Bu meslek durmayı ve tekrarı kabul etmez

Gila BENMAYOR Nasıl Bir Sanat?

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunu üstlendiği Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu, bu yıl Gülsün Karamustafa’nın mekân için özel ürettiği ‘Oyuk ve Kırık Dökük: Bir Dünya Hâli’ başlıklı eserine ev sahipliği yapacak. 20 Nisan-24 Kasım 2024 tarihleri arasındaki bienale eserini yetiştirme telaşında olan Gülsün Karamustafa’yı Cihangir’deki atölyesinde ziyaret ettim.

Venedik Bienali’nde ‘Oyuk ve Kırık  Dökük: Bir Dünya Hâli’ eseri sergilenecek olan Gülsün Karamustafa, kariyerinde 50 yılı geride bırakan bir sanatçı… Daha önce Balat’taki atölyesine gittiğim Gülsün Karamustafa, Balat’ı bir film platosuna dönüştüğü için terk etmiş ama anladığım kadarıyla Cihangir de diziler için hayli cazip.

Oldukça sade atölyesi için Gülsün Karamustafa “Burası klasik anlamda bir atölye değil. Daha çok projelerle ilgili fikir üretilen, işlerin organize edildiği bir çalışma alanı. Gerekirse show room olarak kullanıyorum. Resim yaptığım vakit ise farklı bir atölyeye dönüşüyor” diyor.

Atölye bugünlerde büyük oranda Venedik Bienali yolcusu ‘Oyuk ve Kırık Dökük: Bir Dünya Hali’ eseriyle ilgili hummalı bir çalışmaya sahne.

Venedik Bienali’ne katılmak sizi heyecanlandırıyor mu?

Elbette heyecanlandırıyor. Gerçekten büyük bir dünya platformu ve bu platformda bulunmak şansı sanatçılar için önemli. Şans demeyelim ama bir kere o platformda olmayı denemek gerekir diye düşünüyorum.  Sao Paolo’dan Gwangju’ya, İstanbul Bienali dahil pek çok bienale katıldım. Venedik bunların içinde en eski ve en geleneksel olanıdır. Orada olmak heyecan verici.

Venedik Bienaline katılmak sanatçılara nasıl bir değer katıyor?

Ne getirecek ne götürecek bilmiyorum. Hiçbir işime bunu düşünerek girmedim. Şu anda beni sadece işin sağlıkla üretilmesi ve yerine ulaşması ilgilendiriyor.

Hazırlık uzun bir süreç mi?

Ağustos sonu haberi verildi. Hemen düşünmeye başlıyorsunuz ve bu oldukça uzun bir süreç. Bu gibi işlerde mekânı görmek lazım.  Mekânı her ne kadar önceden biliyorsam da iş ciddiyete binince gidip tekrar görmek istedim. Gittiğimde Mimarlık Bienali vardı. Sergi çok güzeldi ama mekânı dilediğim gibi göremedim. Sonra tekrar gittim. Gittiğimde zaten fikir oluşmuştu. Boş mekânda o fikirleri yerleştirmeye başladım. Alandaki yerlerini hissetmeye başladıktan sonra iş kolaylaştı. Döner dönmez başladık ve hâlâ sürüyor. Proje iki şehir arasında gelişiyor: Venedik ve İstanbul’da üretim var. Bu arada proje için bir film de yapıyorum. Serginin ana malzemesini ise Çin’den bekliyoruz. Belki Çin’den buraya gelip burada üretilenlerle birlikte Venedik’e gönderilecek. Pek kolay bir proje değil.

Üretimin iki şehirde olması sizi zorlamıyor mu?

Çok seviyorum böyle çalışmayı. Bugüne kadar yaptığı tüm çalışmalar, bana ait bir şehirle başka şehir arasında tarihsel, kültürel bir bağlantı olduğu zaman daha sağlam temele oturuyor.  Venedik ile İstanbul arasındaki geçmişine girdiğinizde her şey tıkır tıkır ortaya çıkıyor.  Mesela Viyana’da birkaç iş yaptım. Kaçınılmaz bir şekilde Viyana’nın Türkiye modernizmine ne kadar büyük bir dokunuşunun olduğunu fark ediyorsunuz. Viyanalı entelektüellerin, mimarların Ankara’ya gelip neler kattığını görmeye başlayınca projeler bunun üzerine gelişti. Almanya da böyle. Ama bazen çok uzak bir Asya şehri de yaratıcı bir ilişki kurmaya yol açabiliyor.

Neredeyse 50 yıllık bir sanat kariyeriniz var. İstikrarlı bir şekilde her alanda üretiyorsunuz ve sürekli yenileniyorsunuz. Her serginiz beni şaşırtıyor, aklıma kazınıyor. Salt Beyoğlu ve Salt Galata’daki ‘Vadedilmiş Bir Sergi’ deki işlerinizden, Beşinci Mardin Binali’ndeki işlerinize hep yenilikçi, öncüsünüz. Sanatınıza hep yeni bir soluk getiriyorsunuz.  Bunu nasıl başarıyorsunuz?

