“Politik Kapitalizm” –son dönem kapitalizmi için önerilen bir isim ve bir kuram- bir tür “Yeni Feodalite” olarak görülebilir mi? Bunu öne sürenler var. Son model kapitalizmin neo-feodalizme dönüştüğü tezi en az on yıllık bir tez. Burada küresel diplomasinin ve uluslararası siyasi sistemin neo-feodal olarak görülmesi gibi nispeten basit ve sıradan bir fikir değil modern kapitalizmin (ekonomik) özünün değiştiği iddiası söz konusu. Liberalizmle kapitalizmi özdeşleştiren yorumun tümden çöpe atılması anlamına geliyor. Peki, ama acaba Marx kaynaklı tezler önce feodal sistem (hukuk), sonra feodalite (sınıf) ve en sonunda 19. Yüzyılın ortasından itibaren feodalizm (düzen) denmeye başlanan, bir türlü tam olarak nitelenemeyen alt-belirlenmiş bir Batı Avrupa olgusunu tam açıklayabildiler mi ki günümüz kapitalizmini açıklamak için neo-feodalite imgesine başvuruluyor? Önemli feodalite tarihçilerinin çoğunun “tam nedir bilmiyoruz ama pedagojik açıdan feodalite veya hatta feodalizm diyelim bakalım” şeklinde yaklaştıkları bu dönem hayli karmaşık ve uzun bir dönem. Feodalizm diye kapitalizm gibi bir -izm olmadığı çok açık ama acaba feodal sistem terimi bile uygun mu? Feodal sistem ne kadar sistem? Önce bu konuya bir göz atalım.
Marksist veya Marx’tan etkilenen yaklaşımlarda sınıfların hayli kararlı varlıklar olduğu, sınıfsal davranışların nüfus hareketleri ve dışsal şoklar (kıtlık, veba, teknoloji vb.) tarafından etkilendiği ancak sınıf kavramının bağımsız değişken olarak hep var olduğu söylenir veya söylenmek durumundadır. Sınıf, uzun sürmüş bir feodalitede alt dönemler arası bir sabittir ve değişim sınıfa göre tanımlanmalıdır çünkü değişimi tanımlamak için muhafaza edilen-saklanan-sabit bir faktör gerekir –enerjinin sakınımı yasası gibi. Sınıf, genel olarak feodaliteye girişte de çıkışta da muhafaza edilen bir sabit olmalıdır. Sınıf kavramı tarihi değişimi yeterince açıklamıyorsa Marksist yaklaşımın özgünlüğü neredeyse kalmaz.
Ancak temel dinamik sınıf ve sınıflar arası mücadele ise ekonomik faktörler, teknoloji, dışsal şoklar, piyasa ve ticaret gibi konular geri plana düşer. Açıklama bu temaları içerse bile son tahlilde sınıf mücadelesine bağlanarak yapılmalıdır. Bu gelenekteki açıklamaların olmazsa olmaz öğeleri üretim tarzı, üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki bağlantıdır. Üretim ilişkileri ki burada lort-serf ilişkisidir, üretici güçlerin gelişimine bir noktada engel olmaya başlamalı ve üretici güçler eski rejimin prangasından sonunda kurtularak gelişmelerini sürdürebilmelidir. Marx’a dayalı açıklamaların bir başka genel özelliği feodalizmde sömürünün ekonomi-dışı, siyasi bir karakter taşıdığıdır. Örneğin 1966’daki (Althusserci) Etienne Balibar’a göre son kertede ekonomi belirlese bile, ekonominin son kertede nasıl belirleyeceğini belirleyen de yine siyasi zordur.
Buna göre Kara Ölüm (1348 Veba Salgını) öncesi zaten köylü sektöründe neden düşük ve düşmekte olan verimlikten bahsedilebileceğini lortların davranışı açıklar. Marksist yaklaşımlar diğer modellerin bu noktayı atladığını savunur. Temel ampirik teze göre lortlar serflerden ve özgür kiracılardan sadece geçimlik seviyenin üzerinde kalan artığı çekip almakla kalmazlar, daha da fazlasını talep ederek köylülerin kendilerini yeniden üretemeyecek kadar yoksullaşmasına neden olurlar. Bu davranış sermaye biriktiremeyen, teknoloji geliştirmeyen, düşük ve düşmekte olan verimlilikle baş başa kalan köylülerin neden bu durumda olduklarının açıklamasını sağlamaktadır. Gerçekten sağlamakta mıdır?
Lortların serf/köylü sınıfına siyasi zor kullanarak saldırısı feodalitenin çözülmesini hızlandırmıştır. İngiltere’de ilk ciddi serf direnişi 13. yüzyılda başlamış görünüyor. Hilton 9. ve 11. yüzyıllar arasında bir gerçeklik olan “koruma temasının” daha 12. yüzyıldan itibaren geçmişin bir gölgesinden ibaret hale gelmiş olduğunu söylüyor. Vurguyu şu ya da bu kipte lort ve serf arasındaki sınıf mücadelesine koyan Marksist süper modelin feodal dönemin tarihi verilerinin ne kadarına uygun olduğu elbette tartışılabilir. Her ne kadar March Bloch isyanların grevler kadar doğal olduğunu söylüyorsa da bu saptamanın sınıf mücadelesinin sabitliği ve merkezi önemi hakkında çok da açıklayıcı olmadığı ortadadır. Grevlerin sınıf mücadelesinin tohumlarını taşımakla beraber, sınıf mücadelesinin kendisi olmayabileceği, pek çok grevin baştan uzlaşma niyetiyle başlatıldığı ve bir pazarlık öğesi barındırdığı da açıktır. Her türlü pazarlık veya kol bükme sınıf mücadelesi olarak görülebilir mi?
