Büyüme rakamlarında beklenti %5.50 civarındaydı ama çıkan rakam %6.70 oldu. Bu %21 sapma anlamına geliyor ki bilimsel anlamda "kabul edilemez" bir aralık. Ancak çıkan rakamlar ile beklenen arasındaki fark Türkiye’de o kadar çoğaldı ki, bu sapmayı artık standart olarak görmeye başladık.
Benim beklentim %8 üzerinde bir büyümeydi, yine de ekonominin dördüncü çeyrekteki performansına bakınca yılsonu büyüme rakamının %0.5 -%1 arasında çıkma ihtimalinin mevcut olduğunu ama %0-0.50 arasında bir rakamın da beni şaşırtmayacağını söylemek istiyorum.
Enseyi çok fazla karartmadan büyüme rakamlarının detayına baktığımda ihracatın üçüncü çeyrek performansının düşük olduğunu, hatta benim % 8 beklentimin gerçekleşmesini engellemiş olduğunu görüyorum.
Harcama yönünden yaklaşıldığında ithalatın performansı ise %16 civarında gözüküyor. Bunun sebebi daha önceki yazılarımda çokça bahsettiğim, büyüme-cari açık ilişkisi. Türkiye’nin ithalatının %85'inden fazlası üretim için gerekli girdiler olduğu için, Türkiye büyüdükçe ithalat da artıyor. Bu konuda söz konusu yapısallığı değiştirecek hiçbir adım atmadık desem acımasız bir değerlendirme olmayacaktır.
Bundan başka daha önceki dönemlerde yüksek seviyede gördüğümüz kamu harcaması oranının bu sefer düşük olduğunu, hanehalkı tüketiminin büyümeye destek verdiğini ama sermaye oluşumunun ciddi bir hızla artarak olumlu bir katkı yaptığını da söylemek gerekiyor.
Üçüncü çeyreğin üretim cephesinden analizine geçersek, finans kesiminin uzaktan bile görülecek ciddi bir katkı verdiğini, hizmetlerin çok düşük bir katkıda bulunduğunu inşaat ve tarımda bir toparlanma yaşanırken sanayinin de ayağa kalktığı anlaşılıyor.
"Son çeyreğin büyümesinden ümitli değilim..."
Ancak yukarıda da belirttiğim gibi, % 6.7'lik büyüme rakamı son çeyrekteki ekonomik yavaşlamayı nötralize edecek bir güçte olmayabilir. İşin esasına bakıldığında bu yıl % 0’ın biraz üzerinde büyürsek, Türkiye Ekonomisi üç yıl üst üste kötü bir performans göstermiş olacak. Bu kötü performansın sadece bir yılı Pandemi ile alakalı, geri kalanı ise piyasa ekonomisinden kopmamızdan kaynaklanıyor desem yanlış olmaz.
Bundan başka bizi bekleyen diğer tehlike de giderek dijitalleşen dünyada çok sayıda insan çalıştıran sektörlerin giderek daha az insan emeğine ihtiyaç duyacak olmaları. Bu çerçevede yüksek büyüme rakamlarının istihdam yaratmadığını daha önceki dönemlerde tecrübe ettiğimiz gibi, bundan sonra daha belirgin şekilde tecrübe edeceğimizin de altını çizmek istiyorum.
Teşvikleri istihdama bağlayan yaklaşımdan teknoloji ve dijitalleşmeye bağlayan bir yaklaşıma doğru gitmezsek, büyümeyi istikrarlı hale getiremeyeceğiz. Büyümeyi ne pahasına olursa olsun yükseltmekten çok, dünyanın nereye gittiğini anlayarak ona göre yeni bir ekonomik model ve buna uygun bir eğitim sistemine doğru konuşlanmalıyız.
Yapısal reformlar kim ne derse desin istikrarlı büyüme ve kalkınma için en önemli destekçilerimiz olacak. Bu konuda direndikçe ekonomideki ve iç siyasetteki istikrarsızlık dış politikaya yansıyacak ve tekrar bize zarar verecek bir sarmalın içine düşeceğiz. Daha önceki dönemlerde yaptığımız hatalardan ders almamız elzem gözüküyor.