Bu tartışma Türkiye’ye zaman kaybettiriyor

Servet YILDIRIM Ekonominin Halleri

Yüksek faiz mi yüksek enflasyona neden oluyor; yoksa yüksek enflasyon mu yüksek faizi doğuruyor? Türkiye neredeyse 15 yıldır bu sorunun cevabını tartışıyor. Üstelik bu kısır tartışma aslında teknik olması gerekirken siyasi bir içeriğe büründü ve ülkeye zaman kaybettiriyor.

Faiz-enflasyon tartışması değişik bir boyutu ile başka ülkelerde de yaşandı. En bilineni de 2008 krizi sonrası batıda ortaya çıkan “Neo Fisherci” yaklaşımlardı. Batının gelişmiş ekonomileri durgunluğa girip, dezenflasyon sürecine girince “Neo Fisherci”ler bu ülkelere faizi düşürmek yerine yükseltmelerini önerdiler. Dediler ki: “Merkez bankaları faizleri ısrarla belli bir seviyede tutarlarsa enflasyon eninde sonunda o seviyelerde istikrar kazanır.” Diğer bir deyişle nominal faizlerdeki kalıcı bir artış halinde enflasyon uzun vadede aynı oranda artar. Böylece enflasyonsuzluk sorunu çözülürken, ekonomideki üretim seviyesi de düşmemiş olur.

Durgun ekonomi ve çok düşük enflasyon ile boğuşan ekonomilere yapılan bu öneri, durgun ekonomi ancak yüksek enflasyonla uğraşan Türkiye’de ise “faizlerin ısrarla düşük tutulması halinde enflasyonun da uzun vadede faiz seviyesine doğru gerileyeceği” şeklinde karşılık buldu. Oysa bizim enflasyonu diğerlerinden ayıran önemli bir fark var. Birkaç yıl önce Finans Dünyası dergisinde yayınlanan yazımdan alıntılarla anlatayım:

Enflasyon fiyatların artmasıdır. Sadece belli bir malın veya hizmetin fiyatının tek başına artması değil, fiyatların genel düzeyinin sürekli artış göstermesi halidir. Talep ve maliyet enflasyonu olmak üzere başlıca iki türü vardır. Talep enflasyonu toplam mal ve hizmet arzının talebi karşılayamaması sonucu fiyatların artmasıdır. Genellikle para arzının artmasının tüketimi de artırması sonucu ortaya çıkar. Para arzı arttığında bankaların borç verebilecekleri miktar artar. Tüketiciler borçlanmanın da etkisiyle daha fazla paraya kavuşurlar. Tüketimleri artar. Üretim, yani arz bu artışa ayak uyduramaz. Sonuçta enflasyon artar. Merkez bankaları bu duruma faizi yükselterek cevap verirler; çünkü faiz artışı ile bir yandan banka kredileri hız keserken, öte yandan harcama yerine tasarruf eğilimi artar. Sonuçta talep daralır, fiyatlar geriler.

Maliyet enflasyonu ise üretimde kullanılan girdilerin maliyetlerinin artması sonucu enflasyonun yükselmesidir. Hammadde ve ara malları, enerji, emek, kredi faizleri ve vergi yükleri üreticiler için birer maliyet unsurlarıdır. Bunlardan birinin ya da birkaçının fiyatının artması sonucu üretim maliyetleri de artar. Firmalar bu artışı tüketiciye yansıtmak yerine kar marjlarını daraltarak karşılama yoluna gidebilirler. Ancak gidecek yerleri kalmayanlar fiyatları artırmak durumunda kalırlar. Sonuçta enflasyon artar. Sorun talep canlılığından değil de maliyet unsurlarından kaynaklandığı için talebi zayıflatmak yerine üretim maliyetini aşağı çekici adımlar atmak gerekir.

Türkiye’ye gelirsek; bizde enflasyon son birkaç yıldır talep enflasyonundan çok maliyet kaynaklı bir yapıya sahipti. Dolayısıyla faiz artışı yoluyla banka kredilerini kısmak ve iç talebi zayıflatmak gibi bir yöntem bu durumda tavsiye edilmiyordu. Ancak bizdeki maliyet kaynaklı enflasyonun ana nedenlerinden biri TL’deki hızlı değer kaybıdır. Üretimdeki ithal girdilerin payının çok yüksek olması ve bazı alanlardaki güçlü dolarizasyon nedeniyle TL değer kaybının enflasyona geçişkenliği de oldukça güçlüdür. Hal böyle olduğu için bu tür maliyet kaynaklı enflasyonun aşağı çekilmesi amacıyla TL’deki sert değer kaybının önlenmesi; bunun için ise faizlerin yüksek tutulması gerekiyor.

Türkiye’de TL’nin değerini belirleyen faktörlerden en fazla öne çıkanı kısa vadeli yabancı sermaye girişi. Yetersiz iç tasarruflar nedeniyle büyümek için dışarıdan kaynak bulmak zorunda olan bir ülkeyiz. Üretim teknolojimizde ani bir sıçrama yapıp kilo başına ihracat değerimizi bir gecede 1.5 dolardan 5 dolara yükseltebilir miyiz? Ya da topraklarımızda ve denizlerimizde hiç ummadığımız şekilde zengin petrol yatakları bulabilir miyiz? Ya da on milyonlarca Çinli, Japon ve batılı bir anda turizm için Türkiye’ye gelip para harcamaya karar verebilir mi? Ya da dünyadaki büyük yatırımcılar aşka gelip akın akın Türkiye’de doğrudan yatırım yapmaya başlarlar mı? Eğer bu sorulara “Evet” cevabını veremiyorsak TL’ye istikrar kazandırmanın hızlı yolu beğensek de beğenmesek de dışarıdan kısa vadeli sermayeyi, yani sıcak parayı çekmektir. Ya da daha düşük bir büyüme oranına razı olmak durumundayız. Türkiye bu durumu daha önce de defalarca yaşadı. Portföy girişlerinin hızlanmasıyla TL’de istikrarı yakaladı. Böyle bir istikrarın kalıcı çözüm olmadığı, ancak hükümetlere nefes aldırıp, doğru adımları atmak için zaman kazandırdığı çok konuşuldu, çok yazıldı, çizildi. Ama bu noktaya yoğunlaşmak yerine “faiz mi enflasyona yoksa enflasyon mu faize yol açar” tartışmasına takıldık kaldık.

Tüm yazılarını göster