Bütçe krizlerinden nasıl kurtuluruz? Farklı ülkeler, farklı çözümler

Mehmet Öğütçü

The London Energy Club Yönetim Kurulu Başkanı

UZMAN GÖRÜŞÜ

Dünyanın önde gelen ekonomileri, kritik bir eşikte bulunuyor. Bütçe açıkları, yüksek borç yükü ve ekonomik belirsizlikler, birçok ülkeyi radikal kararlar almaya zorluyor. Ancak bu krizlere verilen yanıtlar büyük farklılık gösteriyor. Kimi ülkeler sert reformlarla ekonomik dengeyi sağlamaya çalışırken, kimileri borçlanmayı artırarak günü kurtarmaya çalışıyor.

Sovyetler Birliği’nin sonunu getiren bütçe açığı, Rusya’yı da mı bekliyor?

Sovyetler Birliği, 1991’de ekonomik çöküşle birlikte dağıldı. Aşırı merkeziyetçi ekonomi, düşük verimlilik ve ABD ile silahlanma yarışı, Afganistan işgalinin tetiklediği yüksek askeri harcamalar devlet gelirlerini tüketti. Ruble hızla değersiz hale geldi, kamu hizmetleri çöktü ve devlet varlıkları yok pahasına oligarklara satıldı.

Bugün Rusya, benzer bir kaderle karşı karşıya olabilir mi? 2022’de başlayan Ukrayna savaşı ve Batı’nın ağır yaptırımları, Rusya ekonomisini büyük bir baskı altına aldı. Acilen Trump desteğinde bitirilmeye çalışılan bu kanlı savaşın maliyeti yüzlerce milyar dolar, milyonlarca insan kaybı. Bütçe açığı yükseliyor, dışarıdaki döviz rezervleri donduruldu. Ruble, dolar karşısında yine hızla değer kaybediyor ve ithalat zorlukları üretimi aksatıyor. Ancak Sovyetler’den farklı olarak, Rusya hâlâ enerji ihracatından hatırı sayılır gelir elde ediyor; Çin ve Hindistan gibi alternatif ticaret pazar ve güzergahları imdadına yetişiyor. Yine de bütçe açığı sürdürülebilir değil ve mevcut politikalar devam ederse Rus ekonomisinin uzun vadede büyük bir darboğaza girmesi kaçınılmaz görünüyor.

ARJANTİN: Acı reçete mi, kurtuluş yolu mu?

Arjantin, 2023 yılında Javier Milei’nin iktidara gelmesiyle farklı bir yol izlemeye başladı. Devlet harcamalarını keskin şekilde azaltan Milei, birçok bakanlığı kapatarak kamu giderlerini düşürdü. Devlet destekleri ve sübvansiyonların kesilmesi ilk etapta işsizliği ve enflasyonu artırsa da, ekonomide toparlanma sinyalleri görülmeye başlandı. 2023’te yüzde 140 seviyesinde olan enflasyon, 2025 itibarıyla yüzde 30’un altına düştü ve yabancı yatırımcılar tekrar ülkeye yönelmeye başladı.

Arjantin modeli, acı reçeteler içerse de, ekonomik istikrarı sağlamak için sert önlemler alınmasının bazen zorunlu olduğunu gösteriyor. Ancak bu modelin başarısı, halkın reformlara ne kadar dayanabileceğine bağlı.

ABD: Borçla yaşayan dev ekonomi

ABD, doların küresel rezerv para olması avantajıyla uzun yıllardır bütçe açıklarıyla yaşamayı başardı. Ancak yeni Trump döneminde başlayan keskin politika dönüşleriyle sosyal yardımlarda kesintiler yapıldı, gümrük tarifeleri artırıldı ve dış askeri harcamalar azaltıldı. ABD yönetimi, özellikle Elon Musk’ı görevlendirerek gereksiz bakanlıkları kapatıyor, verimliliği arttırıyor, federal harcamaları daha da düşürmeye çalışıyor.

