Cari denge, yeni ekonomi modeli varsayımlar, hedef ve beklentiler

Doç. Dr. Ata ÖZKAYA

Galatasaray Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi

TCMB Başkanlığı’nda Mart 2021 tarihinde yaşanan görev değişiminin ardından kamuoyuna yeni bir ekonomi-politik bileşen duyurulmuştu: “Yatırım-Üretim-İstihdam”. Daha önceki yazılarımda, Merkez Bankamızın kanuni görev ve sorumlulukları arasında olan fiyat istikrarının sağlanması asıl amacına ek olarak, bu bileşenin mali politikalar ile eşgüdüm sağlayarak reel ekonomiyi “desteklemek” vasfı görebileceğini değerlendirmiştim. TCMB yaklaşık 8 aylık zaman diliminde, bu eksende para politikası yürütmekte olup, döviz rezervlerini artırmak ve ihracata katılan üretim birimlerine uygun ticari kredi sağlanmasına destek vermek amacını gütmektedir.

Bu zaman dilimde brüt döviz rezervlerinde aylık ortalama 5 milyar ABD Doları artış olduğunu gözlemlemekteyiz. Ne var ki, ticari kredi artışı ancak son bir buçuk ay içerisinde sağlanabilmiştir.

Amaçların seyrini tespit etmek açısından bu girişi yaptıktan sonra; ekonomik görünümün de aynı zaman dilimindeki dinamiğine bakmamız yerinde olacaktır.

Aralık ayında İngiltere ile başlayan yoğun aşılama süreci, Mart ayından itibaren ABD Hükümeti’nin de yüksek miktarda yeni nesil aşı temini ve uygulamasını hızlandırması ile Gelişmiş ülkelerde yaygınlaştırıldı. Böylece Mayıs 2021 tarihinde Gelişmiş ülkelerin “açılma” oranı zirve yaparak, ekonomik aktivite birçok sektörde oldukça hızlandı. Haziran ayından itibaren bu sektörlere, geride kalmış olan hizmetler sektörü de eklendi, turizm faaliyetleri yoğunlaştı. Tüm bunlar, gelişmiş ülke hanehalklarının “kapanma” dönemindeki tasarruflarının da etkisi ile mal ve hizmet talebinde küresel ölçekte bir sıçramaya sebebiyet vermiştir. Bu talebin de önemli bir oranı Gelişmekte olan ülke sektörlerine yönelmiştir. Mayıs ayından bu yana ülkemizin de sanayi büyüme hızı ortalama %10’lar düzeyinde seyretmektedir ve sektörlerdeki siparişler de önümüzdeki yılın II. çeyreğine kadar uzamaktadır. Bu gelişmeler ile 2021 yılı büyüme oranımız da %9.5 üzerinde seviyelerde oluşacağını değerlendirebilirim..

Tüm bu gerçekleşmeleri düşünerek; önümüzdeki dönemi planlamak açısından bazı soruları yanıtlamamız gerekmektedir. Öncelikle politika-yapıcılar ve siyasi düzlem açısından bakıldığında, elde böyle bir tablo varken, ekonomi politik dengelerden hangisi tercih edilmeli, hangisine doğru adım atılmalı sorusu birinci sorudur. Politika yapıcıların Tercih kümesinde iki seçenek ve bu iki seçeneğe bağlı iki temel durum öngörülmüş olabilir. Bunları şimdilik kabaca ifade ediyorum:

1) Düşük politika faizi-yüksek enflasyon-yüksek döviz kuru;

2) yüksek politika faizi-yüksek enflasyon-“ortalama seviye” döviz kuru. Politika yapıcılar yüksek büyümeyi sürdürmek isteyeceklerdir. Sanayi üretim birimlerimiz de yüksek büyüme oranına ulaşmak istedikleri için yatırım finansmanına ihtiyaç duymaktadır. Bu yüzden politika yapıcılar 1) no ile verdiğimiz düşük politika faizi ve artan ticari krediler seçeneğine yönelmek isteyeceklerdir. Bu yönelimin ‘’hedefi’’ de ekonomi kurumlarımız tarafından son 3-4 gündür kamuoyuna “Üretim, istihdam, cari fazla vererek büyüme” modeli olarak duyurulmaktadır.

Peki, ikinci soruyu soralım. Bu isteğin - hedefin gerçekleşmesi mümkün müdür, bunun koşullarını ve zamanlamasını ekonomik ve matematik olarak ölçebilir miyiz?

