Büyük düzeltme (I)

Ahmet Kasım HAN KAVANOZUN DİBİ

Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü, namı diğer NATO, 32. Zirve toplantısını Baltık ülkesi Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta gerçekleştirdi. Ukrayna savaşının gölgesindeki bu zirvenin en önemli maddesi İsveç’in NATO üyeliğiydi. Başta ABD, NATO üyesi ülkeler İsveç’in üyeliğini katiyetle istiyorlardı. Türkiye’yi bir yana koyarsak, bu durumun istisnası Macaristan’dı. Bunun nedeni İsveç’in Macaristan’da mevcut Viktor Orban yönetimine eleştirileri. İsveç, Macaristan yönetimini Avrupa Birliği zemininde sıklıkla hukukun üstünlüğünü zayıflatmakla ve otokratlıkla eleştiriyor. Fakat, kuşkusuz, İsveç’in NATO üyeliği konusunda belirleyici unsur Türkiye’nin tavrıydı. Macarlar daha ziyade Türkiye’nin arkasına sığınarak gölge boksu yapmaktaydılar. Türkiye onay verirse fazlaca nazlanmayacakları, genel kanaatti. Neticede öyle de olacağı anlaşılıyor.

İsveç dosyasına ilişkin Türkiye’nin tavrı, diğer birçok konuda olduğu gibi, son derece “kararlı” ve “tavizsiz”di. Ya da biz öyle biliyorduk! En yetkili ağızlardan, sokaklarında teröristlerin cirit attığı, güvenilemez, bu haliyle NATO üyeliğine ilişkin tablonun olumlu olmasına imkân bulunmayan bir ülke olarak nitelenen İsveç’in dosyasına ilişkin başka ne düşünecektik ki?! Ruslar, olaydan sonra, “Türkiye’nin NATO’da zorunlulukları bulunduğunu ve bu anlamda bir yanılsamaları olmadığını” söyleyerek konuya dair değerlendirmelerinin ne olduğunu açık ettiler. Ama biz “terör örgütleriyle arasına mesafe koyamayan” ve “NATO’ya katkı yapması” şüpheli olan bu ülkenin üyelik sürecine dair Türkiye’nin “herhangi bir taviz vermesini beklemenin beyhude” olduğunu düşünüyorduk! Zaten; Kuran-ı Kerim Mushaf’ının yakılmasına göz yumarak, “Müslümanların dini inancına saygı” göstermeyi bilmediğini sarih biçimde gösteren bir ülkenin Türkiye’den “NATO konusunda herhangi bir destek göremeyeceği” açıktı! Üstelik, Türkiye’nin Haziran 2022’de Madrid’de mutabakat zaptına bağlanmış güvenlik kaygıları konusunda İsveç’in attığı adımların yeterli olmadığını düşünüyorduk. Çünkü bize öyle denmişti. Vilnius için teker kesmeden hemen önce bir de İsveç’in NATO üyeliğini Türkiye’nin AB üyeliğiyle bağlantılandırmıştık. Kararlı duruşumuz sorgulanmamalı, sabrımız test edilmemeliydi… Derken?

Derken, yedi saatten kısa bir süre içerisinde birden ışıklar yandı. İsveç’e renklerden yeşil düştü! Onlar erdi muradına, biz çıkalım kerevetine… Arada Ruslar da bizim dış politika konum ve hamlelerimizi ne kadar iyi okuyabildiklerini kanıtladılar. Bu manevra beklendik biçimde içeride kimimize akıllara seza geldi. Hatta bu sürate adapte olmaya çalışan yorumcular, Türkiye’nin beklenmedik tavır değişikliği bizzat beklenmedikliği nedeniyle, doğal olarak, dünya basınında başlığa taşınınca, manşetlere böyle girmiş olmaktan da bir başarı hikayesi çıkardılar elbette! Ama genel havanın şaşkınlık olduğu açıktı.

Fakat, tüm bunlar bir yana, bana sorarsanız beklenmedik bir durum yok. Niye mi?

Anlatayım…           

İngiliz edebiyatının devi Shakespeare II. Richard eserinde şu ifadeyi döker oğlu sürgüne gitmekte olan Lancaster Dükünün ağzından: “Zorunluluk gibi erdem yoktur.” Anadolu irfanı ile ifade etmek gerekirse burada kastedilen hali tarifte “zor oyunu bozar” ifadesini kullanabiliriz. Son söyleyeceğimi baştan ifade edeyim: Siyasi söylemin ahval ve şeraitinden bağımsız gerçek şu ki, bugün Türkiye ekonomide ve dış politikada zorlanmaktadır. Bu nedenle özellikle bu iki alanda bir Büyük Düzeltme” (Major Correction) zarureti mevcuttur. Zor durum oyunu bozmuştur. Vilnius’ta olanlar bu “Büyük Düzeltme” ile ilişkilidir.

