Bu hafta başında pes peşe gelen büyüme ve enflasyon verileri büyüme mi enflasyon mu sorusunu tekrar gündeme getirdi. Yılın ikinci çeyreğinde ekonomi beklentilerin de altında kalarak % 2,5 büyümeye gerilerken, aylık enflasyon da Ağustos ayında %2,5’lar seviyesinde gerçekleşti. Rakamlar büyümenin yavaşladığını fakat aylık bazda enflasyonun hala yüksek bir eğilim gösterdiğine işaret ediyor.
Büyümeden başlayalım. Yılın ikinci çeyreğinde ekonomimiz %2,5 büyümesine rağmen sanayi üretiminin geçtiğimiz çeyreklere benzer bir şekilde zayıf seyrini sürdürdüğünü izliyoruz. Sanayi üretimi yılın ikinci çeyreğinde %1,8 gerilemiş görünüyor. Büyümeye katkı büyük oranda hizmet sektörlerinden geliyor. Hizmet sektörünün büyümesi %2,9 olarak gerçekleşti. Uzun bir aradan sonra ve büyük ihtimalle hava koşullarının da iyi gitmesiyle, tarım %3,7 oranında büyüme ile öne çıkan sektörler arasında yer aldı.
Büyüme yavaşlasa da lokomotif iç talep
Harcamalar tarafından baktığımızda iç talebin büyümeye katkısı önceki çeyreklere göre gerilemesine rağmen %1.6 olarak gerçekleşti. Mal ve hizmet ihracatının büyümeye katkısı ise % 0 oldu. İhracatın %97 oranında sanayi ürünlerinden oluştuğunu dikkate alacak olursak, ihracattaki zayıflıkta daha anlaşılır oluyor. Uzun süredir sanayi sektörünün farklı kesimlerinden gelen. işlerin iyiye gitmediğine dair açıklamaların rakamlara da yansıdığını görüyoruz. Tablo üçüncü çeyrekte de pek değişmiş gibi görünmüyor. Ağustos ayı Satınalma Yöneticileri Endeksi (PMI) verileri 50’nin altında kalmayı sürdürerek sanayinin daralma bölgesinde bulunmaya devam ettiğini gösteriyor. Sektörel bazda izlenen 10 ana sektörün tamamında endeks değerlerinin 50’nin altında olması ve çoğu sektörde aşağı yönlü derinleşmesi sanayi ve ihracattaki sorunun genele yayıldığına dair çok güçlü sinyaller veriyor. Ana ihracat pazarımız Euro bölgesinin görece daha iyi büyüdüğü bir dönemde bu tablonun ortaya çıkmasının ana nedeni rekabet gücümüzdeki kayıp. Yaşadığımız yüksek enflasyon ve kur politikası çok pahalı hale gelmemize ve rekabet gücünde büyük kayıp yaşamamıza neden oldu. Enflasyonla mücadelede iç talebi zayıflatmak esastır. Mevcut tabloda en az iç talep kadar hatta daha fazla dış talebi zayıflattığımızı görüyoruz.
İç talebi yavaşlatmalıyız, arz kapasitesini değil
Talebin hem içeriden hem dışarıdan zayıflaması rekabet gücüne ve üretim potansiyeline daha fazla zarar vermeye başlamış görünüyor. Enflasyonla mücadelede iç talebi aşağı çekmemiz gerekirken arz kapasitesini daha fazla düşürürsek azalan talep bile enflasyonist baskı yaratmaya devam eder. Geldiğimiz noktada bu riskin arttığını izliyoruz. Önümüzdeki çeyreklerde iç talebin zayıf gitmesi zorunlu bir durum. Dış talebi devreye sokacak adımları başta kur politikası olarak atamazsak bahsettiğimiz arz yönlü risk daha da belirgin hale gelmeye aday görünüyor.
Enflasyon dinamikleri canlı
Enflasyon rakamlarına baktığımızda, tahminlere yakın fakat yüksek bir veri geldiğini izledik. Aylık TÜFE %2,47 olarak gelirken, yıllık artış %51,97’ye geriledi. Sektörel dinamiklere baktığımızda aylık bazda en güçlü artışın %11,34 oranı ile eğitimde, arkasından da %8,51 ile konutta geldiğini görüyoruz. Yıllık bazda eğitim sektöründeki artış %120,81 olurken konutta %101,49 seviyesine ulaşmış durumda. Özellikle kira artışları ve konutla ilgili enerji giderleri konuttaki yüksek seviyenin ana belirleyeni olmuş görünüyor. Aylık manşet rakamın daha yüksek olmamasının temel nedeni ise gıda fiyatlarında aylık olarak gözlenen %1,10 oranında düşüş oldu. Özellikle işlenmemiş gıdada, yani meyve sebzede %4,89’luk düşüş gıda sektörünü aşağı çeken ana faktör oldu İşlenmiş gıdadaki artış %2,37 ile görece yüksek seviyesini korumaya devam etti. Eğitim ve konut dışında fiyat katılığını net bir şekilde göstermeye devam eden kalemlerin yine hizmet sektörlerinde olduğunu, örneğin lokanta ve otellerin %116,74, ulaştırma ve hizmetlerinin %92,90 oranlarında ortalamaların çok üzerinde kalmaya devam ettiğini izliyoruz. Meyve sebze fiyatları mevsimsel faktörlerden etkilendiği için özellikle Ekim ayından itibaren baz etkisi ile gıdada tekrar baskıyı görme ihtimalimiz yüksek bulunuyor. İthal mallar ve görece yönetilen kur sistemi nedeniyle imalat sanayiindeki fiyat artışlarının görece sınırlı kalması şimdilik dezenflasyonu destekleyen unsurlar görünüyor. Diğer taraftan, önümüzdeki süreçte hizmet sektöründeki fiyat katılığı, hane halkının enflasyon beklentilerindeki yükseklik ve gıdanın yaratabileceği sürprizler enflasyonla ilgili tablonun hala ciddi biçimde riskler barındırdığını bizlere gösteriyor. Hammadde fiyatlarının sakin seyretmesi ve döviz kurlarının yatay seyri ÜFE’nin yıllık bazda %35’lere, aylık bazda da %1,68’lik artışta kalmasının temel nedeni olduğunu söyleyebiliriz.
Sonuç olarak, enflasyon ile mücadelede esas olan iç talebi bastırmaktır. Mevcut durumda hem iç hem dış talebi bastırmaya başladığımız için arzı daha fazla bastırmaya başlıyoruz. Bu tablo maliyet ve beklenti kaynaklı enflasyonu besliyor. Rakamlar da ona işaret ediyor. İç talebi para ve maliye politikası ile daha fazla bastırmamız, servet etkisi kaynaklı taleple mücadele için kayıt dışı ile mücadele etmemiz, kur politikasını dış talebi devreye alacak şekilde yeniden kurgulamamız gerekiyor.