Dünya büyük bir hızla değişiyor. Öyle anlaşılıyor ki, 21. yüzyıl geçen yüzyıla hiç benzemeyecek. Yalnızca iklim değişikliği tehdidinden bahsetmiyorum. İklim değişikliği tehdidini bertaraf etmek için hızlanan teknolojik değişim süreci de dünyamızı, dünya da hayatlarımızın organizasyon biçimini değiştiriyor, değiştirecek.
İkiz dönüşümü artık biliyoruz. Bir yanda şekillenen bir dekarbonizasyon gündemi var. Ne yapıyoruz? Hidrokarbonların dünyada hayatın sürdürülebilirliğine nasıl bir tehdit oluşturduğunu artık biliyoruz. Dekarbonizasyon gündemi karbon ayak izi, su ayak izi ve atık yönetimi ile ilgili yeni standartlar gerektiriyor. Nedir? Daha çok veri derleyip daha çok veriyi işlemek zorunda kalacağız.
İşte dijitalleşme gündemini bu artan veriyi toplama ve işleme kabiliyetini geliştirmek olarak almak mümkün. Hadisenin bir donanım bir de yazılım tarafı var. Toplanan verileri işleyebilmek için daha güçlü işlemcilere ve yeni yöntemlere ihtiyacımız olacak. Quantum computing (kuantum hesaplama) aslında donanım tarafına çözüm getirilmesi demek. AI (yapay zeka) teknolojileri ise bu verileri işlemek için yazılım tarafında geliştirilen çözümleri içeriyor.
Ama sonuç ortada. Dünya bildiğimiz gibi olmayacak. Yalnızca bazı bölgelerde yıllık ortalama sıcaklık 29 santigrat derece olacağı için değil, bu yeni teknolojiler yaşama biçimimizi değiştireceği için aynı zamanda.
Hallaçlara ne oldu?
Bunun manasını aklınızda canlandırmak isterim. 1940’larda bugünkü mesleklerin yüzde 60’ı ortada yoktu. Benim çocukluğumda, 1960’lı, 1970’li yıllarda hallaçlar vardı mesela. Bursa’da mahalle arasında dolaşırlardı bahar temizliği zamanı. O zamanlar üzerinde uyuduğumuz yatakların içine yün ya da pamuk doldurulmuş olurdu. Zamanla içindeki yün ya da pamuk topaklaştıkça yatak sertleşirdi. Sertleşen ve kirlenen yün ya da pamuklar, arada bahar temizliği sırasında yıkanırdı. Sonra hallaçlar yünü ya da pamuğu atar, yeniden tel tel yumuşacık hale getirirlerdi. Biz de onu yatak kılıfının içine yeniden doldururduk. Hayat işte öyleydi.
Sonra yatak teknolojisi değişti. Yatak kılıfının içine yün ya da pamuk doldurma dönemi bitti. Bahar temizliğinde yatak kılıfından sertleşen yün ya da pamukları çıkarıp yıkama, sonra kurutma, sonra hallaçlara attırma dönemi bir daha açılmamak üzere kapandı. Ne oldu? Yaygın bir meslek olan hallaçlık, sona erdi. Neden? Yatak teknolojisi değişti.
Şimdi işte bu değişimi her yerde, her meslekte göreceğimiz bir yeni değişim döneminin içindeyiz. Değişimin temposunun hızlandığı bir dönemdeyiz. Bundan çok değil yirmi yıl sonra, bugün ortada olan mesleklerin bir bölümünün de ortadan kalkmaya başladığını göreceğiz.
Zaten başladı bile. Eskiden otoparklarda ne kadar park ettiyseniz, ödemeniz gereken tutarı hesaplayan, ödemeniz gereken parayı tahsil eden sonra arabanızı dışarı çıkartmanız için kapıyı/bariyeri açan görevliler olurdu. Bundan birkaç yıl önce bunların her birinin ayrı kişiler tarafından yapıldığını mesela Hindistan’da görmüştüm. Ama artık değil. Artık plaka okuma sistemi dedikleri asında bir tür yapay zeka teknolojisi arabanın parka ne zaman girdiğini, ne kadar kaldığını, çıkarken kaç para ödenmesi gerektiğini otomatik olarak hesaplayabiliyor. Sonra siz ödemeyi elektronik kartınızla yaptıktan sonra bariyeri de kaldırıyor. Böylece bir mesleğin daha sona erdiğini görüyoruz.
“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” içine dünyayı koymayı unutmuşlar
Nedir? Hayatımızın organizasyon biçimi değişirken bizim yalnızca günlük yaşama biçimimiz, evlerimiz, kullandığımız vasıtalar değişmeyecek, bizler de değişeceğiz. Değişen yenidünya, türümüzün yeni becerilerle donanmasını da zorunlu hale getirecek. Peki, bu becerileri nereden edineceğiz? Öncelikle okullardan elbette. Milli eğitim sistemimizden. 21. asır Türk asrı olacaksa milli eğitim sistemimizin bizi bu yenidünyaya hazırlaması sayesinde olacak.