Ödemeler dengesi açığını kapatma güdüsüyle ticaret ortaklarıyla yaşanan gerilimler, artan gümrük tarifeleri ve iç piyasadaki daralma, ekonomide yeni zorluklar yaratıyor. ABD modeli, tamamen çöküşe gitmeden önce keskin reformlar yapmanın önemini gösteriyor.

AVRUPA: Borçlanarak günü kurtarmak

Avrupa ise bütçe açıklarını kontrol altına almak yerine borçlanmayı artırarak günü kurtarmaya çalışıyor.  Özellikle Fransa, Almanya ve İtalya gibi büyük ekonomiler, enerji krizinin ve düşük büyümenin etkileriyle mücadele ederken, devlet harcamalarını kısmak yerine daha fazla borçlanmaya yöneldi.  Enerji maliyetlerinin yükselmesi küresel rekabet gücünü baltalıyor.

2025 itibarıyla Avrupa’da kamu borçları rekor seviyelere ulaşırken, Almanya’nın borç/GSYH oranı yüzde 80’i, Fransa’nın ise yüzde 115’i aştı. Avrupa Merkez Bankası’nın faiz artırımları, borçlanma maliyetlerini yükseltti ve ekonomik büyüme durma noktasına geldi. Şimdi de Amerikan güvenlik şemsiyesi yavaş yavaş kaldırılırken yeni Avrupa güvenlik mimarisinin maliyetleri geliyor. Avrupa, öyle görünüyor ki, borçlanmaya dayalı ekonomik modelini sürdürmeye çalışırken, reformları geciktirerek uzun vadeli bir kriz riskini artırıyor.

ÇİN: Devlet destekli büyüme ne kadar sürdürülebilir?

Çin, ekonomik büyümedeki yavaşlamayı durdurmak için büyük kamu yatırımlarına yöneldi. 2025 itibarıyla altyapı projelerine yapılan devasa harcamalar sayesinde ekonomik büyüme yüzde 4 seviyesinde. Oysa Pekin’de diplomat olarak görev yaptığım dönemde yüzde 12 idi yıllık büyüme ve yüzde 10’un altına düşülmesi 1.4 milyartık bu ülke için felaket olarak görülüyordu liderleri tarafından.

Devletin ekonomiye aşırı müdahalesi ve özel sektöre yönelik kısıtlamalar, verimlilik sorunları yaratıyor, merkezi hükümet ile eyaletler arasında gerilim büyüyor. Deng Xiaoping’in 1980’lerde başlattığı  dışa açılma ve reformlar Çin’i büyük bir ekonomik güç haline getirmişti, ancak Xi Jinping’in müdahaleci politikaları, özel sektör üzerindeki baskıyı artırarak büyüme hızını yavaşlattı.

Devlet desteğiyle ekonomisini ayakta tutmaya çalışsa da, özellikle küreselleşmenin geriye sardırıldığı ve ikmal zincirlerinin bozulduğu bu dönemde, mevcut modelin sürdürülebilir olup olmadığı belirsizliğini koruyor.

TÜRKİYE: Reformları erteleyerek krizi yönetebilir miyiz?

Türkiye de benzeri ve uzun zamandır bir türlü çözümlenemeyen ciddi yapısal ekonomik zorluklarla karşı karşıya. Reformların ertelenmesi, devletin ekonomiye artan müdahalesi, yolsuzluklar ve şeffaf olmayan kamu harcamaları bütçe dengesini olumsuz etkiliyor.

Daha üç yıl önce, pandemi çıkışında, 2,7 trilyon TL olan Hazine borç stoku geçen yıl sonunda 9,2 trilyon TL’yi aştı. Hazine’nin anapara ödemesinin çok ötesinde borçlanmasının en önemli nedeni bütçe açıkları. Bu bağlamda bütçe giderleri içinde önemli bir büyüklük oluşturan faiz giderlerini dahil ettiğimizde yüksek net borçlanma ile ilgili resim netleşiyor.

