Ağustos ayı cari işlemler verisi açıklandı. Cari işlemler hesabı 528 milyon dolar fazla verdi. Bu veri, TCMB’nin önceki Para Politikası Kurulu duyurularında açıkladığı tahminler ile uyumlu. Hatırlarsanız, önceki birkaç yazımda TCMB’nin cari işlemler dengesine ilişkin ileriye yönelik tahmin açıklamasını eleştirmiştim. Zira TCMB’nin ana görevi ‘fiyat istikrarını’ sağlamak. TCMB Kanunu’nun dördüncü maddesi böyle diyor. Denilebilir ki cari işlemler dengesi ile enflasyon arasında bir ilişki var; bu nedenle cari dengeye ilişkin tahmin açıklayabilir. Ama cari dengeye gelene kadar enflasyonla çok daha güçlü ilişkisi olan başka değişkenler var. TCMB onlar için de mi tahmin açıklayacak? Bunun yerine enflasyon tahminlerini ikna edici biçimde yapmasında ve bunları tatmin edici biçimde açıklamasında sayısız yarar var. Kaldı ki cari işlemler hesabını çok sayıda değişken etkiliyor. Mesela turizm gelirleri. Pandemi döneminde tahmini oldukça zor.
Neden kendinizi tahmin edilmesinin oldukça zor olan bir büyüklüğü tahmin etmeye çalışarak yıpratırsınız ki? Tahmini zor ve üzerinize hiç de vazife olmayan bir makroekonomik değişken için tahmin açıklayıp, (önceki iki ayda olduğu gibi) muhtemel bir başarısızlıkta çok daha önemli olan enflasyon için tahmin kapasitenizi sorgulatmanın ne gereği var? Eleştirimin temel nedeni buydu. Kaldı ki mesele sadece TCMB’nin tahmin performansı da değil. Cari işlemler hesabına bu kadar vurgu ve çoğunluğun beklemediği bir puanlık faiz indirimi, ister istemez akla “TCMB acaba lirayı (reel olarak) değersiz tutmak politikası mı izliyor?” sorusunu getiriyor. Bu sorunun akla gelmesi bile yasası çerçevesinde temel amacı enflasyonla mücadele olan bir kurum için çok tehlikeli.
Tehlikeli çünkü ulusal paranızın değerini düşürmeye çalışmanın en azından iki büyük sakıncası var. Birincisi, döviz kurundaki gelişmeler üretim maliyetlerinin önemli bir belirleyicisi. Paranıza reel olarak değer kaybettirdikçe enflasyonu yukarıya itiyorsunuz. İkincisi, 2018-19 krizinden sonra bir miktar azalmış olsa da hala finans kesimi dışındaki şirketlerin döviz cinsinden borçları ile alacakları arasında önemli bir fark var. Kur sıçramaları onları olumsuz etkiliyor. Onlar olumsuz etkilenince istihdam, yatırım ve üretim de olumsuz etkileniyor. Bu büyük sakıncaların yanında bir de şu sorunlar var ve önemliler. Paranıza reel olarak değer kaybettirmenin temel yolu politika faizini düşük bir düzeyde tutmaktan geçiyor. Gerekirse arada sırada sözlü yönlendirme de yapabilirsiniz. Düşük politika faizi mevduat faizine de yansırsa döviz talebini yükseltiyorsunuz. Böylelikle ilk iki sorun daha da güçleniyor. Ayrıca, “enflasyon birinci öncelikleri değil” algısı yaratarak enflasyon beklentilerini yükseltme riski var. Bu, fiyatlama davranışlarını etkileyip enflasyona yukarı doğru baskı yapar. Kısacası, ulusal paranıza (reel –enflasyondan arındırılmış- olarak) değer yitirtmek için attığınız adımlar, enflasyonu azdırarak aynı reel kur düzeyinde kalabilmek için daha yüksek döviz kuru gerektiriyor. Bu bir sarmal: Giderek daha yüksek kur-daha yüksek enflasyon-daha daha yüksek kur -daha daha yüksek enflasyon demek.