Tarihi verileri farklı tarzda yorumlayan ve Marksist olmayan çok sayıda araştırmacı feodal dönemin lort ve serf arasındaki iki aktörlü-iki sınıflı bir oyun/toplum olarak görülmesinin kolay olmadığına işaret ediyor. Örneğin, 13. yüzyıl Britanya’sında serf nüfusu toplam köylü nüfusunun sadece %60’ı kadardı. Üstelik işledikleri toprakların oranı toplam işlenen arazilerin sadece %30’una ulaşıyordu. Hür köylülerin tarım ekonomisinde serflere göre çok daha fazla önem taşıdıkları (%70) ve toplam köylü nüfusuna oran olarak da azımsanmayacak (%40) bir kitle oluşturdukları göz önüne alınınca, serf-lort çelişkisinin münhasıran açıklayıcı faktör olarak düşünülmesi biraz tuhaf görünüyor. Serflerin toplam nüfusa oranıysa, kentliler, ruhban sınıfı, soylular, topraksız fakat hür köylüler de hesaba katıldığı için, %50’yi bile bulmuyordu. Burada asıl önemli olan lortların gelirleri içinde serflerden para rantı, aynî rant ve emek rantı biçiminde çekilen artığın göreceli öneminin Marksistler tarafından abartılması ihtimalidir. Feodalizmin karakteristik öğelerinden biri olarak öne çıkarılan faktörün, lort malikânelerinde sarf edilen serf emeğinin serflerin sadece küçük bir bölümünü ilgilendirdiği ve 13. yüzyılın sonunda yok olmaya yüz tuttuğunu kabul edersek Marksist feodalizm imgesinden hayli uzaklaşmış oluruz.
Serf isyanlarının frekansı ve şiddeti konusunda da uzlaşmazlık söz konusudur. “Toronto okulunun” çalışmaları serf-lort ilişkisinin yakın ve sık tekrar eden bir nitelikte olmadığını, serflerin lortla ve malikâne yönetimiyle çok da sık karşılaşmadıklarını ve mahkeme kayıtlarında sınıf savaşı öğeleri olarak görülmeye çalışılan vakaların genellikle oldukça basit, kısa süreli ve özel çıkar çatışmalarından oluştuğunu iddia ediyor. Bu yoruma göre lort ve serf arasındaki potansiyel çatışmalar çoğunlukla pazarlık ve uzlaşmayla neticelendi ve serf isyanları, Bloch’un iddiasının tersine, o kadar da sık ortaya çıkmıyordu. “Toronto okulunun” en önemli temsilcileri J. Ambrose Raftis, Edward Britton ve Edwin B. Dewindt olarak sayılabilir. “Toronto okulunun” özellikle Britanya ortaçağıyla ilgilendiğini ve çalışmalarının Kıta Avrupa’sını kapsamadığını belirtelim. Lort ve serf arasındaki belirtilerini sık sık tekrarlanan köylü isyanlarıyla gösteren ve ekonomi dışı zora dayanan sömürüye ve sınıfsal çatışma ilişkisine merkezi bir rol vermekten uzaklaşıldığı ölçüde feodalizmi iki sınıflı bir oyun olarak düşünmek cazibesini yitirecektir. Marksist açıklama feodalizmin krizi ortaya çıkarken lortların serflere sınıf savaşı açtıklarını ve rant taleplerini kabul edilemeyecek boyutlara taşıdıklarını süper modelinin köşe taşı yapmak zorunda.
Feodalite konusunda Marksist pozisyona yakınlık duyabilmek için asgari ampirik şart olarak serf tenure’ünden elde edilen rantların eş zamanlı olarak hür köylülere kiralanan topraklardan elde edilen rantlardan daha yüksek olması ve bu olgunun uzun bir zamana yayılmış olması gerekiyor. Ayrıca, gerçek bir Marksist espriye sahip olan bir tasarım, lortların verimliliği artırmak ve teknolojiyi geliştirmek yerine serflerden zorla daha fazla artık çekmeye çalışmalarının feodalizmin içsel bir öğesi olduğunu ve zorunlu olarak krize götürdüğünü de iddia etmek durumunda. Gerçekten de, Marksist bir açıklama çok sayıdaki içsel ve dışsal çözülüş faktörlerine ve özellikle rastlantısal ve feodalizme dışsal olanlarına gerçek bir önem atfedemez. Bu yüzden Avrupa tarihinde çok önemli sonuçları olan epidemileri (1348 gibi), iklim değişikliklerini ve nüfus dalgalanmalarını veya Amerikaların keşfi gibi büyük sonuçları olan bir devasa olayı Marksist açıklamaya eklemleyebilmek ve içselleştirebilmek Malthus’tan mülhem açıklamaya aynı şeyi yapmaktan çok daha zor görünüyor.
Marksist feodalite analizlerinin fazla ikna edici olamamaları Marksist kapitalizm analizinin de zorunlu olarak eksik veya yanlış olduğu anlamına gelmez. Bu ayrı bir konudur. Bu konudaki doğrular da eksiklik ve yanlışlıklar da feodal sistemin nitelenmesinden fazlasıyla bağımsız teorik ve pratik meselelerdir. Örneğin herhangi bir üretim fiyatları vektörünün hem tarihsel hem mantıksal olarak emek-değer vektörü olarak görülebileceği saptaması matematikseldir ve feodalite imajlarının hangisinin gerçeğe daha yakın olduğuyla ilgili değildir. Kapitalizm analizi de gününü doldurmuş olabilir; bu ayrı mesele. Muhtemelen 1890’larda eskimişti. Acaba “Politik Kapitalizm” tezi bize bir zamanlar klasik Marksizm’in önerdiği düzeyde ve iyi işlenmiş bir analitik öz vaat ediyor mu?