Bütçe, faiz ve cari transferlere teslim

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

Önce yaşanan 2008 krizi, ardından gelen salgın, birçok ülkede bütçe açıklarına neden oldu. Bütçe dengesine hassas gözlüklerle bakan IMF bile, “Hükümetler mali yardımları azaltmasın, harcamalarını artırsın” çağrıları yaptı. Türkiye de kendi çapında salgın döneminde genişlemeci bir maliye politikası izledi. Ancak halka ve KOBİ’lere diğer ülkeler gibi büyük destekler vermedi. Hatta kimi sektörlere ya hiç destek vermedi ya da göstermelik desteklerle çıkan çatlak sesleri kesti. Bu sektörlerin başında da kültür alanındaki müzik, yayıncılık, tiyatro, sinema sektörü gelmekte. Desteklerden büyük payı son yirmi yıldır kayırılmış sektör olan inşaat ile otomotiv aldı. Özellikle de büyük ölçekli firmalar pastadan en büyük dilimi kapanlar oldu. Tüm bunlara rağmen hükümetin salgına karşı verdiği desteklerin GSYH’ye oranı (IMF verilerine göre) %9’da kaldı, bu oranla Türkiye salgın konusunda ekonomisine az destek veren ülkeler grubunda yer aldı (Destek/GSYH oranı Almanya’da %27,8, Fransa’da %15,6, İtalya’da %35,8. https://www.imf.org/en/Topics/imf-and-covid19/Fiscal-Policies-Database-in-Response-to-COVID-1).

Salgına karşı daha çok kredi genişlemesiyle özel sektörü rahatlatmak isteyen hükümet, buna rağmen bütçe açığında yeni rekorlara imza attı. Bütçe açığı 2020 yılında 172 milyar TL’ye, 2021’in ilk yedi ayı sonunda 78 milyar TL’ye ulaştı. Bu rekorlar elbette aniden gelmedi. Belli bir iktisadi ve politik gelişimin, ayrışmanın sonrasında bu noktaya ulaşıldı.

AKP’nin iktidarda olduğu 19 yılda maliye politikası ve bütçede neler değişti? Bunu düzenlediğimiz tabloda özetledik. Rakamları başka bir sembole, harflere dökelim.

2020 sonrası çok hızlı borçlanma artıyor, ancak hızlanma ivmesi 2014 sonrası başlıyor. Borçlanmadaki artışa 2014 sonrası bütçe dengesindeki bozulma kaynaklık ediyor.

2007 sonrası cari transferlerin vergi gelirlerine oranı artıyor, SGK açıklarının yükselmesi, çeşitli politik yerel destekler ve izlenen göç politikası cari transferleri hedefin üzerine taşıyor.

Enflasyon hedeflemesi ve TCMB bağımsızlığı tartışmaları 2017 sonrası faiz yükünü artırıyor. Faiz giderlerinin vergi gelirleri içindeki payı 2021’e gelindiğinde %19,6’ya kadar çıkıyor.

2010’dan sonra özellikle 2017’den itibaren bütçe iki kalemin esareti altına giriyor: Faiz giderleri ve cari transferler. Bu iki kalemin vergi gelirleri içindeki payı 2020’de %75,8; 2021’in ilk yedi sonunda da %77,6’ya ulaşıyor.

Bu oranlarla hükümetin maliye politikasında kısa dönemde yeni açılımlara gitmesi zor. Orta ve uzun dönemde kamunun harcamalarını bütçe giderlerinin fonksiyonel dağılım da değişikliğe gitmeli. Yani az harcanmalı, harcanması gerekli yere (eğitime, sağlığa) kaynak artırılmalı, itibar harcamaları minimize edilmeli. Örnekleyelim, Rize Valisi’nin arabasına Almanya Başbakanı Merkel binmiyor. İngiltere Başbakanın evi  (aynı zaman da çalışma ofisi) yıllardır (1735’den itibaren) aynı sokakta, Downing Street No: 10.

Hükümet faiz oranıyla kavgalı, ancak faiz oranının yüksek olmasının ana nedeninin, kamu borçlanması, kamu harcamaları ve döviz kuru artışıyla birlikte ortaya çıkan enflasyon olduğunu görmek zorunda. Aslında faiz üzerinden yapılan tartışma kendi gömleğiyle kavga etmeye benziyor. Faizin düşmesi isteniyor ise cari transferler başta olmak üzere kamu harcamaları yeniden gözden geçirilmeli.  Bu yapılmaz ise ne tartışmanın ne rakamların önemi kalmaz.

Okuma Önerisi, Çağlar Ezikoğlu, Türk Siyasetinde Bir Survivor Hikayesi - AKP

Ömer Faruk Çolak, Ekonomide Masallar Gerçekler.

Tüm yazılarını göster