ile itibarın koşuludur. Cahil, riski sonu görünmez bir yolculuk gibi algılar ki, risk yönetiminin amacı zaten sona ulaşmamaktır.
Ya olursa
Riskin rutini, sistemi, planı olur; sürdürülebilir olmalıdır. Risk bilinci konfor yaratır. Konforun zaten var olduğunu sanmak yanıltıcıdır, zaman zaman bu nedenle az takdir toplar. Risk, “Bize bir şey olmaz” zihniyetinin altında ezilme riski taşır. Şöyle söyleyelim; kriz çıktığında “keşke” dersiniz, risk yönetimi “keşke” dememek için vardır. Örneğin dere yatağına ev yapmak bir risktir. Buradaki yerleşim, bir gün seli tadacaktır. Örneğin deprem toplanma alanlarının bina yapılması, AVM’ler dikilmesi risktir. Bilim der ki, Türkiye fay hattındadır. Ülkemiz zaten beşik gibi sallanır, ama biz ne yaparız; piyango bize vurmaz diye yaşarız. Örneğin yangın. Her yaz orman alanlarımız küçülür. Bunları o yaktı bu yaktı diye kendimiz söyler kendimiz inanırız. Aslında olmayacak ve olmayan şey değildir… gerçekten bir gün birileri yakar, çünkü vaktiyle buralar dutluktu, ormanlıktı, börtü böcek vardı diye anlattığımız yerler çoktan betondur. Her ne kadar Türkün aklıyla yarışamasa da küresel ısınma yangınların temel nedenidir. Ama biz küresel ısınma riskini tanımamakta, önlem almamakta ısrar ederiz. Kaldı ki, uluslararası anlaşmalara bile katılmayız, meziyetmiş gibi “ama biz gelişelim sonra katılırız” diyebiliriz. Kargalar güler bize. O kargalar, sürekli yangınla mücadele etmek zorunda olan bir ülkenin söndürme ekipmanı olmamasına halkla birlikte ağlar ancak! Hala oğlu, kayınço, görümce gibi yönetsel nepotizm simgeleri bu riskleri görmez, imzala oğlum, salla başı kızım diyene biat eder… bu bir krizdir! Örneğin göçmen konusu, artık bir krizdir. Ama yıllar için de yönetilebilecek bir riskti. Ne yaptık, doldur cukkayı, doldur memleketi. Bu da yangın… daha durun ne yangınlar saracak.
Nasıl bir liderlik
Riski yönetmek sabır ister. Risk yönetmekten söz eden tasarruf yapmayı sever, gelecek öngörüsü geliştirir, planlar yapar. Krizden kafasını kaldırmayan ise yarın yokmuş gibi yaşar ve matahmış gibi dillendirir. Risk pahalı gelir, oysa krizden ucuzdur. Dört işlemi zayıf mı diye düşünürsünüz ama bir koy 5-10 al gibi hesapların ustasıdır. Gelin görün krizde patır patır batar. Batarken yüce gönülden söz eder… nedensiz bir umutları bulunur.
Anlamını bilmeden itibarı severiz
Devletin itibarından söz etmeyi çok çok severiz, olmalıdır da! Devleti temsil edenlerin sıradan vatandaşla tarifeli uçağa binmesinin devlet itibarını zedeleyeceği tartışması rutin olarak gündemimizde yer alır. Muhalefet çok sever bu konuyu! Tam bu sırada orman yangınlarının pıtrak misali memleketi yakması ve söndürecek uçak bulunamaması yetmezmiş gibi halkı imdat çağrısı yapan ülke itibarı ders notu olarak okutulmalı.
Yasak bunlar
Konuşulabilen krizler ve yasaklı krizler vardır. Nispeten konuşulabilenler kurumsal krizlerdir. Diğerlerine yasak koşmak adettendir. Yıllarca kurumlara kriz eğitimi verdim. BP Deep Horizon, Exxon Valdez, Tylenol, Costa Concordia, HSBC patlaması favori krizlerimizdi… HSBC dışında yerel örneklerden vermemeye özen gösteririz; kimse gücenmesin… yerin kulağı vardır duyulmasın…
Orhan Pamuk’un Veba Geceleri'ni okuyun. Anafikir; itibar düşkünü, eğitimsiz, hazırlıksız!.. Hiç mi bir şey değişmez!...