Son bir yıl para politikasında oldukça dalgalıydı. Çok kısa bir dönemde ciddi gelgitler oluştu; sert dönüşler yapıldı. Önce faizlerin hızlı bir şekilde indirildiği ve kredi arzının kamu bankalarının liderliğinde pompalandığı bir dönem yaşadık. 2020 Kasım ayından bu yana ise tam tersi bir politika izleniyor. Yani kısa vadeli faizler yükselirken, kredi artış hızı yavaşlatılıyor. Şimdi tartışılan ise siyasetten ve iş dünyasının çeşitli kesimlerinden gelmeye başlayan “faiz indirim ve parasal gevşeme” çağrılarının artacağı ve belki de çağrı olmaktan çıkıp baskıya dönüşeceği önümüzdeki dönemde uygulanacak para politikasının nasıl olması gerektiğidir.
Cevabı hem zor hem de kolay bir soru. Teknik olarak oldukça kolay. Enflasyon çift haneli rakamlarda seyrettiği ve Türkiye dünyanın en yüksek enflasyonuna sahip birkaç ülkesinden bir olmaya devam ettiği süre boyunca para politikasında Merkez Bankası’nın çok fazla seçeneği yoktur. Kasımdan bu yana uygulanan politika sonrası faizin enflasyonun nedeni mi yoksa sonucu mu olduğu tartışması rafa kaldırılmıştı. Enflasyon artışındaki önemli nedenlerden biri olan TL’nin şiddetli değer kaybının sıkılaştırılmış para politikası sayesinde kontrol altına alınabildiği ve bir miktar da olsa tersine çevrilebildiği görüldü. Yine önceki dönemde başvurulan ve kısa vadeli yatırımcıları ürküten bazı hatalı uygulamalardan dönülmesi de TL’nin istikrara kavuşmasında etkili oldu. Kasım sonrası atılan adımlar para politikasına ve Merkez Bankası’na olan güvenin yeniden tesis edilmesine de dayanak oldu. Rezervlerdeki aşınma durdu. Ancak hem güven hem de rezerv olarak hala kırılgan durum devam ediyor. Gerek brüt rezervlerin seviyesi ve gerekse swaplar hariç tutulduğunda negatifte olması Merkez Bankası’na çok fazla esneklik bırakmamaktadır. Aynı şekilde rezervin düzeyinin diğer gelişmekte olan piyasa ekonomilerine göre düşük olması ve enflasyon gerçekleşmeleri ile açıklanan hedefler arasındaki makasın genişliği para politikasına olan güvenin artışını sınırlandırmaktadır.
Dolayısıyla böyle bir tabloda, Merkez Bankası jargonuyla, enflasyon görünümünde belirgin bir iyileşme sağlanıncaya kadar para politikasında sıkı duruş sürdürülmelidir. Merkez Bankası’nın para politikası duruşu ise yine bankanın kendijargonuyla 1- Enflasyona karşı sıkı, 2- Döviz likiditesinde dengeleyici ve 3- Finansal istikrarı destekleyici olmak durumundadır.
Daha önceki dönemlerde defalarca görüldüğü ve Merkez Bankası tarafından da çeşitli defalar vurgulandığı gibi “Kararlı para politikası duruşu enflasyonu düşürmekte temel belirleyici olmuştur.” Bundan sonraki dönemde de olacaktır. Bu nedenle önümüzdeki dönemde yukarıdaki para politikası çerçevesinde ısrar edilmelidir. Bankanın şu ana kadar verdiği sinyaller de bu doğrultudadır. Buraya kadar olan, “önümüzdeki dönemde uygulanacak para politikasının nasıl olması gerektiği”ne dair soruya verilebilecek olan kolay cevaptı. Cevaplanması zor ve kritik olan ise mevcut para politikasına siyasetten ve maliye politikasından destek gelip gelmeyeceğidir.
Maliye Bakanı Lütfü Elvan’dan şu ana kadar gelen açıklamalar bu desteğin verileceği yönünde. Ancak geçmiş yıllarda da görüldü ki etkin bir para politika izlenmesinde etkili olan bir diğer faktör siyasetten “faiz indirim baskısı” gelip gelmeyeceği ve Merkez Bankası’nın böylesi bir baskıya karşı ne yapacağıdır. Faizler hep böyle yüksek mi kalmalı? Tabii ki hayır. Yüksek faiz kötüdür ve hastalık belirtisidir. Faizi enflasyon görünümü bozuk olduğu halde indirmek ne kadar yanlışsa faiz indirim koşulları oluştuğu halde faizi yüksek tutmakta ısrar etmek de o kadar yanlıştır. Enflasyon hedeflemesi yapan ve sıkı para politikası izleyen bir merkez bankası, ancak enflasyon görünümünde bir düzelmenin görülmesi halinde faizleri indirmeye başlayabilir. Görünen o ki, TCMB için böyle bir gevşeme enflasyon görünümündeki düzelmeye bağlı olarak belki yılın ortasında ya da ikinci yarısında söz konusu olabilir.