Bir masalmış geçen yıllar
kaç yaprak var elimizde
aşk bir rüyaymış uyandık
adı kaldı dilimizde…
Buradaki aşk medya, söyleyenler de tüm mecraları kucaklayacak şekilde kullanılırsa gazeteciler olursa, şarkı daha anlamlı gelecek kulağınıza. Ben küllerinden doğacağına inananlardanım. Büyük bir aşkla da bunu bekliyorum. Gazeteci olmanın da haber üretmenin de genel olarak içerik ve iletişim eyleminde bulunmanın da mesleklerin (bana göre) en şahanesi olduğuna inanıyorum.
DÜNYA Gazetesi ve çalışanları bize koşullar ne kadar zor olursa olsun gazetecilik yapmak üzere gönlünü, emeğini, hayatını veren “gazeteciler” olduğunu gösteriyor. Sanırım kurucu Nezih Demirkent’i memnun edecek gururlandıracak bir adım. Bir gazetenin küllerinden yeniden doğacak olmasını heyecan içinde bekliyorum. Dünya bana göre hedef kitlesini çok akıllıca seçmiş, yine aynı şekilde ilgi ve uzmanlık alanlarını özenle belirlemiş bir gazete. Kuruluşunda temelleri büyük hesap kitapla atılmış olmalı ki, zorluklara karşın temelini koruyabildi. Tabii ki DÜNYA’nın yeni medya sektörü ve teknolojik ve ekonomik dinamikler içinde atması gereken önemli adımlar var. Iskalamayacağına dair inancım var. Önünde hem küresel ve hem yerelde çok kötü örnek, az iyi örnek olmakla birlikte iyiler gerek yeni nesil dijital gazetecilik, yeni nesil abone ve esası her zaman iyi gazetecilik olan gerçek habercilik yapıyor. Zamanın ruhunu yakalamak akıl işi, tesadüfen olmuyor. Dünya’nın yeniden doğduğuna inanmak istiyorum.
Bunları ifade ettikten sonra, gelin yılın sonuna yaklaştığımız bir dönemde medya değerlendirmesiyle devam edelim. Gördüğümüz ve göreceğimiz manzara, sorumlu kişiler olarak hoşumuza gidecek gibi değil.
Yalan haber her yanı sardı. Kirlenmemek için çabaların en büyüğünü göstermek zorundasınız. Şüphe kazanına atılmış kaynıyoruz. Gazetecilerin yerini başka mesleklerden hatta mesleksiz insanlar aldı. Masum vatandaş gazeteciliği zararın en büyüğü.
Vatandaş olmanın belli başlı temel hakları var. Temiz hava, su, sağlık hizmetleri, eğitim, savunma ve haber alma özgürlüğü gibi. Haber almanın doğrulanmamış dedikodular halinde yayınlanması açlık ve susuzluk gibi karanlıkların en büyüğü.
Ve ne yazık ki, gazeteci olarak tanıdıklarımız da görmek istediğimiz kadar masum değiller gazeteciliğin sonunu yaratırken. Her şeyi öngördükleri varsayılan, bilgi birikimlerini boşa savurarak geleceğin kendileri için ne getireceğini öngöremediler. Teknolojiyi, dönüşen kitleleri, şekil değiştiren platformları, daha çok çok sayabilirim… Sektör başta bizim gibi ülkeler olmak üzere tüm dünyada zor zamanlardan geçiyor. ABD’de hayır kurumu statüsüne geçmek zorunda kalan büyük tirajlı gazeteler var. Büyük gruplar birleşiyor. Çok sayıda gazeteci işten çıkarılıyor. Bugün öğrendiğim bir haber dudaklarımı uçuklattı; gazeteciler bir platform kurmuşlar kimin hangi yayın organında ne ücret aldıklarını ifşa ediyorlar.
Ümit Alan reklamcı ve gazeteci yazar. BirGün gazetesinde medya üzerine köşe yazısı yazıyor. Türkiye’de medya üzerine konuşan çok ama sistemli yazan çizen kafa yoran kişi ve kurum az. Alan’ın Saray’dan Saray’a Türkiye’de Gazetecilik Masalı başlıklı çalışması ilgimi çekmişti. Kitap yeni olmasa da güncelliğini genel itibarıyla koruyor.
- Yaprak Özer: Gazetecilik bir masal mı? Masallar güzel olur, sizinki ironi dolu.
