Büyükelçi krizi; asıl amaç ne?

Zeynep GÜRCANLI Yedi Düvel

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Osman Kavala için verdiği serbest bırakma kararının üzerinden AK Parti hükümeti ile Batı ülkeleri arasında –deyim yerindeyse- bilek güreşi yaşanıyor.

“Batı grubunda” yer alan ve Türkiye’de görev yapan 10 Büyükelçinin “Kavala serbest bırakılsın” kararına, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrı “Büyükelçiler istenmeyen adam ilan edilsin, Türkiye’den gönderilsin” keskinliğinde oldu.

Ancak olayın gelişimine bakıldığında, her iki tarafın da kriz sürecinde attığı adımların, “görünen amacı aşan” yaklaşımlar olduğunu söylemek mümkün.

“ERGA OMNES” KURALI

Uluslararası ilişkilerdeki “erga omnes” kuralı büyükelçilerin bildiriye imza atmaları konusunda “gerekçe” oluşturmaya aday. Erga omnes kuralı, insan hakları gibi evrensel konularda devletlerin birbirlerini uyarma haklarının bulunduğunu içeriyor. Türkiye’nin de yetkisini kabul etmiş olduğu AİHM’in Kavala için verdiği “serbest bırakılsın” kararı da, insan hakkı ihlali temelinde alınmış bir karar.

Dolayısıyla ülkelerin müttefiklerine bu yönde uyarılarda bulunması uluslararası alanda egemenlik hakkı ihlali olarak görülmüyor. –Kaldı ki Türkiye de pek çok kez insan hakları konusunda diğer ülkeleri uyarmaktan geri durmadı. AK Parti hükümet yetkililerinin Suriye iç savaşının ilk günlerinde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a yaptıkları uyarılar ya da Bangladeş’te Cemaat-i İslami’nin lideri Gulam Azzam’ın çarptırıldığı ölüm cezasının infaz edilmemesi için dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yazmış olduğu mektup hala hafızalarda. –

Bir de işin müttefiklik var; Bildiriye imza koyan Büyükelçilerin mensup oldukları ülkeler, Türkiye açısından kritik öneme sahip.  Bu ülkelerin 7’si Türkiye’nin de mensubu olduğu NATO’nun üyesi, 6’sı Türkiye’nin girmek için mücadele ettiği Avrupa Birliği’ne üye, 2 tanesinin –ABD ve Fransa- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisi var.

Ekonomik açıdan bakıldığında da bu ülkelerin Türkiye açısından önemi büyük olduğunu söylemek mümkün; 10 ülke OECD üyesi, 4 ülke G-7 grubunda yer alıyor. Bildiriye imzacı ülkeler yıllık ihracatımızın neredeyse dörtte birini alıyorlar, Türkiye açısından en büyük pazarı oluşturuyorlar.

Ancak Büyükelçilerin Türkiye’yi uyarmak için izledikleri “10 imzalı bildiri” yöntemi de tartışmaya açık. Türkiye’ye bir uyarı olacaksa bile, usul açısından, bunun topluca değil tek tek, kamuoyuna açık olmayan şekilde –mesela Türk Büyükelçilerin ilgili ülkelerin Dışişleri Bakanlıklarına davet edilerek- yapılması çok daha uygun, üstelik sonuç alınabilecek bir yöntem. Büyükelçilerin –elbette hükümetlerinden de talimat alarak- uyarıyı neden bu şekilde yapmayı seçtikleri büyük bir soru işareti.

ERDOĞAN’IN AMACI NE OLABİLİR?

Büyükelçilerin Türkiye’yi uyarmak için seçtikleri yöntem yanlış bile olsa, uyarının içeriği, Türkiye’nin Anayasası’nın 90. Maddesi uyarınca AİHM hükümlerini kendi iç hukukundan üstün görmesi nedeniyle, anlaşılabilir.

Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan neden bu kadar büyük tepki gösterip, işi 10 büyükelçinin tümünün istenmeyen adam ilan edilmesine kadar vardırdı?

Muhalefetin buna yönelik açıklaması, Erdoğan’ın Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krizi unutturmak için yeni ve büyük bir uluslararası “kavga” çıkarmaya çalıştığı yönünde.

AK Parti hükümetinin daha önce de benzer yöntemleri kullandığı düşünüldüğünde, mantıklı bir gerekçe.

Ancak işin diplomatik bir boyutunun da olması söz konusu; Cumhurbaşkanı Erdoğan Eylül ayında New York’a BM toplantıları için gittiğinde, ABD Başkanı Joe Biden ile de görüşme imkanı aramış, ancak bulamıştı. Ardından Türk tarafı Erdoğan ile Biden’ın Ekim sonunda Roma’da yapılacak G-20 toplantısında görüşeceklerini açıkladı.

“Görüştü/görüşmedi” tartışmasının yaşandığı bu dönemde ayrıca araya Türkiye’nin ABD’den yeni F-16 alım talebi, New York’ta üst mahkemenin –Türkiye’nin aksi iddialarına rağmen- Halkbank davasına “devam edilsin” kararı girdi.

Erdoğan’ın –eğer gerçekleşirse- Roma’daki toplantıya kadar Amerikan Büyükelçisi’ni persona non grata ilan etme tehdidi ile “Türkiye’nin önemini Washington’a hatırlatmak” istemiş olabilir.

Ankara’da, Erdoğan’ın bu çıkışının orta vadede AK Parti’nin eriyen oylarına karşı bir önlem olabileceği de konuşuluyor;

10 Büyükelçi krizinin hükümet tarafından, ekonomik kriz, giderek yaygınlaşan yolsuzluk/kayırmacılık iddia ve belgeleri, beka/sınır ötesi operasyon konularının artık gündem yaratamaması nedeniyle memnuniyetsizliği artan AK Parti seçmenini “yeniden bir araya getirmek” için kullanılmaya çalışılması muhtemel.

Bu açıdan bakılırsa, 10 Büyükelçi krizinin nereye evirileceği, Türkiye’de seçimin erkene alınıp alınmayacağının da göstergesi olacak gibi…

Tüm yazılarını göster