İstanbul’da sanat gündeminin temposu daima baş döndürücü ama bu son günlerde zirvede.
Yeni açılan sergilere, müzelere yetişmek için neredeyse insan üstü bir çaba gerektiriyor, kaldı ki çabayı gösterseniz de aklınızda “acaba ne kaçırıyorum” sorusu hiç eksik olmuyor.
Geçenlerde Anadolu yakasında oturduğum için biraz da mecburiyetten bir güne 3 sergi ve İKSV Tiyatro Festivali’nin yıldızlarından Comedie Française’in ‘Hekabe Hekabe Değil’ oyununu sığdırmayı başardım.
İlk durak Mimar Sinan’ın Zeyrek’teki eseri Çinili Hamam.
Barbaros Hayreddin Paşa tarafından Mimar Sinan’a ısmarlanan, 1530-1540 yılları arasında inşa edilen Zeyrek Çinili Hamamı, The Marmara Grubu tarafından titiz bir restorasyon sonrası yaklaşık bir yıl önce kapılarını ‘Kalıntıların Şifası’ sergisiyle açılmıştı.
İlk serginin küratörü Anlam de Coster, bu kez hamamın sadece Bizans dönemi sarnıcında yer alan ‘Bizans’a Yelken Açmak’ Sergisi’nin de küratörü.
Başlığını İrlandalı şair William Butler Yeats’in ‘Sailing to Byzantium’ (Bizans’a Yelken Açmak” şiirinden alan sergi Yunan sanatçı Alekos Fassianos’un eserlerine yer veriyor.
Çinili Hamamı kazıları sırasında tesadüfen ortaya çıkartılan, sarnıçtaki eserlerde Yunan mitolojisi ve Bizans ikonografisinin izlerini görmek mümkün.
Sergiyi birlikte dolaştığım Anlam de Coster, iki yıl önce hayatını kaybeden ve Yunanistan’ın Picosso’su diye bilinen ünlü sanatçı Alekos Fassianos’un sanatını yıllardan beri yakından izliyor.
“Kalpten üreten biri. Elitlerin değil halkın kendisini sevmesini isteyen bir sanatçı” diyor.
1935 doğumlu Fassianos Atina’da konservatuarda keman ve güzel sanatlarda resim eğitimi aldıktan sonra Fransa’dan aldığı bursla litografi eğitimi almak üzere Paris’e gidiyor.
Cunta yönetimi nedeniyle hayatının 35 yılını Paris’te, avantgarde çevrelerle içli dışlı geçiren Fassianos ressam, yazar, şairliğinin yanı sıra tasarımcı, seramikçi, mimar.
Antik dönem ve modernizmi harmanladığı kendine has tarzıyla tanınan sanatçı gündelik hayatı canlı renkler ve modern çizgilerle mitolojik bir anlatıya dönüştürüyor.
Sanatçı Paris’ten memleketine döndükten sonra aile evinin bir müzeye dönüştürülmesi için kolları sıvıyor.
Yakın arkadaşı olan ünlü mimar Kyriakos Krokos ile birlikte tasarladığı modern müze binası ne yazık ki ölümünden bir yıl sonra 2023’te kapılarını açıyor.
Anlam De Coster “2021 yılında Atina’da evine gittim, çok hastaydı. Onu göremedim ama eşi ve kızıyla tanıştım. Kendi adını taşıyan müzeyi gördüm. Aile ile hep irtibatta kaldık. 2022 yılında vefat etti. Geçen yıl kızı beni arayarak İstanbul’da sergi açmak istediklerini aktardı. Fassianos Müzesi Atina’ya giden Türklerin en çok uğradıkları yer”.
Aleksos Fassianos Müzesi ve sanatçının ailesinin iş birliğiyle hayata geçen ‘Bizans’a Yelken Açmak’ Sergisi, güncel sanat alanına ayrılan sarnıç için özel kurgulanan ilk proje.