Ümit Alan: Bu aslında kelimenin kötü anlamıyla bir masal. Yani gazetecilik normalde gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışan, hakikatle ilişkisi olan bir şeydir. Masal gerçekten farklı bir yapıdır ben onu sorgulamak istedim; gerçekler yıllar içinde nasıl masal oldu? Benim için de bir masaldı, çocukluk hayalimdi gazeteci olmak. Sonra Basın Yayın Bölümü’nde yüksek lisans tez konumu gazetecilerin mutluluğu üzerine seçtim. Gazetecilerin çok mutsuz olduğunu fark ettim. 2000-2003 arasındaki kesitte inanılmaz mutsuzluk vardı bu mutsuzluğun nedenlerini sorguladım.
- Yaprak Özer: Ne çıktı?
Ümit Alan: Türkiye’de herkes için öncelikle ekonomik nedenler çıkıyor. İkinci kısım gazeteciliğin tatmin eden ve mutluluk veren tarafı, hakikati ortaya çıkarmak. Bu tarafta çok yalnız bırakıldıklarını gördüm. Öyle bir imkân sağlanmadığını, hakikat bir yerlere dayandığında kimi çıkar odağına, kimi çıkarlara dayandığında hakikatin ortaya çıkarılmasından çekinildiğini, ama sansür ama ultra sansür ama patron sansürü gördüm. Ve bunun bir masala doğru gittiğini tespit ettim.
Yaprak Özer: Saray’dan Saray’a çalışmasında Türkiye’de gazetecilik adına konuşmadığımız önemli bir konu var. Bu topraklarda gazeteciliğin doğuşu da yanlış. Fikir özgürlüğünden dolayı ortaya çıkmış değil, Osmanlı’da da sisteme embed edilmiş bir unsur. Halk bunu “böyle” bilsin dercesine bir gazetecilikten söz ediyoruz. Anlaşılan o ki, hiçbir zaman evrilmemiş. Yanılıyor olabilir miyim?
Ümit Alkan: Yok.
Yaprak Özer: Hiçbir kuşak özgür gazetecilik yaşamadı…
Ümit Alkan: Önce şunu söyleyeyim ben bu kitabı 2013 yılında yazmaya başladım. Yazma nedenim tamamıyla Gezi Direnişinden sonra gençlerdeki şu algıydı; Türkiye’ye 2002 yılında bir iktidar geldi ve gazetecilik bu hale geldi. Bunun böyle olmadığını akademik basın yayın eğitimi gördüğüm için biliyordum. Ve şu anki yaşadıklarımızın bir neden değil de bir sonuç olduğunu yani geçmişte hiçbir şekilde bununla hesaplaşmamış olmamızın bunun üzerine hiç gitmemiş olmamızın sonucu olduğunu düşünerek kitabı yazdım. Geleneği de sakat ya da prematüre doğum olarak tanımladım. Gazeteciliğin doğumu kontrollü bir organda gerçekleşmiş. Batı’da gazetecilik ticaretin de eklemlendiği bir iletişim ihtiyacından doğuyor. Bizde ise Saray’da doğmuş. Osmanlı’nın ilk resmi gazetesi gibi bir gazete. Padişahın Batılılaşma sevdası içerisinde bir enstrüman; her Batı ülkesinin bir gazetesi var, bizim de olsun, neden olmasın… O dönem İmparatorluk sınırları içinde okur az, yazabilen de az. Yazabilenlerin hepsi Saray’da görevli. Gazeteci diyebildiğimiz kişiler Saray’da kalem erbabı, görevli olan memurlar. Hal böyle olunca gazeteciliği bir sınıra kadar yapabiliyorlar. Böyle bir gelenekleri oluyor.
Yaprak Özer: Zaten gazeteciliğin de öyle bir şey olduğunu sanıyor.
