Geciken yaz sıcakları, keşke ekonomide de bir soğumanın habercisi olsaydı ama maalesef dengelerdeki hassaslık ve göstergelerdeki oynaklık devam ediyor. Temel politika tercihlerinde bir değişiklik olmadıkça farklı bir sonuç da beklenemez zaten. Tüketim ve ithalat çekişli bir modelde enflasyon artarken faizi indirir, TL aşınıp dolarizasyon artarken dövizle borçlanmaya ağırlık verirseniz sonunda geleceğiniz yer burası. Yükselen risk algısının hiç değilse ABD ile ilişkiler bağlamında hafiflemesi için umut bağlanılan NATO zirvesinde Biden ile görüşmede de umulanın gerçekleşmemesi bir süre için gerileyen dolar kurunun yeniden 9 zirvesine doğru kanatlanmasına yol açtı. Öte yandan kamu borçlanmasında döviz ağırlığının artması bütçeyi de olumsuz etkileyecek ve maliye politikalarındaki manevra alanını daraltacak. Geçen yılın ikinci çeyreğindeki %10’luk küçülmeden kaynaklanan baz etkisi ile büyüme, ilk çeyrekteki %7’nin de üstüne çıkacak gibi; ama bunu işlerin düzeldiği gibi algılama hatasına düşmemek gerek. Pandeminin yarattığı hasar bazı kesimlerde ve özellikle hizmetler sektöründe istihdam düşüşüne ve durgunluğa yol açmış durumda. Bu ortamda politika faizinde üç aydır kaçınılan indirimin bundan sonra da yapılması halinde riskin büyümesi ve önce dövizde sonra faizde yeni bir döngünün başlaması muhtemel.
Kamu maliyesinde baz etkili iyileşme ve yeni vergi barışı
İlk beş ayda bütçe gerçekleşmelerinde de yanıltıcı bir iyileşme var; Açığın 550 milyar TL gidere oranla %1.5 gibi düşük bir orana gerilemesi, büyük ölçüde vergi gelirlerinin geçen yıl aynı döneme göre %51 artmasından kaynaklanıyor. Bu artışın nedeni ise geçen yılın ikinci çeyreğinde mücbir sebep ile yapılan vergi ertelemeleri, yani gerçek bir gelir artışı değil. Vergi sistemindeki çarpık yapı, %66’ya varan dolaylı vergilerle aynen sürüyor. Sadece KDV ve ÖTV, toplam vergilerin yarısından fazla. Bu durum, ithalata ve tüketime dayalı kusurlu büyüme modeline bağımlılığı da pekiştiriyor. Artık süreklilik kazanan ve işin kötüsü hem hatalı ekonomik politikalar, hem de pandemi etkisiyle neredeyse zorunlu hale gelen vergi barışı girişimlerinin de hem etkinliği düşük, hem de vergi adaletine uygunluğu tartışmalı. Gerçekten de bir önceki yasada toplam kamu alacağının ancak %3’ü tahsil edilebilmiş. Ayrıca uyumlu mükelleflerin, yani zaten yüksek matrah beyan edenlerin doğal olarak yasadan yararlanmamaları ve bu nedenle vergi incelemesine tabi olmaları nedeniyle cezalandırılmaları haksız; en azından onlar için bir telafi mekanizması öngörülmeli. Vergi barışlarının en olumlu tarafı taşınmazların ve sabit kıymetlerin yeniden değerlenmesi ve böylece özkaynaklarının güçlendirilmesi; stok kayıtlarının düzeltilmesi de yararlı. Ancak dolaylı vergi ve süreklilik kazanan vergi barışlarının en önemli iki ayağını oluşturduğu bir vergi sisteminin kalıcı büyüme ve düşük enflasyon, yani istikrarlı bir ekonomi için uygun olmadığı da açık.
Merkez Bankası’nın Haziran PPK toplantısından sonra yaptığı açıklama, aşılanmadaki hızlanmanın ekonomiye olumlu etkisinden söz ederek önceki üç aydakine oranla bir ton değişikliği yansıtıyor. Politika tercihlerinde önemli rol oynadığı görülen konut satışlarındaki düşüş de dikkat çekiyor; ilk beş ayda ipotekli konut satışları, geçen yılki düzeyin üçte birine geriledi. Bunun yeni bir iyimserlik hevesini tetikleyerek üçüncü çeyrekte bir faiz indirimi hevesine yol açması, iki yılda iki kez tekrarladığımız filmi bir kez daha görmemize, dikişlerin atmasına neden olabilir. Mevduatta ve borçlanmada dolarizasyonun artması, bankalarda ve kamu kesiminde açık pozisyonu arttırarak risk puanını yükseltebilir. Yani uzun bir süre reel kesimin taşıdığı risk sonunda yer değiştirip toplumun sırtına taşınabilir. Kamu borçlanmasında %57’ye yükselen döviz borçları, kur artışıyla borçları kartopu etkisi gösterip katlayabilir. Ancak ufukta kapsamlı bir reform programı varsa uygulanabilecek olan bu politika tercihi, günü kurtarmanın hedeflendiği mevcut durumda yangına körükle gitme anlamını taşır.
Büyüyen hasarı durdurmalıyız
Olumlu gelişme gibi görülebilecek bir başka husus da cari açığın geçen yıla oranla azalmakta oluşu. Ne var ki bu da ekonomide ve politikalarda bir düzelmeden çok, finansmanın bulunamamasından, yani dövizin kıt olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca geçen yıl patlayan altın ithalatının bu yıl olmaması da bu gelişmenin diğer bir sebebi. Sıcak paranın, yani yabancıların portföy yatırımlarının da bir süredir beklemede oldukları, muhtemelen istikrar kazanacak döviz ve faiz düzeyine göre pozisyon alacakları anlaşılıyor. Tabii her zaman vurguladığımız gibi temel parametre, ülkenin kurumsal yapısına ve makroekonomik dengelerine güvenin güçlendirilmesi.
Oysa son aylarda neredeyse ekonomiyi unutturacak ölçüde yaygınlaşan yozlaşma ve yolsuzluk tartışmalarıyla imaj ve güven algısı yönünden gördüğümüz hasarın boyutları büyümüş durumda. Bir an önce toparlanıp önceliklerimizi ve hiç değilse yakın gelecek için programımızı belirlemez isek ülkeyi akıntıya ve rüzgârın şiddetine terk etmiş olacağız.