Bu soruları sorduğumuz zaman, politika yapıcılar açısından 2 temel seçenek çerçevesinde gözüken durum, çok daha farklı ekonomik ve matematik analizleri yapmamız gerektiğini söylemektedir. Çünkü 2 temel seçeneğe indirgenmiş olan ekonomik denge, tasarlandığından daha fazla boyuta sahiptir. Bu durumda yapacağınız öngörü ve hesaplar yetersiz kalabilir. Örneğin, siz bir cismin hareketlerini (3-boyutlu) sadece gölgesini baz alarak (2-boyutlu) öngörmeye çalışırsanız, buradaki değerlendirmeye alın(a)mamış boyut, enformasyon kaybına yol açar ve öngörü hatası yapmanıza yol açarak, hiç arzu etmediğiniz-beklemediğiniz sonuçlar doğurur.

O halde, ikinci sorumuza ek başka bazı sorular sormalıyız:

Ülkemizin sanayi ürünlerine olan küresel talep yüksekliği ne kadar süre daha devam edecektir? Üretimimizde kullandığımız ithal hammadde, ara mamullerdeki fiyat artışının, küresel ölçekte ÜFE’nin seyri nasıl olacaktır? İhracat artış hızımızın ithalat artış hızımızın üzerinde seyretmesinin ekonomik, teknolojik ve talep yönlü şartları nedir, garantisi verilebilir mi? Ekonomi kurumlarımızın “İhracattan kazanılan döviz girdisinin, ithalata yönlendirileceği” ve bu şekilde “dış ticaret çarkının döneceği” varsayımında, oluşacak “zaman gecikmesi” nasıl çözülecektir? Bu zaman gecikmesini yani akış içinde oluşabilecek açıkları önleyebilecek tampon döviz rezervi ne kadar olmalıdır? Ayrıca, bir yıl içinde ödenecek yabancı para cinsinden borçlar için gereken döviz arzı nasıl temin edilecektir? Ek olarak, borç servisiniz ne kadar yükselecektir?

Ekonomik ve finansal karar alıcılarının davranışlarını yönlendiren diğer boyut da çok-yönlü beklentileridir. O halde politika yapıcının ya da siyasetçinin yukarıda belirttiğim tercih kümesinin neden eksik kalabileceğini beklentiler yönü açısından da açıklamamız gerekmektedir. Tercih kümesinin 1) nolu seçeneğini, eksik boyutları (“şimdi”) ve beklentileri (“ileride”) gözönüne alarak tekrar ifade edersem:

1) (şimdi) düşük politika faizi – (şimdi) yüksek piyasa faizi – (şimdi) yüksek enflasyon – (ileride) daha yüksek enflasyon beklentisi – (şimdi) yüksek döviz kuru seviyesi – (şimdi) yüksek döviz kuru volatilitesi – (ileride) belirsiz döviz kuru seviyesi. Eklememiz gereken bir değişken daha mevcuttur: Bu da, orta-dönemde politika faizinin ne yöne gideceğine dair finansal piyasaların beklentileri. Görüldüğü gibi, çok daha farklı ve başarıyla öngörülmesi ve yönetilmesi gereken bir dinamik çerçeve ortaya çıkmaktadır.

Halbuki, politik karar vericiler bu sorunlara “genel çözüm” aramak yerine, tam bu noktada şu argümanı öne sürebilirler:

1- Eğer cari fazla verilmeye devam ederse, zaten döviz kurları düşeceği için, beklentiler “kendiliğinden” stabilize olacak yani enflasyon beklentileri düşecektir, finansal piyasalar ikna olacaktır-faizler düşecektir, döviz kurundaki volatilite de düşecektir.

2- Böylece, yurtdışından yatırımlar ister istemez diğer ülkelere göre daha yüksek büyüme oranına ve daha sağlam makroekonomik verilere sahip olan ülkemize yönelecektir.

Kolayca görülebileceği gibi bu hedef ve argüman aslında tek parça değildir ve bir zincirden oluşmaktadır. Şöyle ki, birden çok varsayımın ardışık gerçekleşmesine bağlıdır ve ön koşulu da çok düşük cari açık ya da cari fazla vermeye devam edecek sanayi kapasitesine sahip olmaktır. Şimdi bu açıdan ele alırsak, şu soruyu yanıtlamamız gerekecektir: Bir ekonominin cari fazla vermesinin gerek ve yeter şartları nelerdir?