Ümit Alkan: Evet. Yani bu kadarını yapabileceğini düşünüyor. İlk özel gazetemizi Churchill adında bir yabancı gazeteci kurmuş ki, gazeteci de değil aslında. Hikaye de trajikomik. Churchill şu anda Maslak diyebildiğimiz alanda ava çıkıyor. Bir Türk çocuğunu yaralıyor, tutuklanıyor bu arkadaş. İngilizim beni nasıl tutuklarsınız derken, dönem Kapitülasyonlar dönemi, İngiltere de Osmanlı hükümetinin tepesine çöküyor; “…nasıl bir İngiliz vatandaşını bize sormadan tutuklarsınız, böyle bir şeye nasıl cesaret edebilirsiniz…” Osmanlı hükümeti telaşlanıyor. Türk çocuğu yaralayan İngiliz’i ödüllendirmek istiyorlar. Ne istersin diye soruyorlar, iki şey karşılığı veriyor; biri zeytinyağı ihraç belgesi biri de gazete çıkarma izni. Bizim ilk özel gazetemiz bu yolla kurulur. Churchill yürütemez. Türkiye’de okur olmadığı için gazete alan yok, kar edemez. Saray’a bana yardım edin der. Saray da ayda 2 bin 5 yüz altın vermeye başlar. İlk özel gazetemiz bu hikâyeyle çıkan bir gazete.
Yaprak Özer: Bugün de gazeteler sübvanse ediliyor, bu nedenle de evrim mümkün olmuyor. Aslında bütün dünyada geleneksel gazetelerin içinde bulunduğu sorun gelir modeli. Gelir modelini konuşalım.
Ümit Alan: Evet. Her dönemde olmuş yani sadece bu dönemde değil. İki boyutu var. Dünya’da gazetecilik genel bir gelir modeli krizi içerinde. İnternette haberin bedavaya dağılıyor olması gerçeğinden sonra. Bir de Türkiye’ye özgü problemler var. İlk problemden başlayayım; önceden gazetelerin ya da televizyondaki haberlerin finans modeli şuydu; ticari kuruluşlardan aldığı reklamın geliri gazeteyi döndürür bayiden gazete satışı da kâğıt maliyetini belki karşılar belki karşılamazdı. Bayi satışının bir karşılığı vardı. Çünkü ticaret insanlarının ben bu gazeteye reklam girdiğim zaman insanlara ulaşılacak diye inancı vardı. Artık gazetelerin bayi satışı diye bir şey kalmadı. Yaşı ileri çok çok küçük bir kitle alıyor. Reklamdan kar etmek gibi durumu kalmadı hiçbir gazetenin.
Yaprak Özer: Bugün ne kadar gazete basıldığını biliyor muyuz, örneğin 3 milyonu buluyor mudur?
Ümit Alan: Bulmuyordur. Çoğu da satılmıyor zaten. Çeşitli aboneliklerle, örneğin iş adamlarına toplu alım yaptırarak kendi kendini kandıran bir sistem var. Çünkü Basın İlan Kurumu gazetelere ayrıca ilan için para veriyor resmi ilanlar için. Dolayısıyla artık göstermelik çıkan bir şey var orada. Ne kaldı geriye; internette dijital gazetecilik yayınları. Bunlarda da banner’ların Google’dan gelen reklamların gazetelerin maliyetlerini karşılama olasılığı yok. Çünkü o işin aslan payını Facebook, Google, Twitter gibi dünyanın en büyük sosyal medya şirketleri alıyor. Eee ne yapacak gazeteci ya bir ticaret grubuna kendini finanse ettirecek, o zaman da gazetecilik o ticari grubun çıkarlarına dayanacak. Mesela 80’lerden örnek vereyim; Hürriyet Gazetesi’nin eski patronu Erol Simavi beyaz et (tavuk) işine giriyor. Bir süre sonra gazetenin arka sayfasında kırmızı etin zararlarıyla ilgili bir sütun beliriyor. Her gün kırmızı et şöyle zararlı, böyle zararlı ana fikrinde yayın yapıyor. Gazete patronunun beyaz et işinde olması nasıl içeriği etkileyebiliyor…
Yaprak Özer: Herhalde en masum örneklerden bir tanesiydi bu.
Ümit Alan: Çok masum bir örnek.
Yaprak Özer: Ondan sonra başka örneklerle duvardan duvara savrulduk…
Ümit Alan: Sonra iş enerji ihalelerine kaydı örneğin…
Yaprak Özer: Sonra inşaatçı oldular, enerjiye girdiler, sanayici oldular, tüccar oldular. Yani gazetecilik dışında patronlar her şeyi yaptılar ve yapmaktalar.
Ümit Alan: O zaman diyor ki, sen bana bu ihaleyi ver, ben de senin reklamını yapayım. Doksanlarda başladı.