Ama ne görüyoruz? Modelin içine dünyayı koymayı unutmuşlar. Doğrusu ben eğitim uzmanı değilim. Ama niye böyle yeni bir müfredat ortaya konuyor diye açıklanan genel çerçeve metnine baktım. Gördüğüm o ki, kendi içine kapalı bir sistem olarak tarif ediliyor eğitim sistemi. Tamam, “yalnızca medeniyete uyum sağlayan değil, medeniyet kuran bir nesil” olacak. Peki, ama bunu hangi verili şartlarda, nasıl yapacak? Herhalde bunun için ikinci cildi beklememiz gerekiyor anladığım.
Hâlbuki ne yapmamız gerekiyor? Dünya bir halden ötekine gidiyorsa bu yenidünyada yaşayacak olanların da değişime kolayca intibak edebilecek bir biçimde yetiştirilmesi elzem. Bugünün meslekleri yarın olmayacaksa yarının yeni mesleklerine uyum sağlayabilecek bir nesle ihtiyacımız olacak bundan sonra. Problem çözme ve eleştirel düşünme kabiliyetini yeni nesillerin kabiliyet setine eklemek hiç bu kadar önemli olmamıştı.
Özgür düşünebilen, uyum kabiliyeti yüksek, teknik becerileri tahkim edilmiş bir nesle ihtiyacımız var öncelikle. Aslında yalnızca çocuklar için değil, mevcut çalışanların yeni hale intibakı üzerinde de düşünmek lazım. Yoksa işimiz var. Şimdi bu geniş çerçevede, yeni modele bakmakta fayda var. İşe yarar mı, yoksa zaman israfı mı? Söylendiği gibi hazırlığı on yıl sürdüyse ancak böyle bir değerlendirme çerçevesi ile bakıldığında faydası olur. Ayrıca müfredat yetmez. Sınıf dinamiklerini ve öğretmenlerin niteliğini de acil olarak elden geçirmek gerek.
Teknolojik değişim Türkiye’yi nasıl etkiler?
Neden? Teknolojik değişim bildiğimiz dünyayı alt üst edeceği için elbette. Bunu aynı Şems gibi “dünyanın altı üstünden daha iyi olabilir iyimserliği” içinde ele alıyorum doğrusu. Önemli olan bu altüst oluşa ne kadar hazır olduğumuz elbette.
Sınıfta hakikati aktarmayı değil, eleştirel düşünmeyi öğretecek bir yeni modele ihtiyacımız var. Milli eğitimimiz hiç böyle olmadı benim bildiğim. Zamanların en iyisi, zamanların en kötüsü işte bu içinde olduğumuz dönem. Katı olan her şeyin buharlaştığı bir dönem.
Aynı enerji planlaması gibi eğitim planlamasını da yerel kalkınmayı hedefleyen akıllı ihtisaslaşma stratejileri çerçevesinde düşünmemiz, yeniden düşünmemiz gerekecek.
Peki, Türkiye eğitim sistemi, muadilleri ile karşılaştırıldığında nasıl görünüyor? Mesela ben Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adlı çalışma içinde teknolojik değişimin akran ülkeleri nasıl etkileyeceği, Türkiye’nin bu çerçevede ne tür bir etki altında kalabileceğine dair bir analiz görmedim. Kocaman kocaman laflar vardı metinde ama vakıa yoktu. Hâlbuki vakıa ile ilgili güzel bir çerçeve 2016 yılı Dünya Bankası Kalkınma Raporu’nda vardı. Bakın yeni de değil, oldukça eski. Dijital Temettü başlıklı raporu bilmem hatırladınız mı?
Yandaki grafik 2016 yılı Dünya Kalkınma Raporu’nun 132’nci sayfasından alınma. Orada Grafik 2.26 adıyla duruyordu. Dijitalleşme sürecinin acil iktisadi politika meselesi bu grafikte özetleniyor. Yatay eksende, dijitalleşmenin işgücü piyasalarında yol açacağı sarsıntının boyutlarını gösteren bir indeks yer alıyor. Yatay eksen bir nevi, her ülke için dijitalleşmeye geçişin maliyetini gösteriyor. İndeks 0’dan 1’e doğru gittikçe dijitalleşmenin o ülke ekonomisine maliyeti artıyor. Türkiye nerede? Türkiye, burada dijitalleşmeye geçişin işgücü piyasalarında yol açacağı hasarın ortalamanın üzerinde olacağı ülkeler arasında bulunuyor. Ne demek bu? İş gücü piyasamızdaki mesleklere bakıyorlar ve sonuç işte böyle çıkıyor. Türkiye, teknolojik değişimin işgücü piyasalarında derin telefata yol açacağı, tedbir alması gereken ülkeler arasında.
