Bugün bankaları döven, yarın dizini döver!

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ

✔ Bankalar düşük faizli ve uzun vadeli kağıt almaya zorlandıkça 2001 krizi döneminde mecbur kalınan iç borç takası akla geliyor.

✔ Eski bir Hazinecinin bu konuda çok ciddi uyarıları var: "Seçimden sonra faiz artırılırsa bazı bankalar BDDK'nın kapısına dayanacak."

Bankalar bir otomobil, bir beyaz eşya, bir tekstil fabrikası gibi görülemez. Sıkıntıya düşen olursa “Batarlarsa batsınlar” denilemez. Herhangi bir fabrika kapısına kilit vurduğunda sahipleri batar, alacaklılar zarar görür, o fabrikaya hammadde sağlayanlar pazar kaybetmiş olur, üretilen malı kullananlar zora girer; o kadar.

Ama konu bir bankaysa durum çok ama çok değişir. Bir kağıt parçası karşılığında, hatta artık günümüzde yalnızca bilgisayar ya da telefondan işlem yaparak parasını bankaya yatıranların durumu ne olur? Yalnızca mevduat yatıranlar mı, işlerini kredi kullanarak döndürenler, en başta da bankalar aracılığıyla borçlanan Hazine...

Bankaların batmasına izin verilemez. Zaten mevduat belli ölçüde devlet güvencesindedir, kaldı ki zora düşecek bankanın yükümlülükleri bir şekilde devlet tarafından, yani tüm vatandaşlara yük bindirilmek suretiyle üstlenilir. Dolayısıyla aslolan bankaların zor duruma düşmelerine meydan vermemektir.

Oysa son dönemde adeta tam tersi yapılıyor:

Döviz mevduatın fazla mı, ek menkul kıymet alacaksın!

■ Belli ölçülerin üstünde faiz uygulayarak kredi mi kullandıracaksın, yine menkul kıymet almak zorundasın!

■ Alacağın menkul kıymetlerin de vadesi uzun, faizi düşük olacak!

Seçime kadar böyle idare edilmeye çalışılacak. Muhtemelen edilecek de... Ama seçim sonrası bir de bakmışsınız çok sayıda banka BDDK’nın kapısında kuyruğa girmiş...

Eski Hazineciye kulak verin!

2001 krizini bizzat yaşamış eski Hazineci bir dostumla sohbet ettim. 2001 krizine uzanan süreci anlattı; hafızamızı tazelemiş olduk. Bugünlerde atılan bazı adımların bazı yönlerden nasıl 2001 krizi öncesindeki sürece benzediğine ve tehlikenin büyüklüğüne işaret etti.

Gelin o dönemde olan biteni ve sonrasında ortaya çıkan sorunları gelişmelerin tam ortasında yer alan bir Hazineciden dinleyelim...

2001 KRİZİ ÖNCESİNDE OLANLARDAN DERS ALMALI!

O dönemde ilk iç borçlanma ihalesini 2000’nin ocak ayında, IMF programının resmen başladığı günlerde yaptık. Önceki devlet iç borçlanma senedi (DİBS) ihalesinde yıllık faiz yüzde 102 civarındaydı. İhale günü arkadaşlarla “Faizi yüzde 50’nin altına düşürelim” diye şakalaştık. Öyle ya, bir anda 102’den 50’nin altına inilmesi ancak şaka konusu olurdu. Ancak öğleden sonra ihale sonuçlanınca yıllık faizin yüzde 38 civarında olduğunu gördük. Sonrasında, uygulanmasına başlanan IMF programının etkisiyle faizler bu civarda kaldı.

Sonuçlardan Hazine de, bankalar da memnundu. Kamu düşük faizle borçlanabiliyordu, mutluyduk. Bankalar ise daha önce yüzde 100’lere varan faizlerle, yani düşük fiyatlarla aldıkları DİBS’ler, faizler düştüğü için daha yüksek fiyattan işlem gördüğü için memnundu.

Dikkat lütfen daha şubat 2001 krizi yok. Finansal piyasalarda bir bayram havası esiyordu.

Mutluluk kısa sürdü

Ne var ki bu mutluluk uzun sürmedi; geçmişten gelen bir dizi olumsuzluğun etkisi hissedilmeye başlandı.

1997, 1998 ve 1999’da önce Uzak Doğu Asya krizi, sonrasında Rusya krizi ve en sonunda Marmara depremi sonucunda kamu açığı inanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Dönemin hükümetleri, gelirleri artırarak bütçe açığını azaltmak yerine daha fazla borçlanmayı seçti. Borçlanma miktarı ve faizleri artmaya başladı.

Hazine’nin artan borçlanma talebine iç tasarruflar yetmeyince bankalar dışarıdan dövizle borçlanmaya yöneldi. Bankalar aldıkları dövizli dış borcu TL’ye çevirip Hazine’ye yüksek TL faiziyle borç olarak veriyordu. Ancak bankalar bunu yaparken ciddi bir kur riski alıyordu.

Ne demek istediğimi basit bir örnekle açıklamaya çalışayım.