Yaprak Özer: O zaman gazeteciliğin hala bir gücü var mıydı?
Ümit Alan: Etki gücü vardı.
Yaprak Özer: Bugün var mı?
Ümit Alan: Bugün öyle bir ikna gücü yok. Eğer bugün öyle bir ikna gücü olsaydı, İstanbul’da 2019’da yaşadığımız yerel seçimlerde bu sonuçlar çıkmazdı.
Yaprak Özer: Dijital medyanın şansı olduğu söylenebilir mi?
Ümit Alan: Dijital medyanın daha fazla şansı var. Çünkü dünyada haber çok çeşitli kaynaklardan geldiği için haberin güvenilirlik azaldı.
Yaprak Özer: Abonelikle tiraj arasındaki denge örneğin The New York Times gibi başarılı örneklerden bir tanesi olabildi. Yıllarca uğraştıktan sonra o döngüyü kırdı. Bizde tiraj – abonelik arasındaki makas abonelik lehine döndü. Nasıl bir değişiklik oldu anlatır mısınız?
Ümit Alan: Dönmedi. Bizde internette hala kar eden kazançlı bir gelir yaklaşımı bulunamadı. Çünkü onu sağlayacak içerik kalitesi yok.
Yaprak Özer: Kalite olmadığı için abonelik yapılamıyor öyle mi?
Ümit Alan: Evet. Hiç kimse bunu para ödemeye değer bulmuyor. Çünkü insanların işi zorlaşıyor. Bir gazetede bir haber okuyorlar, yarım saat sonra onu yalan olduğu ortaya çıkıyor. Hatta en ciddi gazetelerde en muhalif ya da bağımsız diyebildiğimiz gazetelerde bile bu oluyor. Sadece iktidar tarafındaki gazetelerde değil. Dolayısıyla hiç kimse, neden doğrulamam gereken, birkaç saat sonra yalan olduğu anlaşılacak bir şey için para ödeyeyim diyor.
Yaprak Özer: Aslında okur uyanık.
Ümit Alan: Okur yavaş yavaş uyanıyor.
- Yaprak Özer: Maliyeti nasıl düşürebilirler hiç kafa yordunuz mu buna?
Ümit Alan: Tabii ki, çok zorlanacaklar. The New York Times gibi uzun bir süre yatırım yapmaları gerekecek.
- Yaprak Özer: Neye yatırım? Gazetecinin kendisine olmalı herhalde değil mi!
Ümit Alan: Gazetecinin kendisine, gazeteciliğe ve itibara. Nasıl şu an çok büyük şirketler itibar yönetimi diye itibarlarını ayrıca yönetiyorlar ve itibarlı şirket olmayı daha fazla belirli bir dönem için önemsiyorlar. Kardan önce önemsedikleri zamanlar oluyor, gazetelerinde bunu yapması lazım. Yani ben x gazetesinde bir haberi okuduysam, ona güvenirim. Onu doğrulamaya ihtiyacım olmaz diye düşünecek. Bir okur olmam gerekiyor. Bütün okurlar da böyle değil bu arada…
Yaprak Özer: Nasıl?
Ümit Alan: Bilinçli okur var. Onlar zaten para ödeyebilecek okurlar. Kimi okur da inanmak istediğine inanıyor. Yalan haberin dünyada çok yaygın olmasının nedeni bu. Örneğin mülteciler şu an Türkiye’de en önemli sorunlardan bir tanesi. Mültecilerle ilgili olumsuz bir görüşe sahipseniz, içsel olarak onların Türkiye’de olmasından rahatsızlık duyuyorsanız, mültecilerle ilgili üretilen yalan habere kolayca inanıyorsunuz.
- Yaprak Özer: Dünya istatistiklerine göre herhangi bir gün, gün içinde 10 – 200 sefer yalana maruz kalıyormuşuz. Her gün yalan söylüyoruz. Özünde yalan söyleme alışkanlığımız var. Bir de bunun gazete ya da haberciliğe yansıması işi zorlaştırıyor. Biraz da bize okuru anlatın.