Cari fazla dediğimiz kavram İktisat Teorisi içerisinde olsa da, tek başına İktisadi bir değişken değildir. Üretim birimlerinizin niteliğine, mühendislik kapasitenize bağlıdır. Bu yüzden hiçbir ekonomi kısa-dönemde, orta-seviye teknolojili ürün üreten sanayisini, yüksek-teknolojili ürün üretebilecek kapasiteye dönüştüremez. Böyle bir ekonomi politikasını gerçekleştirmek ne kadar geriden geldiğinize bağlı olarak uzun yıllar sürebilir. O halde “gerek” ve “yeter” şartları sıralayabiliriz:

1) Cari fazla vermenin gerek şartlarından birisi uzun-dönemli düşük faizdir ki, girişeceğiniz ürün üretimi için gereken yatırımların maliyeti düşük tutulabilsin. Ancak bu bir gerek şarttır, hedefin gerçekleşmesini garanti etmez.

2) Düşük faizli krediyi sağladığınızda üretim birimlerinizin hangi teknoloji seviyesinde bulunduğu, dahası yetişmiş ehil-insan gücü ve bilgi seviyenizin ne olduğu hedef ürünün üretimi için hem gerek hem de yeter şarttır.

3) Bu ürünlere sürekli olarak küresel talebin gelmesi ve bu ürünleri üreten birçok rakibiniz de var olduğu için; sizin pazar payında rakiplerinizin önüne geçebilecek ve de önünde kalabilecek şekilde (artan ihracatın matematik karşılığı), küresel talebi ürün kalitesinden ödün vermeden daha düşük maliyet ile karşılamak için üretim bilginizi ilerletmeniz, (patent alma kapasitesi) yeter şarttır. Aksi takdirde rakibiniz daha ucuza üretmeyi başarırsa sizin ürününüze talep gelmez, ihracat düşer, cari açık yükselir.

Görülebileceği üzere, düşük faiz süreci eğer sağlanabilirse, tüm bu zincirin başlatılması için gerek şartlardan birisi sağlanmış olacaktır. Ne var ki, istenilen hedefe varmak için hem başka gerek şartların hem de asıl olarak yeter şartların sağlanması gereklidir.

Tam bu noktada politika yapıcılar şu argümanı sunabilirler: Biz belirli bir zaman, örneğin seçim tarihi baz alınarak, orta-düzey teknolojili ürün yapıp, onu satabiliriz. Hazır alıcısı da var diyebilir. Örneğin petrol ürünleri sektörünü ele alalım. Bu sanayi kolunda yeni icatlarda ve patentlerinde en büyük artış 1935-1965 arasındadır. Halbuki ülkemiz petrokimya ürünleri sanayisi günümüzde % 80’in üzerinde dışarıdan ithalat yaparak üretim yapmaktadır. Diğer sanayi sektörlerimiz de göz önüne alındığında, sektörel bazlı değişen oranlarında ara mamul ithal etmekteyiz. Dolayısı ile ihracatçı sektörlerimizin geliri, üretim faktörleri temelinde i.) yurtdışı ÜFE – yurtdışı TÜFE farkına hassas seyretmektedir, ii.) işgücü başta olmak üzere diğer başka faktörler temelinde TL varlıklara hassas seyretmektedir. Küresel ekonomik dinamikler nedeni ile şu an yurtdışı ÜFE ile yurtdışı TÜFE farkı ÜFE lehine büyüdüğü için, ihracat gelirlerimizin artış hızı ABD doları cinsinden, ithalat giderlerimizin artış hızının altında kalacak ve bu da cari açığımızı istenilen ölçüde kapatmamızı engelleyebilecektir. Ek olarak; ABD, AB’nin kapasite kullanımı oldukça yükselmektedir. Diğer yandan, yurtiçi ÜFE ve yurtiçi TÜFE oldukça yüksek seyrettiği için ve yükselmesi beklentisi sürdüğü için diğer üretim maliyetleri de yükselecektir. Ayrıca, döviz kurunun belirli bir maksimum seviyeden “kendi kendine dönebileceği” düşünülürse ve bu seviye matematik olarak önceden öngörülmemişse ve döviz kuru volatilitesini sınırlayabilecek yeterlilikte önlemler alınmaz ise, bu tablo çok daha belirsizlik üretebilir, fiyatlama davranışlarını tamamen bozarak, ticaret akışını durdurabilir.

Eğer yukarıda sıralanan gerek ve yeter şartların sağlandığına hükmedilirse; o zaman uygun zaman serisi analizi modelleri uygulanır ve hangi enstrümanın ne kadar kullanılması gerektiği ölçümleri yapılarak, ekonomi politikasında kalibrasyona gidilir, uygulamalar netleştirilir. Ancak, gerek ve yeter şartların sağlanmadığına ve sağlanmama risklerinin güçlü olduğuna hükmedilirse, herhangi bir matematik yapı uygulanarak karar vermeye gerek kalmaz. Bu durumda yeni modelin tekrar değerlendirilmesi düşünülebilir.

Tüm yazılarını göster