Şöyle bir şey; bu meslek durmayı kabul etmez. Tekrarı kabul etmez. Bazı durumlarda sanatçının tekrara kapılması gayet engelleyici bir şeydir. Durmak “yani bu yıl biraz dinleneyim, tatil yapayım” dediğiniz anda bazı şeyleri kaçırırsınız. Sürekli hareket halindeyim ama hiç tatil yapmıyorum.

Bir de çalıştığınız sistemi yani network’u, ilişkileri kurmak büyük emek ister. O emeği sarfettiğimi düşünüyorum. O network size daha bugünden ilerdeki programınızı sunar. Öyle bir şey ki ben bu sergiyi bitirdiğimde zaman önümüzdeki dönemde programımın ne olacağını, hangi sergiye hazırlanacağımı bilirim. Belirli tarihlerdeki sergilere hazırlanırken, işlerimin nerede dünyada nerede sergileneceğini takip ederim. Bir yandan da yeni heyecanlar ararım.

Venedik Bienali’ne hazırlanırken önünüzdeki sergileri de düşünüyor musunuz? Çok zorlayıcı değil mi bu?

Yok değil zira bu bir çalışma sistemi. “Yaratıcısın yaratmak için zaman ayır” diye bir şey söz konusu değil. Çağdaş sanatçılar olarak her koşulda çalıştık bugüne kadar. Otel odalarında, uçaklarda üretmeye alışkınız. Bir gün bir yeri, ertesi gün başka bir yeri ziyaret ederek iki sergiyi peş peşe düşünmeyi öğrendik. Mesela Venedik açılmadan Prag National Galeri’de bir sergiye katılıyorum. Venedik dönüşü başka bir sergi. Bu böyle bir çalışma biçimi, çağdaş sanatın varoluş biçimi.

Bu tempo siz çok talep edilen bir sanatçı olduğunuz için olabilir mi?

Sanmam. Eğer bu sistemin içinde çalışıyorsanız İranlı, Güney Koreli ya da Saraybosnalı arkadaşlarım da böyle çalışıyor.

Sistem derken tam olarak neyi ima ediyorsunuz? Biraz açar mısınız?

Belki sistem iyi bir sözcük değil. Sergilere, bienallere, galeri sergilerine yani çağdaş sanatın gösterildiği yerlere dahil olmak anlamında. Bir network işi. Uzun bir kariyer sonucu ortaya çıkıyor.

İŞİMDE ALNIMIN TERİ OLMASI GEREK

Bu kadar uzun bir kariyer sürecinde kendini tekrarlamamak nasıl mümkün oluyor?

Resimle başladım. Sonra duvar halısına geçtim. Enstalasyonla devam ettim. Resim, duvar halısı, enstalasyon bir süre devam etti sonra video geldi. Video benim için kendimi ifade ettiğim müthiş bir araç. Ama kumaş beni ifade ediyorsa kullanırım, enstalasyon ifade ederse onu da kullanırım. En son duvar halısını 1987 yapmıştım yanılmıyorsam. Kendimi tekrarlamamak adına yıllarca el sürmedim. Mardin Bienali için davet gelince vaktinde Mardin’den almış olduğum kumaşlar aklıma geldi. Yeni bir halı yapmaya karar verdim. Malzemeleri biriktirdiğim sandıkları, sepetleri karıştırdım. Atölyede bu yaşımda yerlerde sürünerek halıyı elle diktim. İşimde alnımın teri olması gerek o yüzden tek başıma diktim.

Resimden hiç vazgeçmediniz mi?

Hayır vazgeçmedim. Belki tam bu noktada anlatmam gerek. Geçen yüzyılın sonunda kıyamet koptu. Resim öldü, yaşasın enstalasyon diye. Hemen söyleyeyim şu anda ortam daha demokratik. Kıyametin koptuğu dönemde kendi kendime “resimden vazgeçmem bir formül bulayım” dedim. Her şey proje ben de kendime bir resim projesi uydurayım, ona göre resim yapayım dedim. Bir ikon projesine giriştim. İstanbul içinde türlü ikon barındıran kendisi de ikon bir şehir. Gerçekten 2000 yılından başlayarak ‘Vaat Edilmiş Serisi’ başladı. Çoğu küçük, parçalı resimler, yan yana gelince duvarı kaplıyor. Bu proje devam ediyor, hiç bitmeyecek. Her yaptığım işe şaşırarak bakıyorum. Kadın yüzlerinin arasına eller, ayaklar giriyor. Bir yere işaret eden parmaklar. İşaret tanıdık gelebilir ama bunlar din dışı işler mistik yanları olsa da. Daima altını araştırırım Akrilik boya kullanıyorum. Hepsinde yaldız kullanıyorum çünkü ikonların yaldızı vardır.