Ümit Alan: İnternet diye bir şeyle tanıştık. 90’lı yılların sonunda evlere dağıldı. Sosyal medya yaygınlaştı. Facebook – Twitter… o şu bu; en eskisi bile 2007 yılında. Facebook, Türkiye’de 2007 yılında yaygınlaşmaya başladı. 12 yıldır akıllı telefon ya da internetten sosyal medya diye bir alem içindeyiz. Bununla ilgili hiçbir eğitime sahip değiliz. Benim kuşağımdaki insanlar seksenlerde ilkokul eğitimi gördü, doksanlarda liseyi bitirdi, üniversiteyi 2000’lerin ortasında bitirdi… Hiçbir eğitimini almadık, bilmiyoruz, bu aletle ilişkilerimizi ölçemiyoruz. Otomobilin icadıyla emniyet kemerinin zorunlu hale gelmesi arasında 100 yıl var. Yani insanlar 100 yılda ancak otomobil kazalarında ölmeme konusunda irade sahibi olabilmiş.
- Yaprak Özer: Medyaya bunu nasıl bağlıyorsunuz?
Ümit Alan: 2007’de hayatımıza giren bir şey. Şu an nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz. Orada annemin önüne bir haber düşüyor, annem geleneksel biri mesajı hemen, gerçekmiş gibi paylaşıyor. Anne diyorum neden sorgulamadın, haber yapmışlar. Çünkü onlar TRT ajansıyla büyümüş bir kuşak. Bir anda ellerine böyle bir alet gelmiş, onu sorgulamıyor. Yavaş yavaş öğreniyor öğrenene kadar bir sürü çam devriliyor. Amerika’da böyle iktidar değişti. Trump’ın seçilmesinde… Sadece Türkiye’yi de örnek vermeyeyim. Amerika, Cambridge Analytica skandalı yaşadı. Seçmen verileri üzerinden manipüle edildiler ve bu Trump’ın seçilmesine yardımcı oldu. Nasıl yapılıyor; insanların medya okuryazarlığının olmamasından.
- Yaprak Özer: Medya okuryazarı olunca nasıl doğru ve yalan haberi ayıracağız birbirinden. Bunun bir yolu yönetimi var mı?
Ümit Alan: Yolu yönetimi ders konusu haline geldi. Bir defa her okuduğundan şüphelen. Facebook’ta Youtube’da…
– Yaprak Özer: Ne mutsuz bir hayat değil mi?
Ümit Alan: Evet. Her okuduğundan şüphelen. Bazen şüphelenmenden bile şüphelen.
- Yaprak Özer: Ne demek bu şimdi?
Ümit Alan: Bu şimdi şu, insanların şüphesini de kullanıyorlar. Bunun Amerika’da güzel bir örneği var. Amerika’da sırf bu şüphe için sigara üreticileri 50’li yıllardan itibaren yatırım yapmaya başlamışlar. Çünkü bilim, tıp sigaranın akciğer kanseriyle doğrudan ilişkisi olduğunu, sağlığa zararlı bir madde olduğunu kanıtlıyor. Ama sonra Amerikalı sigara üreticileri bu şüpheye yatırım yapıyorlar; “acaba olmayabilir mi” diye. Ve kendi bilim insanlarını yetiştirmeye başlıyorlar. Çeşitli enstitüler kuruyorlar. İnsanların şüphe eşiğini kullanıyorlar sigara içiyorsunuz çok hoşunuza gidiyor, sonra bir bakıyorsunuz bir haber çıkmış diyor ki, “sigara akciğer kanseri yapmıyor olabilir bunun da kanıtları var” diye, o şüphe hoşunuza gidiyor ve inanmak istiyorsunuz, inanıyorsunuz.
Yaprak Özer: Bu biraz kendi kazdığımız kuyuya mı düşmek anlamına geliyor.
Ümit Alan: Evet. Yani ister istemez. Çünkü insan olarak biz çok zaaflı yaratıklarız. Yani inanmak istediğimize inanmak gibi bir bilinçsel uyumsuzluk tarafımız var. Bir şeye inanmak istiyorsak onunla ilgili kanıtları görmezden gelebiliyoruz.
Mesela Google. Google’da bana bir konu verin, onun bilimsel bir gerçekliği olsun, başka türlü bir arama cümlesiyle olmadığını kanıtlar. Yani Google’da doğru bilgiye de ulaşırım, yalan bilgiye de ulaşırım… O zaman şüphe et. Şüphenden de şüphe et. Doğrulama platformları var. Dünyada gelişen bir sektör, yaygın bir sektör. Türkiye’de teyit.org, doğrulukpayı.com bunlar Türkçe ve Türkiye’deki sosyal medyadan ulaşan yalan haberlerin, yaygın yalan haberlerin tespitini yapıyor. Şüphelendiğiniz haberleri orada görebilirsiniz. Doğruluk payı daha da genişleterek siyasilerin söylediklerinin doğrulamasını yapıyor. Dünya organizasyonlar var pointer gibi.
