Yaklaşık 30 yıldır sosyal güvenlik sistemi popülist politikaların odağına konulmuş, emeklilik yaşının öne çekilmesi gelecek kuşaklara maliyeti düşünülmeden seçim malzemesi yapılmış bir ülkede yaşıyoruz. İlk olarak 90’lı yıllarda DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel’in 12 Eylül siyasi yasaklarının kalkmasıyla başlattığı genç yaşta emekliliğin seçim vaadi olarak kullanılması ve yaşama geçirilmesi denemesi bugünlere uzanan korkunç maliyetin kaynağı oldu. Başlangıçta 12 Eylül darbesinden sonra demokratik normalleşmenin masum ödünü olarak görülen erken emeklilik, bugün kamu maliyesini en çok zorlayan etken olarak karşımızda. EYT düzenlemelerinin yaratacağı sakıncaları madde madde sıralayan Ak Parti iktidarı da muhalefetin baskısıyla yeni bir genç emeklilik dalgasının önünü açmak zorunda kaldı. Şimdi Türk siyaseti maalesef iktidarıyla muhalefetiyle bu akıl tutulmasının ekonomik ve sosyal maliyetiyle karşı karşıya. İktidar bugün 32,7 milyon çalışana karşılık 16,1 milyon emekli ile toplumsal refahı nasıl ileri götürebileceğini kara kara düşünüyor.
■ Bakan Şimşek: Bütçe performansına deprem ve EYT hariç bakılmalı
Geçen hafta başında gazetemizin Ankara temsilciliğinde ağırladığımız Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek haklı olarak kendi görev süresindeki mali performansın daha net görülebilmesi için bütçeye deprem ve EYT hariç bakılmasını istiyor. Şimşek, “Deprem harcamalarını ve EYT’nin maliyetini çıkarırsak, bütçe açığı %1’in altına düşmüş oluyor. Geçmiş 20 yılın ortalamaları ile karşılaştırdığımızda, deprem ve EYT faktörünü de bir kenara koyarsak, burada da iyi bir performans söz konusu.” diyor. Depremin maliyeti kaçınılmaz. Zaten asırlardır bu topraklarda devlet yönetenler doğal afetlerin beklenmedik yüklerini karşılamak gücünü hep bulabilmişlerdir. Devletimiz depremin maliyetini 110 milyar doların üzerinde tahmin ediyor. Bakan Şimşek’in verdiği bilgilere göre bugüne kadar yapılan harcamalar 1 trilyon TL’nin üzerinde. Deprem yaralarının sarılması için özveriye katlanmak toplum olarak hepimizin görevi. Ancak seçim popülizminin dayattığı Bakan Şimşek’in göreve gelir gelmez önünde bulduğu EYT maliyeti yaklaşık 720 milyar TL. Bu maliyetin 2025’de 1 trilyon TL’nin üzerine çıkacağı kesinleşmiş durumda. Merkez Bankası’nın özel nitelikli fiyat endekslerinde, çekirdek enflasyon göstergelerinde olduğu gibi, mali performansa da bazı kalemleri hariç tutarak bakabilmeliyiz. Araştırmacılar, ekonomi gözlemcileri bunu yapabilirler. Ancak hak sahibi olan olmayan, yararlanan yararlanmayan herkesin EYT’nin maliyetini derin derin düşünmesini gerektiren bir dönemdeyiz.
■ Devletin arkasına gizlenen tüketici aldatması
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın geçen hafta yayımladığı “Taklit ve Tağşiş Yapılan Gıdalar” ve “Sağlığı Tehlikeye Düşürecek” gıdalar listesi hepimizde kızgınlık ve şaşkınlık yarattı. Yüksek enflasyon altında ezilirken ucuz ürünlere yönelmenin nasıl yüksek bir maliyeti olduğunu acı bir şekilde yeniden gördük. Tüketici ucuz ama sağlıksız ürünlerle aldatmak isteyenler bu kez devlet kontrolündeki Tarım Kredi marketlerine sızmış. Benim de satın aldığım kooperatif ürünü diye satılan 5 l’lik zeytinyağı tenekelerine başka bitkisel yağlar karıştırılmış. Benim gibi bu ürünü satın alan birçok kişi “ucuzluğundan şüphelenmeliydik” demiştir. Umarız bu marketler sattığı kooperatif ürünlerini bundan böyle daha sıkı denetler. Bakanlığın yayımladığı listelerden anladığımız gibi yüksek enflasyon süreci tüm dengeleri altüst ettiği gibi ahlakı da bozup sağlıksız ucuz ürünlerle kandırılmamıza neden oluyor. Eylül ayı enflasyon verileri moralleri bozup enflasyonla mücadelenin biraz daha uzun süreceğini gösterse de enflasyon belasından kurtulmak en büyük hedefimiz olmalı.
■ Emeklileri fakirleştiren EYT uygulamaları
Ücretliler ve emekliler içinde debelendiğimiz yüksek enflasyon sürecinin en büyük mağdurları. Son olarak 16 milyonun üzerine çıkan emekli sayısı elbette emeklilerin insanca yaşamalarını sağlayacak maaş düzeyine ulaşmaları önündeki engellerden biri. Sayıları 3 milyon olduğu tahmin edilen son EYT dalgasında emeklilerin ortalama yaşı 48,1. Bir kısmı yeniden üretim sürecine katılsa da bu kadar kişinin bir anda üretimden kopması çok önemli bir sorun. Sosyal devletleriyle övünen koskoca gelişmiş ülkeler on yıllar boyunca emeklilerine 60-65 yaşından önce zırnık koklatmazlarken bizim 30 yıldır hala 40’lı yaşlardaki emekliliği konuşmamız zaten uluslararası rekabette yenilgiyi baştan kabul etmemiz anlamına da geliyor. Henüz çalışanları nasıl daha verimli kılacağımızı onların mesleki eğitimlerini nasıl geliştireceğimizi daha tam anlamıyla planlayamadan yaşları giderek gençleşen emeklilerimizi nasıl doyuracağımızı düşünmek zorunda kaldık. Geçen hafta gazetemizin kıdemli muhabiri Mehmet Kaya’nın haberinden öğrendiğimiz üzere 2024 Haziran ayı itibariyle Türkiye’de 6 ilde aylıkgelir alan kişi sayısının, çalışan kişi sayısından fazla. Bu iller Balıkesir, Çorum, Giresun, Sinop, Zonguldak, Bartın olarak sıralanıyor. 2030’lu yıllardan itibaren Türkiye’nin genç nüfus avantajı ortadan kalkacak. Çalışma ve emeklilik hayatını yeniden düzenleyecek siyasi hesaplardan, popülist kaygılardan uzak yeni bir bakış açısına şiddetle ihtiyacımız var.