Banka yılın başında 1.000 dolar dış borç alsın ve bunu 10 TL’lik kurdan bozdurup Türk lirasına geçsin. Ardından 10.000 TL ile Hazine’den bir yıl vadeli yüzde 15 faizli DİBS alsın. Bankanın eline yıl sonunda 11.500 TL geçecektir. Vade bitiminde kur değişmemiş olursa, yani 10 lirada kalırsa 11.500 lira 1.150 dolar eder. Banka 150 dolar kazanır.

Ancak, eğer dolar kuru 15 lira olursa o zaman getiri (11.500/15) 767 dolara düşer. Bu durumda banka dışarıdan aldığı 1.000 doları ödeyebilmek için kendi kasasından 233 dolar koymak durumunda kalacaktır. Yurtdışından alınan kredinin faizi de banka için ayrı bir yük tabii ki.

Bankaların dövizle borçlanıp (pasif kalemi) TL ile DİBS alarak kredi (aktif kalemleri) vermelerinin sonucuna döviz açık pozisyonu denildiğini biliyoruz. İşte o günlerde iş öyle bir hale gelmişti ki, eylül 2000 itibarıyla banka bilançolarında 18.2 milyar dolar açık pozisyon oluşmuştu. Bankalar kamu açığını finanse edebilmek için böylesine devasa döviz pozisyonu açığı taşıyordu.

Ve kriz patlak veriyor

Sonrası malum, şubat 2001’de büyük kriz patlak verince dolar kuru bir gecede 600 bin lira (o zaman TL’den 6 sıfır atılmamıştı) civarından 1,1 milyon lira civarına fırladı. Birçok banka aldıkları dövizi borçlarını kapatamaz duruma düştü. Battılar. Bu bankalar Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kapsamına alındı.

Ancak bu yeterli değildi. Büyük özel bankalar dahil diğer bankaların da açık pozisyon sorunu vardı. Bilançolarındaki sorunların kalıcı olarak çözümlenmesi gerekiyordu. Yoksa bankalar ne DİBS alabilecek, ne kredi verebilecek durumdaydı. Ekonominin kredi ihtiyacı yeteri kadar karşılanamıyordu.

Bu bağlamda Hazine finansal sektörün sorunlarına yardımcı olabilmek 2001 yılının haziran ayında dünyada neredeyse bir ilk gerçekleştirdi ve iç borç takası yaptı.

Hazine bankaların elindeki 9.3 katrilyon (6 sıfır atılmamıştı) TL tutarındaki ortalama vadeye kalan süresi 6 ay olan kısa vadeli DİBS’leri aldı. Bankalara 3 ve 5 yıl vadeli, 6 aylık kuponu olan ABD dolarına endeksli, ortalama vadesi 37,5 ay olan tahviller ile 1 ve 2 yıl vadeli, 3 aylık kuponlu değişken faizli TL cinsi tahviller verildi.

Böylelikle bankaların döviz pozisyon açıkları azaltılıp bilançoları rahatlatılırken, Hazine’nin de 2001 yılında vadesi gelen 6,4 katrilyon TL borç ödemesi azaltıldı. Sistem rahatladı.

“Sadede gelirsek...”

Şimdi bunu niye anlattım dersen! Son dönemde uygulanan “makro ihtiyati önlemler” ile bankalar, uzun vadeli, düşük faizli DİBS almaya zorlanıyor. Kararlar genellikle bankalardan sorumlu kuruluş olan BDDK tarafından değil, görevi fiyat istikrarını sağlamak olan Merkez Bankası tarafından alınıyor. Uygulamaların sonucunda, yüz milyarlarca liralık uzun vadeli ve düşük sabit faizli DİBS’lerin banka bilançolarında birikeceği biliniyor.

Merkez Bankası politika faizi düşük tutulabildiği, ekonomik aktörler yüksek negatif reel faize fazla aldırış etmediği sürece bu durum şimdilik dert değil. Hem bilançosu sağlam olan bankalar buradan kaynaklanan zararlarını, diğer gelirleriyle bir süreliğine karşılayabilir.

Ancak piyasa oyuncularındaki genel beklenti doğruysa, 2023’teki seçimlerden sonra her şey çok farklı gelişir ve faizler yükselirse ne olacak? O zaman, bazı bankalar Merkez Bankası’nın değil, BDDK’nın kapısına gidecek ve bilançolarındaki düşük faizli kağıtlardan şikayetlerini iletecek. BDDK da Merkez Bankası’na değil Hazine’ye gidip faiz artışlarına ve ekonominin genel durumuna bağlı olarak, büyük bir olasılıkla, yeni bir iç borç takasını nasıl yapabiliriz diye soracak.

Döviz kurundaki yükselişi yavaşlatmak adına KKM üzerinden Hazine ve Merkez Bankası’na getirilen yüz milyarlarca liralık yüke ek olarak, düşük faizle borçlanabilmek için zorla satılan DİBS’lerin, kısa bir süre sonra, bütçeye ek yük yaratma olasılığı yadsınamayacak kadar yüksek.

İşte bu olasılığı düşündüğümden, uygulamacıların ve karar alıcıların şimdiden, Hazine’deki eski dosyaları açıp okumalarında yarar var diye düşünüyorum.

Tüm yazılarını göster