Bu hafta 2 önemli veri yayınlandı. Birinci veri olan GSMH’da büyük bir sürpriz yok. Hemen hemen tüm analistlerin beklentisi 2020 için yüzde 1.5-2.0 arasında bir büyüme idi. Gerçekleşme de yüzde 1.8 oldu. Böylece de 2020’de Çin’den sonra pozitif büyüme gösteren bir kaç ülkeden biri olduk. Bu bağlamda çokça tartışılan bir konu başta enflasyon ve döviz rezervleri olmak üzere ekonomideki kırılganlıkları artıran böyle bir büyümenin doğru bir strateji olup olmadığı.
Geçen sene hükümet esasen “zaman”a oynadı. Küresel likidite sayesinde artan fonlama ihtiyaçlarımızı karşılayabileceğimiz ve sonrasında pandeminin ortadan kalkmasıyla normalleşmeye döneceğimiz bir zaman. Ancak, evdeki hesap çarşıda tutmadı! Pandemi ve ona karşı alınan tedbirler tahmin edilenden çok daha uzun sürdü. (Hâlâ da ne zaman tam olarak “normal” hayata döneceğimiz belli değil. Tedbirlerde yapılan son gevşemeler çok riskli olabilir ve yeniden bir sıkılaştırma gelebilir.) Geçen sene yaratılan suni kredi patlaması ile cari açık artarken döviz rezervlerimiz de hızla geriledi. Gerek TL’nin azalan değeri, gerekse de iç talepte yaratılan canlılık da ister istemez enflasyon oranlarını bugünkü seviyelere getirdi.
Ben geçen sene yapılan “majör” hatanın kredi patlaması yaratılırken faizlerin “aşırı” düşük seviyelere çekilmesi olarak görüyorum. Hâlbuki kamu bankaları vasıtasıyla sadece “kredi erişimi” artırılarak istenilen kredi artışı büyük oranda sağlanabilir, tasarrufların dengeleri bozucu şekilde dövize ve altına gitmesinin önüne geçilebilirdi. (Tabii, faizlerin “aşırı” düşürülmesindeki ana saik faizlere en fazla duyarlı olan konut kredilerinin artırılması ile yeni konut stoğunun eritilmesiydi. Halbuki gayri-menkule özel bazı sübvansiyonlarla bu etki gene sağlanabilirdi.) Bazıları geçen sene krediler yerine doğrudan kamu kaynaklarının daha fazla kullanılması gerektiğini düşünüyor. Ancak, MB’den gelen “kaydi” fonlar dahil edilmez ise geçen sene (operasyonel) bütçe açığı zaten oldukça yüksekti (yüzde 4.2). Ayrıca bütçe fonlarına bu sene de ciddi miktarda ihtiyaç duyulacak ve hem ekonominin soğutulması ve hem de kurların stabilizasyonu nedeniyle bütçe gelirleri daha zayıf kalacak.
Milli gelir rakamlarının detaylarında da fazla bir sürpriz yok. Beklendiği gibi büyümeye ana katkı yüzde 3.2 artış gösteren hanehalkı tüketiminden gelmiş. Kamu kesimi tüketim harcamalarındaki artış ise yüzde 2.2. Tek sürpriz ise belirsizliklerin bu kadar yüksek olduğu, kurların bu kadar arttığı ve kapasite kullanımlarının düşük kaldığı bir yılda yatırım harcamalarının yüzde 6.5 artmış olması. (Uzaktan çalışmaya yönelik telekomünikasyon ve bilgisayar yatırımları bu artışta kısmen etkili olabilir.)
Geçen sene pandemi öncesi ilk çeyrekte yüzde 4.5 büyümüştük. Bu sene ilk 2 ay rakamları pozitif büyümenin devam ettiğini gösteriyor. Mart başında kısıtlamaların gevşetilmesi ile bu momentum devam edebilir. 2. çeyrekte ise her hâlükârda yüksek bir büyüme oranı göreceğiz. Sonrasında ise bütün iş pandeminin seyrine, aşılanmanın hızına ve bunlara bağlı olarak da özellikle de turizm performansına bakıyor. Ümit ederim bugün alınan gevşetme kararları yarın turizm yönünden başımızı ağrıtmasın.
Dün açıklanan Şubat ayı enflasyonu yüzde 0.8 olan aylık beklentinin biraz üzerinde 0.9 olarak gerçekleşti. Ancak, fiyatlarla ilgili pek çok belirsizliğin bulunduğu bugünlerde bu kadar fark normal. Önemli olan enflasyonun bundan sonra nasıl seyredeceği ve MB’nin ek bir faiz artışına gitmek zorunda kalıp kalmayacağı. Dünyada yükselen emtia fiyatlarının yurtiçi fiyatlar üzerindeki etkisini daha tam görmedik. Öte yandan Kasım’dan beri başta petrol olmak üzere hızlı bir çıkış gösteren emtialardaki artışların durulacağını düşünüyorum. Mesele, enflasyondaki platonun hangi seviyede gerçekleşeceği, ve bugünkü yüzde 17 politika faizinin bu seviye için yeterli olup olmayacağı. Ben TÜFE’nin 16.50’lerde tepe yapacağını düşünüyorum. Ancak özellikle Mart enflasyonunda bu tepe noktasının daha yukarıda oluşma ihtimali kuvvetlenirse, bir 50 baz puanlık faiz artışı beklentileri kırmak için gayet yeterli olacaktır.