Büyük Düzeltmenin tek cephesi NATO değil elbette. Ama, NATO’nun Türkiye’nin dış ilişkilerinde temsil ettiği konum, ülkenin dış ilişkiler ağında çok katmanlı ve çok tarafl ı etki üretme kapasitesi nedeniyle, buradaki hamleler önemli. Ayrıca, sürecin doğası gereği olup bitenler daha fazla göz önünde. İş mecburi Büyük Düzeltmenin diğer veçhelerine (yönlerine), örneğin Orta Doğu veya Rusya ile ilişkilere geldiğinde olanı biteni takip işinin bu kadar şeff af olmadığını tahmin etmek zor değil.

Peki nedir “Büyük Düzeltme”? Siyasetin temelde üç boyutu var ekonomi, dış politika ve iç siyaset. Bunların ilk ikisi dünyanın her tarafında, az veya çok, genellikle üçüncüsüne tabidir. Söz konusu tabiiyet abartılırsa sonuç genellikle çok sağlıklı olmuyor. Yani ekonomi ve dış politikada, iç siyasetin, temelde seçim kazanmaya yönelik, öncelikleri belirleyici olmaya başlarsa, bunun sonucu uzun vadeli toplumsal yararın kısa vadeli menfaatlere kurban edilmesi olabilecektir. Zira popülist baskı ve eğilimler, devletin daha odaklı, tutarlı, uzun vadeli aklının tutulmasına yol açabilir. Bizde bu çerçevede cereyan eden muhabbetlerde olumlu manada kullanılan kavramların öne çıkanları “âli menfaat” ve “devlet aklı”dır. Siyasi tavır ve tercihlerini bunlara göre belirleyen siyasetçiler için de “politikacı”dan ziyade “devlet adamı” ifadesi yeğlenir.

Türkiye’de seçimlere kadar yapılan siyasi tercihlerin ekonomi ve dış siyasete ilişkin olanları tesadüfi değildi. Temel amaçları seçimin kazanılmasıydı. Bir anlamda ekonomi ve dış politika iç siyasette elde edilmek istenen amaca yedeklenmişti. Bu uzun süredir böyleydi ama küresel pandemi sonrası bu eğilimin zirve yaptığını söylemek yanlış olmaz. Doğal olarak seçime yönelik kaygılar bu iki alanın her birinde farklı oranlarda belirleyici rol oynadı. Mesela ekonomide yapılan tercihler neredeyse tamamen seçime yönelik kaygılarla biçimlenirken, dış politikada bunun oranı kısmen daha azdı. Ancak önemli etkileri bulunuyordu. Söz konusu tercihlerin yarattıkları maliyet ikincilleştirilirken, her alanın ve bu alandaki gündemin stratejik bütünlük içerisinde gerektirdiği doğru hamlelerden çok, siyasi söylemle uyumlu, seçimi kazanmaya yönelik sonuç alıcı niteliği ağır basan, kararlar ve söylemler tercih edildi.

Şimdi seçim geçti. Maliyetler masanın üzerinde ve masanın sahibi de aynı. Ekonominin geldiği sürdürülemezlik kavşağında tam bir tornistan, bir “Büyük Düzeltme” şarttı. Biraz yavaş, utangaç bir tempoda da olsa bu süreç Mehmet Şimşek ile başladı. Daha önce yapılanların tam tersine doğru kırıldı dümen. Tabii toplumsal bedel, kaçınılmaz acı reçete, de bu manevranın sonucunda bizlerle. Ama bundan pek kaçış yok. Bugüne kadar izlenen politikaları “düzeltiyoruz” ki gemi yüzsün! Riskler ve bedeller ağır, kasa tamtakır olduğundan “düzeltme”nin kendisi de “büyük”. Ancak, ekonomideki “Büyük Düzeltme”nin sonuç vermesi için dış politikada da bir “Büyük Düzeltme” yaşanması şart. 

Peki bu mekanizma nasıl işliyor, etkileşiyor ve tüm bunların İsveç’in NATO üyeliğiyle ne ilgisi var? O da bir sonraki yazıda…

Tüm yazılarını göster