İNSANA AİT HER ŞEY İLGİLENDİRİYOR

En çok hangi mesele ilgilendiriyor sizi?

İnsana ait her şey ilgilendiriyor beni. Bakmayı, görmeyi ve değerlendirmeyi seviyorum. Her an bir şey görebiliyorum, onun bir şeye dönüşebileceğini düşündüğüm zaman o benim kaynağım oluyor. Belli bir süre İstanbul şehri beni çok meşgul etti.  Bu şehir öyle katmanlı ki. Modernizm, şehrin, insanların yaşam biçimlerinin dönüşümüyle ilgili bir seri yaptım. Malzemem hep Türkiye. Buradaki malzeme çok zengin. Tüm işlerimde buradaki malzemeyi kullanırım. Bu malzeme beni uluslararası alana açmıştır. Bu arada başka bir yerden baktığımda Türkiye’nin ne olduğunu daha iyi anlıyorum. Görsel sanatçı olarak çok sayıda sosyolojik göndermeli işlerim vardır ama daima bir sosyoloğu yanıma alıyorum. İşi bilen biriyle yola çıkıyorum.

‘Vadedilmiş Bir Sergi’de hatırladığım kadarıyla göç meselesi çokça vardı. Önemli bir mesele sizin için. Bu yılki Venedik Bienali’nin teması da ‘Her Yerde Yabancılar’ var yani göç. Sizin için anlamlı olsa gerek?

Evet bir dönem çok uğraştım göçle. Köyden kente göçten başlayarak, Sovyetler Birliği’nin dağılması, bavul ticareti filan. Birçok projem var göçle ilgili. Venedik Bienali’nde, kendi projemde sadece göçe bakmaktansa dünyanın haline bakmayı tercih ettim.

Peki içinizde şuna da keşke el atsam dediğiniz bir mesele, konu var mı?

Önümde zaman var yaparım hepsini (kahkaha atıyor) Şaka canım o kadar zamanım yok. İşler o kadar dolu yürüyor ki ah şunu da yapsaydım demeye fırsat olmuyor. Ama içimi hoplatan bir iş gördüğümde “bunu neden ben yapmadım” dediğim zamanlar oluyor. Hele genç neslin çok iyi işleri var.  Yaşadığım sürece sanat yaparım. Hayat o kadar zengin ki.

Türkiye’de İstanbul dışında çağdaş sanat ortamını nasıl buluyorsunuz? Kendi payıma ziyaret ettiğim şehirlerde sanat adına iyi bir hareketlilik görüyorum. Siz ne diyorsunuz?

Bence çağdaş sanatın fişeği İstanbul bienalleri sırasında atıldı. Zaman içerisinde ağırlıklı bir biçimde yerini bulan çağdaş sanat anlayışının sonucudur bu hareketlilik. Başta zor oturdu. 1992 yılında Vasıf Kortun’un düzenlediği İstanbul Bienali ile birlikte yoluna girdi ve bir anlamda Türkiye çağdaş sanat alanının merkezlerinden biri haline geldi.  Bienal sayesinde çağdaş sanatın, çağdaş sanat üretiminin ne olduğu aydınlandı, yayıldı. Diyarbakır’da mesela önemli çağdaş sanat grupları ortaya çıktı. İzmir, Ankara bu gelişmelere rahatlıkla katıldı. Sinop Bienali yani Sinopale, Çanakkale derken Anadolu’nun her yanında patlayan havai fişeğinin ürünleri her tarafa yayıldı. Genç arkadaşların gerçekten eleştirel, dikkat çekici ve ağırlığını koyan bir sanat anlayışı var. Türkiye’deki sanat sadece kapalı bir konumda değil. Gayet rahatlıkla kendini dünyaya açabilecek. Bugünkü duruma emekle geldi, kolay olmadı.

Türkiye Pavyonu merakla bekleniyor

Gülsün Karamustafa’nın Türkiye Pavyonu’ndaki ‘Oyuk ve Kırık Dökük: Bir Dünya Hâli’ sergisi geçtiğimiz ocak ayında ünlü sanat dergisi Frieze tarafından yılın en merakla beklenen sergileri arasında sayıldı.

Dışişleri Bakanlığı himayesinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı katkılarıyla, THY ana sponsorluğu ve SAHA Derneği’nin prodüksiyon ve yayın desteğiyle hayata geçen Karamustafa’nın sergisiyle ilgili çok kapsamlı bir kitap hazırlanıyor.

Grafik Tasarımcı Esen Karol ile Melis Çankara’nın birlikte hazırladıkları kitap Gülsün Karamustafa’ya göre klasik sergi kataloğu değil. Serginin temelini oluşturan kavramlar üzerinden 12 yazarın metinlerinden oluşan kitabın İngilizcesi de basılacak.

Tüm yazılarını göster