Başlığın tamamı büyük zaferin başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüdür. Büyük önder, savunma sanayisi olmayan bir ülkenin hangi zaafları yaşayabileceğini askerlik kariyeri boyunca savaş meydanlarında tecrübe etmek zorunda kaldığı için cumhuriyetin ilanından itibaren ordunun ihtiyaçlarına göre ‘milli harp endüstrisinin’ kurulması ve geliştirilmesini temel strateji haline getirmişti. Bazı üretimler başlamış ve ‘uçak sanayi’ de önemli ölçüde kurulmuştu.
Atatürk, 1937 Yılı Meclis Açılış Konuşmasında, bu konuda şu cümleleri kurdu: “Harp endüstrisi kuruluşlarını, daha fazla geliştirmek ve genişletmek için alınan önlemler sürdürülmeli… Bundan sonrası için bütün uçaklarımızın ve motorlarının ülkemizde yapılması ve harp hava endüstrimizin de bu temele göre geliştirilmesi gerekir. Hava kuvvetlerinin önemini göz önünde tutarak, bu çalışmaları planlamak ve bu konuyu layık olduğu önemle ulusun gözleri önünde canlı tutmak gerekir…En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve zengin Türkiye idealine ulaşabilmek için bu bir zorunluluktur.”
Kurtuluş savaşının ateşinin yakıldığı günlerden itibaren mühimmat ve hafif silah üretimleri yapılmaya başlanmıştı. Cumhuriyet kurulduktan sonra Atatürk ve arkadaşları dönemin zor şartlarına meydan okuyarak çok başarılı işlere imzalar attı. Askeri Fabrikalar Umum Müdürlüğü’ne bağlı olarak 1923’ten 1948’e kadar kurulan fabrikalar şunlardı:
Ankara Silah Fabrikası, Kayseri Uçak Fabrikası, Eskişehir Uçak Tamir Fabrikası, Gölcük Tersanesi, Ankara Fişek Fabrikası, Kırıkkale Topçu Mühimmat Fabrikası, Pirinç ve Döküm Haddehanesi, Kayaş Kapsül Fabrikası, Mamak Gaz Maskesi Fabrikası, Kırıkkale Çelik Döküm ve Haddehanesi, Silahtarağa Fişek Fabrikası, Elmadağ Barut ve Patlayıcı Maddeler Fabrikası, Kırıkkale Nitroselülozlu Barut Fabrikası, Kırıkkale Tüfek Fabrikası, Kırıkkale Top Fabrikası, ve Orman Çiftliği (Gazi) Motor Fabrikası.
Aynı dönemde özel sektör de savunma sanayi yatırımları yaptı. Şakir Zümre Haliç Silah ve Mühimmat Fabrikası, Nuri Killigil Tabanca, Patlayıcı ve Mühimmat Fabrikası, Alman Junkers ile Tayyare ve Motor Türk AŞ. (TOMTAŞ), Nuri Demirağ Uçak Fabrikası, Türk Hava Kurumu (THK) Ankara Uçak Fabrikası
Ancak İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra SSCB’nin Türkiye’ye yönelik tehdidi artınca, ABD liderliğindeki Batı Blokuna yaklaşmak zorunda kaldık. Bilinen, bilinmeyen risklere karşı ordunun tüm ihtiyaçlarını en kısa sürede karşılamak elzem olmuştu. Ne yazık ki ABD’ye bu yakınlaşma kısa süre sonra ‘yerli ve milli savunma sanayi kurma’ stratejisinin rafa kaldırılmasına neden oldu. ABD’de geliştirilen ve SSCB karşısında bütün ABD müttefiklerine silah başta olmak üzere birçok ürün grubunda hibeler ve uygun kredilerle yardım ve destek içeren Truman Doktrini kapsamında 1947’de yapılan anlaşma, ülkemiz farklı bir yola soktu. 1919’dan beri büyütülmeye çalışılan yerli savunma sanayi girişimleri sona erdirildi. Artık hibe ve kredili alım yoluyla savunma sanayii ihtiyaçlarını karşılayan bir ülke olmuştuk.
