Cahit Kayra, yaşama borcunu eksiksiz ödedi

Cahit Kayra geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrıldı. 104 senelik ömrünü dolu dolu ve son ânına kadar yazarak, ortaya bir şeyler koyarak geçirmişti. Asırlık tanıklıklarını kitaplaştırdığı onlarca çalışması vardı.

1980’lerin ortalarında Güneş Gazetesi’nin sanat sayfasını yönetirken tanımıştım kendisini… Gerçek bir entelektüeldi. Yazdıklarından, anlattıklarından çok şey öğreniyordum. Yıllar yılları kovaladı, milenyumun başladığı sene kendisinden yayın yönetmeni olduğum Dünya Kitap’ta yazmasını rica ettim; her zamanki gibi kırmadı, kabul etti. Yazılarının başlığı “Geleceğin Dünyası”ydı.

Geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrıldı. 104 senelik ömrünü dolu dolu ve son ânına kadar yazarak, ortaya bir şeyler koyarak geçirmişti. Asırlık tanıklıklarını kitaplaştırdığı onlarca çalışması vardı. “İnsanın kendisini gerçekleştirmesi diye bir şey var” diyor ve anlatıyordu:

“Yaşam çok güzel bir şey, yani hakikaten şükretmemiz lâzım. Eğer bir başka kuvvet varsa, neyse, ona şükretmemiz lâzım. Bir ağaç olarak, bir kuş olarak yaşam çok güzel bir şey. İster inan ister inanma buna cevap vermek, hakkını ödemek lâzım. İnsanın kendini gerçekleştirmesi de bu. Nasıl bir çiçek açarsa, meselâ insan yeni bir çocuk yaparsa bu da öyle...”

Kadıköy, Moda’daki mütevazı evinde, çalışma odasındaydık. “Yani siz kitaplarınızla yaşama borcunuzu ödüyorsunuz” demiştim. Söyleşimizin başlığı o olmuştu: “Yaşama borcumu ödüyorum.”

İlk kitabı neredeyse 70 yıl önce 1953'te çıkmış “Yakın Doğu ve Irak Petrolleri” isimli bir araştırma... Kayra’nın maliyeci yönü var, bürokrat yönü var, siyasetçi yönü, bakanlığı var. Tââ 90'ların başına kadar geliyor bu alanlardaki çalışmaları, şirketlerin yönetim kurullarında da görüyoruz kendisini... Ama bütün bunların yanında bir de öykücü Cahit Kayra geliyor yılar sonra. “Bu nasıl ortaya çıktı?” diye soruyorum:

“Önce bir şey söyleyeyim size: Hep de söylüyorum bunu çok sevdiğim bir söz, kimindir bilmiyorum: Çocuk doğduğu zaman kendisini dört duvar arasında bulurmuş. Ve biri gelirmiş buna bir merdiven verirmiş 'istediğin yere çık' dermiş ve çocuk, daima yanlış yere çıkarmış!”

Yani siz?

“Ben de yanlış yere çıktım!”

Edebiyata duyduğunuz heves mi yanlış olan? diyorum.

“Çocukluğumda çok arkadaşım olmadı, belki bir-iki tane vardı. Onun için okumaya yazmaya daha çok zaman ayırdım. Mülkiye'ye girişim, maliye müfettişi oluşum, sonra diplomasi, sonra bilimle uğraşım, sonra da politika... Bunların hepsi yanlış yerler. Bizim merdiven yanlış yerde yani. Ben, 80 yaşından sonra yazmaya başladım.”

İstanbul da kitapları arasında yerini alıyor. Hemen aklıma gelen “İstanbul Zamanlar ve Mekânlar”, “İstanbul Haritaları”, “Eski İstanbul'un Eski Haritaları, “İstanbul'un Yokuş ve Merdivenleri”, “İkinci Mahmut'un İstanbul'u Bostancı Sicilleri” biribiri ardına yayınlanıyor. Kayra, “yanlışlık da orada” diyor ve devam ediyor:

“Bodrum Üzerine Çeşitlemeler’i yazdığım zaman gerek Minâ Urgan, gerek Cevdet Kudret elimi sıktılar ve dediler ki 'tamam sen bundan sonra bu işi yapacaksın.' Ama ben bıraktım onları ve haritalar üzerine çalıştım, harita kitapları yaptım. Koca koca harita kitapları. Benim harita ile ne ilgim var?! (…) Eğer merdiveni başlangıçta mülkiyeye değil de başka bir şeye dayasaydım, meselâ gazeteciliğe girseydim, muhabir olsaydım herhalde daha başka şeyler yapardım.”

“Ah O Yemen” kitabındaki yakışıklı paşa, Cahit Bey’in kayınpederi. Büyük bir harita koleksiyonu varmış, ondan bir hayli harita ve üzerine kitaplar kalmış. Eh, Cahit Bey gibi birisi çalışmadan olur mu? İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin arşivindeki haritaları günyüzüne çıkaran da o. Kendi ağzından dinleyelim:

“Belediyede çalışıyordum. Odalarda birtakım haritalar gördüm, ama ondan da öte bir merak, dedim ki bu belediyenin bir arşivi yok mu? Saraçhane’deki o büyük binada belediyenin bir arşivi var mı yok mu kimse bilmiyor. Peki bu haritalar nereden çıktı? ‘Bakırköy'de oturan Yusuf Bey var o bilir’ diyorlar. Onu arıyoruz filan, ama sonra birisi dedi ki aşağıda kapalı bir yer var. Belediyenin en altına indik. Geniş, karanlık bir koridorun bir ucunda bir oda bulduk. Odanın anahtarı yok. Çilingirler getirildi odayı açtık. Muazzam bir salon. Yerde dört parmak su ve etraf baştan aşağıya kitaplar, haritalar. Özel harita dolapları var. Bazı haritalar suya inmiş, kireçlenmiş filan. Fotoğraf camları... Muazzam bir şey.

İçeriye girenler Hilmi Yavuz (Kültür Daire Başkanı), Hasan Mani daha bir-iki kişi. ‘Burayı ele almak lâzım,’ dendi. Dışarı çıkarken Hasan Mani oradan bir tomar aldı, verdi 'bak bunlara dedi.' Ben de aldım tomarı. Çıktık yukarı açtık. 1850'lerde Boğaz'a yapılması planlanan köprünün plânları...

Bunun üzerine karar verdik bu arşivi düzenleyelim diye. Bana belediyenin kütüphanesini verdiler, yanıma da adamlar. Sanayi Kalkınma Bankası da 10 bin lira verdi. O zamanların parasıyla büyük paraydı. Ve oradan 6 bin parça harita çıkardık.
Şimdi bunlar olurken, öbür tarafta Sanayi Kalkınma Bankası Genel Müdürü Özhan Eroğuz’a dedim ki 'bak işte böyle bir harita var elimizde İstanbul'un 1850'lerde yapılmış köprü planı. Bir harita kitabı yapalım.' Bir taraftan belediyede o haritalarla uğraşırken bir taraftan da o kitabı bitirdim.”

Yaşama borcunu son ânına kadar ödemeyi sürdürdü Cahit Bey, onu çok özleyeceğim…

Tüm yazılarını göster