Olay, bir gazetecinin 2003 yılında The Times gazetesinde yayınladığı bir makale ile başlamış. Bu gazeteci Londra Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören en yüksek değere sahip 100 şirketin (FTSE 100) performansına bakmış. Yönetim kurullarında kadın olan şirketler, kurullarında sadece erkek olan şirketlere göre daha kötü performans göstermişler demiş. Yani “Ellerinin hamuru ile erkek işine karışan kadınlar” bir şirketin yönetim kurulunda olunca şirketin performansı ve hisse senetinin değeri düşmüş. Hem de bunu söyleyen gazeteci Elizabeth Judge, erkek değil, bir kadın. Bu haberden haberi olan erkekler herhalde “Biz diyoruz da bize inanmıyordunuz. İşte sonunda bir kadın da bunu kabul etti” deyip Londra Pub’larında kadeh tokuşturmuştur.
Acaba bu yayından sonra mı, yoksa ondan önce mi bilemiyoruz, aynı konu ile ilgili bir araştırma Exeter Üniversitesi’nde yol almaya başlamış. Araştırma 2004 yılında yayınlanmış. İki araştırmacı Michelle Ryan ve Alex Haslam, yine FTSE 100 firmalarının hisse senetleri fiyatlarına bakmışlar: Kadın yönetim kurulu üyesi atanmadan ve atandıktan sonra. Ve şunu bulmuşlar: Yönetim kurullarına kadın üye atayan şirketlerin hisse senedi değerleri zaten düşüşte imiş. İşte buradan “Cam tavan” kavramına nazire olarak “Cam Uçurum” terimini yaratmışlar. “Cam uçurum”,kadınların atandığı başarı oranı riskli, ama riski uzaktan görünmeyen pozisyonlar için kullanılan bir terim. Önce cam tavan, sonra cam uçurum konusuna değineceğim.
Kişileri bir pozisyona atarken, o pozisyonun gerektirdiği yetkinliğe bakmak gerekir. Ama bu yetkinliğin dışındaki niteliklere önyargı ile bakarak karar vermek ayrımcılığa girer. Cinsiyet ayrımcılığı bunların içinde en yaygın olanıdır. Diyelim ki, organizasyondaki bir pozisyona atama yapacaksınız ve adaylar içinde yetkinlikleri en uygun olanı bir kadın. Kadın olduğu için onu atamazsanız ayrımcılık yapıyorsunuz demektir. Bunu da açık açık yapmayıp, bu politikayı türlü bahaneler uydurup saklıyorsanız o organizasyonda “Cam tavan” var denir. Peki bunun zararı nedir?
Bir şirket düşünün, müşterilerinizin yarısı kadın. Pazarlama bölümü yöneticisi adayları arasında bir kadın var ve nitelikleri erkek adaylara göre çok yüksek. Ama tercihinizi bir erkek adaydan yana kullanıyorsunuz. Halbuki kadın müşterilerin tercihlerini, düşünme tarzlarını belki en iyi bilecek kişi yine bir kadın olacaktı ve daha başarılı olacaktı. Ama yönetim, tercihini kadın adaydan yana kullanmayarak büyük hata yapmaktadır. Bu şirket içindeki kadınlar kendilerini nasıl hisseder? Adalet duygusunun yaralandığı bir şirkette kadınların morali nasıl olur? Yetkin kadınlar böyle bir şirkette kalır mı?
Cam tavan meselesi sadece şirketler için geçerli değildir; siyasi partilerde de aynı durum söz konusu olabilir. Şu an meclisimizde zekası gözlerinden fışkıran, açık sözlü, hukukçu bir kadın milletvekili, Saliha Sera Kadıgil Sütlü var. Bir programda meclisten “Zengin, yaşlı, erkek patronlar klübü” diye söz etmişti. Bu yazıyı yazarken “ Bakayım, durum dediği gibi mi? “dedim. Konumuz cinsiyet ayrımcılığı olduğu için sadece milletvekilleri arasındaki kadın oranına baktım. Gördüm ki, Sera Kadıgil az bile söylemiş; kadın oranı utanılacak seviyede, %17,33. TÜİK’in son rakamlarına göre ülkemiz nüfusunda kadın oranı %49,9. Milletin vekili diyoruz ama, burada sanki sadece halkın erkek kısmı temsil ediliyor. Partilerdeki kadın milletvekili oranlarına baktığımızda durum daha da şaşırtıcı.
Partilerde kadın milletvekili oranları şöyle:
Bölgeler Partisi: %100; Halkların Demokratik Partisi : %39,29; Türkiye İşçi Partisi: %25; Adalet ve Kalkınma Partisi:%18,95; Cumhuriyet Halk Partisi: %11,94; Milliyetçi Hareket Partisi: %8,33; İyi Parti:%5,41. Geri kalan 8 partide bu oran :%0.