Yaprak Özer: Bunun için de gerçek okuryazar olmak lazım. Gerçekten de okuduğunu anlayacak, ne araştıracağını bilecek gibi. Dolayısıyla şüphe duymak zor, inanıyım gitsin canım demek çok daha kolay.
Ümit Alan: Bu nedenle bu işin ilkokuldan başlaması lazım. İlkokul 1’de sınıf atlamanın şartı okuma yazmayı bilmekti. İlkokuldan mezun olmanın en büyük şartı okuma yazmayı dört işlemi bilmekti. Şu anda onlar kadar ve daha önemli.
Yaprak Özer: Yankı odası ne demek?
Ümit Alan: Yankı odası sosyal medyada takip ettiğimiz, arkadaş olduğumuz insanlar ve beslendiğimiz kaynakların hep birbirine benzemesi sonucu oluşan kendi kendimizi kapattığımız bir oda. Bir siyasi görüşe sahibiz o siyasi görüşten arkadaşlarımız var, o siyasi görüşten başka hiçbir şey görmek istemiyoruz dolayısıyla bütün arkadaş grubumuzu Twitter’da takip ettiklerimizi, Facebook’ta arkadaş olduklarımızı bunlardan oluşturuyoruz. Sonra yavaş yavaş karşıt görüşü hiç görmemeye, sadece kendi sesimizin yankısını duymaya başlıyoruz, böylece daha kolay kandırılabilir hale geliyoruz. Bunun en güzel örneği işte AK Parti’nin ilk kazandığı yıllarda, ilk seçim zaferlerinde herkesin çok şaşırmasıydı.
Yaprak Özer: Haberlerinizi nasıl topluyor, nerelerden haber alıyorsunuz? Gazete okuyor musunuz? Elinize aldığınız gazete var mı?
Ümit Alan: Gazete bir tek BirGün’ü okuyorum. Kendi yazdığım gazete. Bütün kaynaklara bakıyorum bütün gazetelerinin köşe yazarlarını hemen hemen bakıyorum, bazen çok büyük bir eziyet oluyor.
Yaprak Özer: Mecbursunuz ama siz siyasi reklam yapmıyor musunuz?
Ümit Alan: Evet siyasi iletişimde yapıyoruz, o da var ayrıca medya eleştirisi yazdığım için eleştirilebilir tarafı görmem gerekiyor. Dolayısıyla ben zaten bir profesyonel olarak her tarafı görüyorum.
Yaprak Özer: Ne kadar sürüyor?
Ümit Alan: Bir buçuk saat falan oluyor. Çok uçta insanları da takip ediyorum. Herkesin çeşitlendirme yapması lazım. Trump seçiminde hepsi nasıl olur böyle bir adam Başkan olur dediler. Özellikle ünlüler çok popüler Hollywood yıldızları çok sert açıklamalar yaptılar. Aynısı Türkiye’de de yaşandı ve böyle çözülmediği görüldü.
Yaprak Özer: Bir tarafta da gazeteciler var. Tartışılan konulardan biri de ek kaynaktan haber yapmak, sorgulamamak…
Ümit Alan: Gazetecilik hız sarmalına dayandırıldı, hız olunca demlenmemeye başladı haber. Gazeteciler anlık hareket eder oldu. Bizim ertesi gün gazetede toplam olarak gördüğümüz, parça parça, taksit taksit verilmeye başlandı, algımız dağıldı. Okur karma karışık oldu. Gazeteci de ne yaptığını bilmiyor. Bir an önce gireyim istiyor. Hız olsun! …İlk önce ben tıklanayım…. önceden haber atlatmak diye güzel bir kavram vardı. Ama o bilinmeyen bir konuyu sizin söylemenizdi.
Yaprak Özer: Bir de “bir bilen”, “uzman” görüşleri var. Onlar da bu işin bir tarafı. Çok zararlılar gibi geliyor bana. Hiç mi yorulmazlar bu insanlar konuşmaktan hep konuşuyorlar.