2025 itibarıyla bütçe açığı GSYH’nin yüzde 6’sına yaklaşırken, kamu borçları hızla artıyor ve faiz ödemeleri bütçeyi zorluyor. Beklenen yabancı yatırım ürkek, gelmiyor; tam tersine Türk sermayesi yurtdışında kendisine güvenli liman arıyor.

Bitmek bilmez seçim ekonomisi nedeniyle kamu harcamaları artırılırken, bu harcamaların finansmanı belirsizliğini koruyor. Döviz kuru ve enflasyon üzerindeki baskı devam ederken, Türk Lirası’nın değer kaybı sürüyor, resmi enflasyon yüzde 50 seviyesinde. Fiili durum çok daha yukarılarda.

Türkiye, reformları sürekli geciktirerek ve zikzaklar çizerek kısa vadeli çözümlerle ekonomik dengeyi sağlamaya çalışıyor. Ancak verimli ve siyasi baskılardan bağımsız icraya dönüştürülebilecek akıllı bir ekonomik model oluşturulmazsa, uzun vadede ciddi krizler yaşanması kaçınılmaz görünüyor.

Jeopolitik gerilimler ve teknoloji etkisi

Artan jeopolitik gerilimler, piyasalarda istikrarsızlık yaratırken, tedarik zincirlerinde aksaklıklar meydana getiriyor. Ukrayna savaşının yanı sıra Ortadoğu ve Asya-Pasifik gibi bölgelerdeki gerilimler, küresel ticaretin, finansmanın akışını ve maliyet yapısını yeniden şekillendiriyor. Özellikle enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar, dünya ekonomisinin en büyük oyuncularını etkiliyor.

Bu durum, üretim maliyetlerini artırarak enflasyonu tetikliyor ve büyüme beklentilerini olumsuz etkiliyor. Diğer yandan, dijitalleşme, yapay zeka ve sürdürülebilir enerji çözümleri, iklim değişikliği teknolojik gelişmeleri, ekonomilere yeni fırsatlar sunsa da, bu dönüşüm beraberinde ciddi eşitsizlikler, riskler ve siber güvenlik tehditleri de getiriyor. Teknoloji, ülkelerin ekonomik büyümelerini desteklerken, aynı zamanda yeni jeopolitik risklere de yol açabiliyor.

Ana mesaj: Sorunları halının altına süpürerek çözemezsiniz

Bütçe krizlerine verilen tepkiler, ülkelerin ekonomik geleceğini belirliyor. Sert reformlar kısa vadede acı verse de, uzun vadede sürdürülebilir istikrar sağlayabiliyor. Elbette her ülkenin koşulları farklı. Arjantin ve ABD, reformları uygulayarak bütçe dengelerini sağlamaya çalışırken, Avrupa ülkeleri ve Türkiye ülkeler borçlanma ile günü kurtarmaya çalışıyor.

Bu süreçte en kritik konu, zamanında reform yapabilmek, popülist önlemlerle vakit kaybetmemek, yük paylaşımında adaleti sağlamak.

Reformlar gecikirse, Sovyetler Birliği örneğinde olduğu gibi, kaçınılmaz bir ekonomik çöküş yaşanabilir. Ancak doğru politikalar zamanında uygulanırsa, ekonomik toparlanma ve büyüme mümkün olabilir.

Bunu da çoğulcu demokrasilerde gerçekleştirmek kolay değil ne yazık ki ancak otoriter liderlerin yapabildiğini görüyoruz. Bu da ayrı bir tartışma konusu.

Önümüzdeki yıllar, ülkelerin hangi yolu seçeceğini, söylemlerini icraya dönüştüreceğini ve bu tercihlerinin uzun vadede nasıl sonuçlar doğuracağını gösterecek.

Unutulmaması gereken tek şey, sorunları halının altına süpürerek çözüm bulamazsınız. Sadece kaçınılmaz sonun maliyetini artırarak geciktirirsiniz.

Tüm yazılarını göster