Grafiğin dikey ekseninde ise beşeri sermayenin yeni duruma intibak edebilme kabiliyeti yer alıyor. İntibak kabiliyetini ise işgücünün eğitim kalitesiyle ayarlanmış ortalama eğitim süresi gösteriyor. Ortalama eğitim süresi ve eğitim kalitesi arttıkça iş gücünün teknolojik değişime intibak edebilme kabiliyeti de artıyor. Peki, orta 2’den terk nüfusu ve PISA testinde okuduğunu anlamayan öğrencileri ile Türkiye’nin burada yeri nedir?
Türkiye, haliyle, intibak kabiliyeti düşük ülkeler arasında yer alıyor. Şöyle bakın isterseniz Finlandiya’da dijitalleşme ile birlikte işgücü piyasalarında yaşanacak sarsıntı, Türkiye’nin işgücü piyasalarında yaşanacak sarsıntıya eş değerde. Her iki ülkenin işgücü piyasalarında benzer büyüklükte bir deprem olacak teknolojik değişimle birlikte. Ancak Finlandiya’nın beşeri sermayesinin değişime intibak kabiliyeti, Türkiye’nin beşeri sermayesinin intibak kabiliyetinden çok daha fazla. Türkiye’nin ikiz dönüşümle imtihanı, Finlandiya ile kıyaslandığında çok daha zor olacak. Neden? Türkler esasen orta 2’den terk olduğu için elbette.
Peki, bu grafiğin kıssası nedir?
Türkiye, eğer son yirmi yılda sahip olduğu ürün ve pazar çeşitliliğinde akıllı ihtisaslaşmayla yeni odak alanları seçerek sıçramayı ve zenginleşmeyi düşünüyorsa bu değişime ayak uydurmak zorunda. Ama bu uyum yalnızca işgücü piyasaları açısından bakıldığında bile önemli bir intibak maliyetine neden olacak.
Türkiye’nin milli eğitim sisteminin, artık Türkiye’nin sanayi politikası önceliklerinden ve de değişen beşeri sermaye ihtiyacından haberdar olması gerekiyor. Maarif modeli çalışması devletimizin birimleri arasındaki iletişim kopukluğuna işaret ediyor. Hem Milli Eğitim’in hem Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın hem de Yüksek Öğretim Kurumu’nun mevcut beşeri sermaye stokunun nasıl elden geçirileceği konusunda kapsamlı bir yol haritasına sahip olması gerekir. Yetmez. İçişleri Bakanlığı’nın, bu geçiş sürecine göçmenlerin nasıl katkı vereceği konusundaki bu planın parçası olması gerekir ve bu daha burada bitmez. Yalnızca bu iş için bile bir büyük koordinasyon gereği ortadadır ama biz işin bu tarafını pek tartışmıyoruz.
Benim yıllardır kamu idaresinde artık davul-zurnadan orkestraya geçmemiz gerekiyor dediğim de işte tam budur. Ama biz idari reform konusunu pek sevmiyoruz. Biz burada galiba adının büyüsüne kapılıp günün moda konusu neyse onun üzerine yalnızca dedikodu yapmayı seviyoruz. İnovasyona bugüne kadar böyle yaklaştık. Sanayi 4.0’ı öyle tükettik. Şimdi geldik ikiz dönüşüme.
Türkiye’nin “çala çala bir havaya girelim” şiarı ile koordine olan, bildiğiniz davul-zurna geleneğine göre örgütlenmiş mevcut idari sistemi ile teknolojik değişim, Türkiye’de yalnızca işsizliği artırır. Türkiye’nin mevcut idari sistemini elden geçirmeden rekabet gücünü artırması, çağa ayak uydurması filan mümkün değildir. Hazır anayasa tartışmaları başlarken vaziyeti akılda tutmak lazım.
Nasıl? Tepeden bir vadiye inmenin hep iki yolu vardır: Ya adımlarınızı dikkatle atarak yavaş yavaş aşağıya doğru yürürsünüz ya da kafanızı gözünüzü yararak tepeden aşağıya yuvarlanırsınız. Türkiye özellikle 2018’den beri tepeden aşağıya yuvarlanmaktan kan revan içinde. Halimiz ortada. Cumhuriyet tarihinin en hızlı yoksullaşma dönemi bu.
Ancak bu kadar sallanıp yuvarlanmaya rağmen kemiklerde hala bir kırık yok, iç organlarda bir kanama da mevcut değil. Yeşil Mutabakat sayesinde eğer bir an önce eziklerle sohbeti bırakıp ne yapacağımıza doğru karar verir, tarafımızı doğru seçersek imkanlar gani.
Aynı NATO’nun kurulduğu dönem gibi bir yeniden kuruluş sürecinde dünya. Yeni bir dünya kuruluyor. İsmet Paşa’nın bize öğrettiği gibi, doğru pazarlık zamanı. Bundan sonra gelecek olanı müttefiklerimizle birlikte inşa edebilir, sanayimize teknolojik sıçrama imkanı yaratabiliriz. Hakikaten şanslıyız işte. Toparlanma çok çabuk olur bu tür dönemlerde. Şaşırmaya hazır olun.
Ben şimdiden söylemiş olayım. Aklınızda bulunsun.