Anlam de Coster “Amacımız Zeyrek Çinili Hamamın meseleleriyle ilişki kuran sanatçıları davet etmek istiyoruz. Fassianos sarnıcın Bizans geçmişiyle yakından ilintili bir sanatçı. Düşünün büyükbabası rahip. Çocukluğu boyunca dedesinin el yazmalarına yardım etmiş, illüstrasyonlarını yapmış. Dolayısıyla Bizans ikonografisinin içinde doğmuş. Antik Yunan mitleriyle büyümüş. Zira annesi antik Yunan tarihçisi, babası keman virtüözü. Çocukluğu böyle bir dünyanın içinde geçmiş” diye anlatıyor: “Hayat hikayesi burası ve konumuzla ilgili.”
Gerçekten Aleksos Fassianos’un çoğunlukla profilden çizdiği kimi melek kanatlı kahramanlarıyla, canlı kırmızıların mavilerin yanı sıra Bizans’in altın rengini bolca kullandığı tuvalleri, duvarlarında gizemi hala çözülmemiş gemi grafitileri olan sarnıca o kadar güzel uyum sağlamış ki.
Anlam de Coster “Bir ölümsüzlük arayışı. Kendinden sonraya bir şeyler bırakma ve bunu bir sanatsal yaratı ile yapma arayışı. Barbaros Mimar Sinan’a görkemli bir hamam sipariş ederek ismini ölümsüzleştirmek istiyor” diyor.
Öte yandan Fassianos’un figürleri çok zamansız ve genç figürler. Tam olarak hangi döneme ait oldukları anlaşılmıyor. Yakın dönem mi? Antik resim mi yoksa 20. Yüzyıl başı mı? Ölümsüzlüğü keşfetmiş gibiler.
Anlam de Coster “Bir sonsuz gençlik var bence eserlerinde. Son dönem eserlerine kadar o suratlar hiç yaşlanmıyor. Yaşanmışlığın o ağırlığı eserlerine çökmüyor” diyor.
Bizans Sarnıcı’ndaki sergide, ressamın ilk kez gün yüzüne çıkan bir İstanbul tablosu da var.
İstanbul’u çok seven Fassianos’un profilden mavi iki figürü cami kubbeleri önünde gösteren tuvali bir rulo halinde küratörün kendisi aile evindeki belgeler arasında bulmuş.
Tasarımını PATTU’nun yaptığı sergide bir duvar sanatçının pirinçten yaptığı ikonvari figürlerine ayrılmış.
Yakınımızda çünkü Zeyrek Çinili Hamamı örneği gibi Bizans eserleri şehrimizde adım başı, uzağımızda çünkü tarihçi Halil İnalcık Osmanlı’nın bir bakıma Bizans’ın devamı olduğunu söylemesine rağmen bu tarihi mirasımıza sahip çıkmıyoruz.
Sergi 31 Aralık tarihine kadar devam ediyor.
İkinci durağım Tepebaşı’ndaki Galerist.
Zeyrek’ten Tepebaşı’na nasıl konduğumu es geçiyorum.
Galerist’te açılan karma serginin küratörü Karoly Aliotti, Anlam de Coster gibi serginin başlığını bir şiirden almış.
Hem Aliotti, hem de Coser sergi kurgularken çoğunlukla şairlerden, yazarlardan besleniyor, sergiyi edebi kaynaklardan çağrışımlarla zenginleştiriyor.
“Bizans’a Yelken Açmak” sergisi, mekanla, mekanın kahramanlarıyla sanatçı arasında bağlar kuruyordu.
Karoly Aliotti ise kimine göre melankoliyi, hüznü çağrıştıran mavinin her tonunun kullanıldığı eserler arasında bağlar, geçişkenlik üzerinde duruyor.
Aliotti, 2017 yılında Nilüfer Şaşmazer’in eş kürotörlüğünde siyan rengin doğurgan yaratıcılığına odaklanan ‘Dark Deep Darkness and Splendor’ sergisini düzenlemişti.
Nitekim turumuza başlarken “Bu serginin ilk tohumları yedi yıl önce o sergide atılmıştı” diyor.
Neden mavi?