Türkiye, büyük müttefiki ABD ile iyi ilişkilerinden, sonra katıldığı NATO içindeki konumundan mutluydu ama Yunanistan ile Kıbrıs merkezli gerilim artıyordu. Türkiye’nin Akdeniz’deki güvenliği için çok kritik olan Kıbrıs’ta uluslararası statü bozuluyor ve Yunanistan destekli Rumlar adadaki Türk varlığına karşı katliamlar yapılıyordu. Yunanistan Kıbrıs’ın kendisine bağlanmasını istiyordu. Türkiye, 2 Haziran 1964’te Kıbrıs’a çıkarma yapma kararını açıkladı. Bunun üzerine sözde müttefik ABD’nin o dönemdeki başkanı Lydon B. Johnson imzalı bir mektup, 5 Haziran 1964’te İsmet İnönü’ye iletildi. Mektupta, “Türkiye’nin adaya tek taraflı müdahalesinin Türkiye ile Yunanistan arasında savaşa yol açabileceği, Türkiye’nin müdahale kararı almadan müttefiklerine danışması gerektiği, bu müdahalenin ya da savaşın, SSCB’nin Türkiye’ye müdahale ihtimalini doğuracağı, o durumda da NATO’nun Türkiye’yi savunma konusunda isteksiz olacağı” ima ediliyordu. Ayrıca “ABD’nin, o zamana kadar Türkiye’ye sağladığı silah ve askeri malzemenin bu müdahalede kullanılmasına da izin verilmeyeceği” belirtiliyordu. Tabii olarak bu mektubun ardından Türkiye, Kıbrıs’a müdahale kararından vazgeçmek zorunda kaldı. O müdahaleyi ancak 1974’te yapabildik ve ABD ve bazı ülkelerden çok ağır silah ambargolarına maruz kaldık. ‘Harekatın Başbakanı’ Bülent Ecevit, 1974-1978 arasında özellikle BBC’ye verdiği röportajda müttefiklerin Türkiye’ye karşı tutumlarının, uygulanan silah ambargosunun, Türkiye’nin kendi yerli savunma sanayisini kurmasının şart olduğunu gösterdiğini söyledi. Türkiye, yerli milli savunma sanayisini kurmanın önemini tekrar kavramış oldu. Ciddi bir hazırlık dönemi yaşandı.
Özal, Savunma Sanayi Müsteşarlığını kurdu 1984’ten itibaren PKK Terör Örgütü’nün ağır saldırıları ve bu süreçte de yine ABD başta olmak üzere Avrupa’daki bazı müttefiklerin teröristlerle ilişkileri Türkiye’nin kendi savunma sanayi için çok daha kurumsal bir yapılanma kararı almasına neden oldu.
Başbakan Turgut Özal’ın kararı ile 1985’te 3238 Sayılı Kanunla Savunma Sanayi Müşteşarlığı kuruldu. Merkezi planlama ve vakıf şirketleri üzerinden yatırımlar yapıldı, ilk ciddi yerli üretimler başladı. ASELSAN, HAVELSAN, TUSAŞ (TAİ-TEİ), ASPİLSAN ve ROKETSAN gibi ana sanayi şirketleri bu dönemde kuruldu. Devlet ve özel sektör şirketleri, F-16’dan Skorsky’ye, Stinger’e kadar çok sayıda yüksek teknoloji projelerinde ortak üretimlere katıldı. Böylece, 2004 yılına kadar savunma sanayimizin ana şirketleri, insan ve teknoloji altyapısı oluştu. Bu dönemde Türk savunma sanayi şirketleri alt yüklenici olarak montajla başlayıp lisans altı üretim yapıyorlardı. Çok uluslu projelere ortaklıklar da bize teknoloji ve know how sağlıyordu. Büyük ithalatçı olduğumuz için off -set (yerli tedarik şartı) koyarak ayrıca ilerliyorduk.
Milli savunma sanayimiz gelişirken, daha ağır silahlar konusunda müttefikler yine ayak sürümeye başladı. Tank, taarruz helikopteri gibi ihtiyaçlar çıkmaza girdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2004 yılında Savunma Sanayii İcra Kurulu’nda devrim niteliğinde bir karar aldı ve modeli tersine çevirdi. Milli savunma sanayimizi, alt yüklenici olarak destekleyen dış tedarik projelerinin tamamını iptal etti. Artık bizim milli savunma sanayimizin ana yüklenici olacağı, dış tedarikin ise alt sistem seviyesinde alt yüklenici olacağı yeni stratejiye geçildi.
Böylece, 1990’lı yıllardan beri yurt dışından satın almak zorunda olduğumuz taarruz helikopteri, tank, insansız hava aracı, korvet, hava savunma sistemleri gibi birçok ürünleri kendimiz üretme hedefiyle yola çıkmış olduk ve 20 yılda çok daha fazlasını üreten yerli ve milli savunma sanayimize kavuştuk.
2023 yılı itibariyle Türkiye’nin savunma sanayi yüzde 80 yerlilik oranına ulaştı. Aynı yıl 5,5 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirdik. 2024 yılı için ihracat hedefi 7 milyar dolar olarak belirlendi ve bu hedefin yılsonunda aşılacağı anlaşılıyor.
2024-2028 Stratejik Planına göre halen yürütülen proje sayısı 1000’e yakın. Türk savunma sanayi firmalarında çalışan sayısı da 100 bine yaklaştı.
SİHA teknolojileri ve üretiminde büyük başarı elde etmiş durumdayız ve çok büyük ihracat rakamlarına ulaştık. Türkiye, kendi 5’inci Nesil Taarruz Uçağını üretmek için de yola çıktı. Tıpkı Atatürk’ün 1937’de dediği gibi hem uçak hem motoru yerli oluyor.