Birinci sırada yer alan Demokratik Bölgeler Partisi’nin tek milletvekili var, o da kadın.Onun için oran%100 çıkmış. H.D.P. kadın temsili konusunda en ileri seviyede. Örneğin, eş genel başkanlarını da kadın seçiyorlar. Üçüncü sıradaki İşçi Partisi’nin dört milletvekilinden birisi kadın, o da C.H.P.’den geçmiş Sera Kadıgil. Eğer Sera Kadıgil geçmemiş olsa idi oran %0 olacaktı. Yani savundukları “eşitlik” ilkesi sadece söylemlerde kalacaktı.
A.K.P.’nin oranı şaşırtıcı değil. Neden mi? Partinin Başkanı, bir imza ile Türkiye’yi uluslararası bir sözleşmeden, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkardı. Sözleşme, kadına yönelik şiddeti, aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen bir sözleşme idi. Partideki hiçbir kimsenin, Meclis’teki kadın milletvekilleri dahil tek vekilin gıkı çıkmadı. Öte yandan partinin Grup Başkan Vekili Özlem Zengin “6284 sayılı kanun bizim kırmızı çizgimizdir” dedi. Trollerin saldırısına uğradığını, telefonda tehdit edildiğini ve saldırılar karşısında yalnız bırakıldığını söyledi. Bu kanun da 2012 yılında kabul edilmiş; ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair bir kanundur. Daha kadının şiddete karşı korunmasına dair kanunları bile hazmedemeyen bir anlayışın hakim olduğu bir partiden nüfustaki oranda kadın milletvekili beklemek iyimserlik oluyor. Bu mevcut oranı çıkarmış olmaları bile bir büyük kazanç. Bakalım önümüzdeki seçimde bu oranı koruyabilecekler mi?
Bu partiler aritmetiğinde en şaşırtıcı oran, CHP’nin %11,94 oranı oldu. Eğer Sera Kadıgil istifa etmemiş olsa idi bu oran %12,59 olacaktı. Partinin söylemlerine ve bu orana baktığımızda cam tavanların camlarının şaşırtıcı derecede temizlenmiş olduğunu görüyoruz. MHP’in oranı ise şaşırtmadı beni; sanırım kadınlar orada çok tercih edilmiyor. Lideri kadın olan İyi Parti’ye ise bu oran hiç yakışmıyor.
İş dünyası için bulunan bu cam uçurum kavramı daha sonra siyaset, spor ve başka alanlar için de kullanılmış. Ayrıca sadece kadınlar için değil, başka etnik gruplar için de geçerli olduğu görülmüş. Örneğin, US erkek basketbol liginde kaybeden takımlara zenci koçların atanması olasılığı beyazlara göre daha yüksek bulunmuş. Öte yandan, Fortune 500 şirketlerinde 15 yıllık bir zaman diliminde yapılan CEO atamaları incelenmiş. Zordaki firmalara kadın veya azınlık gruplarından CEO atama olasılığı, beyaz erkek CEO atamadan daha yüksek olduğu görülmüş. Yine bir araştırma İngiltere’deki seçimlerle ilgili yapılmış. Muhafazakar Parti, kadın adaylarını erkek adaylara göre kazanılması zor olan yerlere koymuş. Öte yandan Fransa ve İsviçre’de sol kanadın da zor kazanılacak koltuklar için azınlık gruplardan adayları çıkardığı görülmüş.
Cam uçurumun gerekçeleri üç kategoride sınıflandırılıyor. Birincisi, kadınların bazı özelliklerinin kriz yönetiminde erkeklere göre daha üstün olduğu varsayımı. Özellikle krizdeki şirketlere yeni kadın CEO atamalarını bu kategoride değerlendirmek gerekiyor. Bir diğer kategori ise siyasi partilerin dışarıya “Biz değişiyoruz” sinyallerini vermesi olarak nitelendiriliyor. Üçüncü kategori ise tıpkı cam tavan gibi ayrımcılık. Kadın atamalarında bu üç gerekçe de geçerli
Ayrımcılık zararlı bir uygulamadır. Seçme havuzunuz ne kadar geniş olursa, en iyisini seçme olasılığınız o kadar yüksek olur. Örneğin, kadınlara karşı ayrımcılık uygularsanız, seçme havuzunuzu yarıya düşürüyorsunuz demektir. Bu da iyi eleman bulma olasılığınızı düşürüyorsunuz anlamına gelir. Eğer konu siyasi parti ise, erkek ağırlıklı milletvekilileriniz ile seçmeninizi iyi temsil etmiyorsunuz anlamı çıkar. Önümüzdeki seçimlerde partilerin buna dikkat etmesi gerekir.
Kadınları seçilmesi zor yerlere aday yaparak onların önüne cam uçurumlar konulmamalıdır. Kadınlar mecliste kadın nüfusunu temsil edecek oranda olmalıdır.
Anneler gününde yılda bir kez “Anneler çiçektir” deyip sonra da onlara ikinci sınıf yurttaş muamelesi yapan, yılda bir kere kadınlar gününde bile meydanları onlardan kıskanan, çiçeklere (!) biber gazı sıkan zihniyet çağdışıdır.
Bu devirde kadın gücünü yoksamak, onları türlü dalaverelerle karar mekanizmalarından ayrı tutmak rasyonel değildir, kabul edilemez.