“Çünkü mavi yas, hüzün, keder, melankoli, yalnızlık, bazen umudu ve daha birçok şeyi çağrıştırıyor. Blues müziğini düşünün. Kökleri Afrika’da cenaze ve yas törenlerinde ‘acının ifadesi’ olarak kullanılan çivit mavi rengine dayanır. ABD’de Afrikalı kölelerin söyledikleri hüzünlü, umutlu şarkılar o yüzden ‘blues’.
Karoly Aliotti’nin bir eserden diğerine geçerken kurduğu bağlantılar edebiyat tadında.
Zaten kendisi serginin defteri andıran kataloğunda -yanında taşımak için ideal keşke tüm sergi katalogları böyle küçük ve sade olsa- her eserin yanına ona uygun bir edebi alıntı iliştirmiş.
Defne Tesal gibi genç bir sanatçıya Picasso’nun sevgilisi Dora Maar ile, Hera Büyüktaşcıyan’ı Semiha Berksoy ile, Elif Uras ile Sarkis’i bir araya getiren sergideki gönlümün kaldığı işler hayli fazla birkaç tanesine değineyim.
Hera Taşçıyan’ın elinin bronz kalıbında, üzerinde çivit renginin kalıntıları olan bir duvar parçası var.
Duvar parçası Fethiye’ye yakın ‘Hayalet Köy’ diye de bilinen eski Rum Köyü Levissi’nin terkedilmiş evinden.
Gidenlerden geride kalan bir parça. Eserin adı ‘The Sky in my Palm’.
Ahmet Doğu İpek’in bakış açınıza göre taş ya da kalp olabilen çivit mavisi işleri ‘Repair/Lapis Azuli’ en dipteki Sarkis’in “Mavi Kalp” işiyle diyalog halinde.
Diyalogun tam ortasında ise Elif Uras’ın ‘Swan’s Tear/Kuğunun Gözyaşı’ eseri bir nişin içinde öylesine duruyor.
Ne yazık ki bu şiir gibi sergi 6 Kasım’da sona erdi.
Günün son sergi durağı, Galata Rum Okulu’nda 2 Aralık tarihine kadar devam edecek olan İrfan Önürmen’in “Bilinmeyen Neden” başlıklı kişisel sergisinin açılışı.
Merkezi New York’ta C24 Gallery’nin düzenlediği sergide, sanatçının esere şeffalık ve büyük bir derinlik katan katmanlı tül işlerini, kağıt kolajlarını ve okulun çeşitli katlarındaki beton heykellerini görmek mümkün.
Yeni malzemeleri kullanmayı seven sanatçının zımpara kağıdına yaptığı boya ve sürtmelerle yeni işleri ilk kez izleyiciyle buluşuyor.
Serginin açılışına ailesiyle katılan İrfan Önürmen tuval resmiyle de bağını kopartmamış bu sergide.
Comedie Française, Fransızların en eski kültürel kurumlarından biri.
344 yıllık ve efsane Moliere’in tiyatrosu diye nam salmış.
İstanbul Tiyatro Festivaline ‘Hekabe Hekabe Değil’ Oyunu ile katılan Comedie Française Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde sergilediği oyun şaşırtıcı ve etkileyici.
Yunanlı ozan Euripides’in tragedyasında Truva Savaşı’nda, Trakya Kralına emanet ettiği küçük oğlu dahil her şeyini kaybeden Kraliçe Hekabe’yi canlandıran oyuncunun tragedya ile iç içe geçmiş kendi dramını izliyorsunuz.
Oyunda Trakya Kralı’ndan intikam peşinde koşan Nadia adındaki oyuncu, gerçek hayatında Otis adındaki otistik çocuğu bakımevinde kötü muameleye karşı kaldığı için adaletin yakasına yapışıyor.
Tragedyada Amerikalı soul şarkıcı Otis Redding’in müziğinin kullanılması, oyuncuların bu dans eşliğinde dans etmeleri Moliere’in tiyatrosunun bize hazırladığı sürpriz.
Üçüncü bir Otis ise Muhsin Ertuğrul’da bindiğim asansörün markası desem…