Ümit Alan: Uzmanlar genellikle sağlıkla ilgili ya da beslenme pratiklerimizle ilgili haberlerde çok fazla etkili oluyor. Kendisini popüler yapmak istiyor. Sonuçta uzman dediğimiz insan da çıkarları dertleri olan biri.
Yaprak Özer: Haber okuryazarı olmak için bu kişileri de okumak gerek…
Ümit Alan: Annemle geçenlerde yaşadığım bir diyalog; kolesterol iyi bir şeymiş dedi bana. Kime göre iyi bir şey, neye göre iyi bir şey, nasıl iyi bir şey. Doktorun biri çıkmış kolesterol faydalıdır, kolesterole yüklenin demiş. Bilginin bir kısmı doğru hakikaten insanın ihtiyacı olan bir şey ama sağlıklı bir insanın ihtiyacı olan bir şey. Ama sizin vücudunuzda kolesterol birikmesi varsa alacağınız her artı kolesterol sağlığınızı riske atmak demek. Doktor bu bilginin bir parçasını alıyor, medya da sansasyon yapmak için onu öne çıkartıyor, kolesterol faydalıymış diye olay yürüyor gidiyor.
Gezen tavuk diye bir efsane çıkardılar. Kuş gribi olunca tavuk almayı kesiyorlar. Hâlbuki gezen tavuk en fazla risklere açık olan tavuktur. Çünkü dünyada kuş gribi diye birtakım hastalıklar göçmen kuşlardan yayılır, eğer tavuk köyde serbest geziyorsa o göçmen kuşla temas etme şansı vardır. Dışkısıyla temas etme, aynı yerden su içme gibi bir sürü riski vardır. Bir efsanedir gidiyor gezen tavuk diye, bunu da uzmanlar çıkardı. Basın da bu uzmanların her dediğinin doğru olduğunu kabul ederek herhangi bir ikinci uzmana sorma sorumluluğu hissetmiyorlar.
Yaprak Özer: Bunun sebebi ekonomik mi?
Ümit Alan: Çoğunlukla ekonomik, sansasyonel bir haber yaparsanız, daha çok tıklanıyorsunuz eğer reklam geliriniz tıklanmaya bağlıysa hep sansasyonel yapmaya çalışırsınız. Şunu da unutmayalım “timeline” dediğimiz twitter’da facebook’ta o akışta artık bir haberin rakibi haber değil, 17 yaşındaki dinleyicinin attığı espri, kedili video. Evvelden haberin rakibi haberdi, haber bültenleri, gazeteler birbirleriyle kıyaslanırdı şu an haber timeline’da dikkat payı almak için her şeyle rekabet ediyor.
Yaprak Özer: Vatandaşın gazeteci olmasına ne diyorsunuz?
Ümit Alan: Vatandaşın gazeteci olması faydasından çok zararı olduğunu düşünüyorum. Vatandaşın hiçbir gazetecilik bilgisine sahip olmadığını düşünürsek doğrulama, sorumluluk hissetmek, itibar kaybedeceğini düşünme gibi bir dürtüsü yok. Görüyor, koyuyor. WhatsApp’tan yayılan yalan bir haberden ötürü Hindistan’da iki kişi linç edilerek, yakılarak öldürüldü. Vatandaş gazetecisi yaymıştı o yalan haberi.
Yaprak Özer: Gazetecilik küllerinden doğar mı?
Ümit Alan: Yani İnsanların ağzı yandıkça, insanlar yeniden haberin güvenebilecekleri kaynaklardan alınması gerektiğini ve bunun için para ödenmesi gerektiğine ikna olabilecekler. Benim gördüğüm 20-30 yıllık periyod içerisinde, insanlar oraya doğru gidecekler. Bazıları yandıkça bedel ödedikçe.
Yaprak Özer: Habersiz kalmak çok kötü bir şey.
Ümit Alan: Habersiz kalmak haberdar olmamak ve habersiz kaldığı için değiştirememek kötü bir şey, örneğin benzin zammını saklayın, iktidara yakın gazetelerde benzinde güncelleme olarak çıkıyor, zam olmamış gibi… Bundan ötürü tepki, itibar kaybı yaşanıyor. Ana akım medya dediğimiz olay bu yüzden bitti. Bir şey doğacak tam geçiş aşamasındayız, merak ediyoruz iletişime ihtiyacımız var.