Bu kaostan nasıl kurtulacağız?

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ

✔ İçinde bulunduğumuz girdaptan çıkabilmek için faizi artırmak kaçınılmaz. Ama bundan "kuru tutmak için hep yüksek faiz uygulamak gerektiği" anlamı çıkarılamaz, bu çarpıtma olur.

✔ Yatırımcı yüksek faiz ister ama ondan daha çok güven duyabildiği bir ortamı tercih eder. Kaldı ki temel ihtiyaç portföy yatırımı değil, doğrudan yatırımdır.

Yıllardan beri faiz-kur ikileminden kurtulamıyoruz. İlla birinin yüksek olmasını kabullenmemiz gerekiyor gibi. Ya faizi yükseltip kuru düşük tutmaya çalışıyoruz ya da çeşitli nedenlerle faizi aşağı çekiyor, sonra da kurun tırmanmasını izliyoruz.

Ama bu bir kısır döngü ve sonu yok. Kırk katır mı, kırk satır mı gibi bir durum yaşanıyor.

Ne yüksek faiz kader, ne yüksek kur. İkisinden birden kurtulmak mümkün değil mi yani.

Mümkün, mümkün olmaya da izlenen bu politikalarla değil. Dikkat ediniz, bu politikalar derken ekonomi politikaları vurgusu yapmıyorum. Bir ülkenin ulusal parasının değerini uyguladığı ekonomi politikaları kadar, hatta daha fazla o ülkenin dış politikası da, hukuk sisteminin nasıl işlediği de belirler.

Kabul etmek istemesek de Dünya’da giderek yalnızlaşan bir Türkiye var. Ne yazık ki gerçek böyle. Uluslararası ilişkilerdeki bu gerginliğin ve kopukluğun yatırımcıları etkilememesi söz konusu olabilir mi...

Ekonominin en basit kuralı arz-talep kuralı, bunu bilmek için ne ekonomi eğitimi almaya gerek var, ne sayfalar dolusu kitap okumaya. Bir mal ve hizmetin arzı gördüğü talepten azsa fiyat artar, bu kadar basit.

Türkiye’nin bir döviz talebi var, arz ise daha az ve kur yükseliyor, bu durum bu yıl iyice belirginleşti.

Şu durumda ya arzı artıracağız ya talebi azaltacağız. Kurdaki artışı frenleyebilmenin başka yolu yok.

Önce ikinciden başlayalım, talebi nasıl frenleriz, buna bakalım.

Şirketlerin döviz borcu var, buradan bir talep geliyor. Vatandaş tasarrufunu döviz olarak tutmak istiyor, bu da bir talep yaratıyor. Şirketlerin döviz borçları için talepte bulunmasını önlemek kolay değil de vatandaşın döviz talebini azaltabilmek zor ama pekala mümkün. Peki nasıl sağlanacak bu?

Birincisi dövizin daha da artmayacağı konusunda vatandaş bir şekilde ikna olacak. Bunu uzun vadeli olarak gerçekleştirmek hiç de kolay değil. Genlerimize işlemiş bir TL’den kaçınma dürtüsü var.

O zaman kısa vadeli bir adım atacak ve tasarrufu TL cinsinden tutmanın dövizi tercih etmekten avantajlı olduğunu göstereceksiniz. Bunun yolu da faizi artırmak. Ama dikkat edelim şu dönem faiz artırarak önlem almada çok geç kalmış olabiliriz. Ya da dün birkaç puan faiz artırmak yetiyorken, yarın çok daha fazla artırımla zar zor sonuç alabiliriz. Hatta yüklü bir artırım bile sorunu aşmamıza yetmeyebilir. 2018 sürecini unutmayalım.

Ya döviz arzını nasıl artıracağız?

İhtiyacımız TL olsa yaratacağı tüm olumsuzları göze alır banknot matbaasını 24 saat çalıştırarak piyasayı paraya boğarız. Ama döviz için yabancının para getirmesine muhtacız. Muhtaç kelimesini sevmesek de gerçek bu.

İster Türkiye’de yatırım yapsınlar, ister bize kredi versinler, ister bizden mal ve hizmet alsınlar, ister buraya tatile gelsinler... Sonuçta muhatabımız yabancılar ve onların dövizine muhtacız.

Bir an için bırakalım Hans, George ne düşünüyor. Bir başka ülke için de bizim vatandaşımız, iş insanımız yabancı yatırımcı. Bizim insanımız, herhangi bir ülkede iş yapmak istediğinde, o ülkenin çıkardığı bir borçlanma kağıdını almayı düşündüğünde ve hele hele o ülkede kalıcı bir yatırım yapmaya niyetlendiğinde önce nelere bakar?

Bir; kazanç iyi mi?

İki; o kazancını istediği zaman ülke dışına çıkarabilecek mi?

Üç; o ülkede maç oynanırken kurallar değiştiriliyor mu, hukuk sistemi iyi işliyor mu?

Dört; o ülkenin kurumları yasaların verdiği yetkileri tam kullanabiliyor mu, yoksa özerklik kavramları lafta mı kalıyor?

Şimdi tersinden bakalım ve bir yabancı gözüyle bu sorulara yanıt verelim.

Elde edilen kazancın ülke dışına çıkarılması dışında kalan hangi maddeler için tereddütsüz olumlu görüş belirtmek mümkün?

FİNANS SİSTEMİ KENDİNİ KANDIRILMIŞ HİSSETTİ

Merkez Bankası 24 Eylül'deki Para Politikası Kurulu toplantısında faizi iki puan artırdı. Politika faizi, bu artışla bile o günkü fiili faiz olan ortalama fonlama maliyetine ulaşmamıştı. Ama bu faiz kararı, Merkez Bankası’nın ortaya bir irade koyması olarak olumlu bulundu.

Peki 22 Ekim'de ne değişti? Faiz artışının çok daha gerekli görüldüğü o günkü toplantıda niye genel bir faiz artışına gidilmedi de geç likidite penceresinin faizi yükseltilerek tuhaf bir uygulamaya geçildi?

Bu yapıldı da ne oldu, işte dolar dün 8.17’ye aştı.

Biz kaostan nasıl çıkabiliriz diye uğraşırken, uğraşmamız gerekirken, her gün kendi elimizle yeni yeni kaoslar yaratıyoruz, bundan güzel örnek mi olur?

MİDE AMELİYATINDA DİŞ KIRILIR MI?

Yıllar önceydi, bir arkadaşımız midesinden ameliyat olacaktı. Yakın dostları olarak yalnız bırakmadık ve hastanede ameliyattan çıkmasını bekliyoruz. Ameliyatın başarılı geçtiği haberi geldi, arkadaşımızı anestezinin etkisinden çıkınca odaya getireceklerdi, rahatladık ve beklemeye başladık.

Arkadaşımız getirildi, o da ne, ön dişinin ucu kırılmıştı. Kendisi farkında değildi ve bizim şaşkınlığımıza bir anlam veremedi.

Durumu doktorlar izah etti. Ameliyat başlarken yapılan entübasyon sırasında arkadaşımız bir ara nefessiz kalmış, o an bir aksaklık yaşanmış ve hayati risk oluşmasını engellemek için acele etmek gerekince de dişin ucu kırılmıştı. Bir hata yapılmıştı ama can kaybına meydan vermemek için bunu sineye çekmek gerekiyordu.

Şimdi de ya hastanın dişini kıracağız ya hayati risk doğmasına yol açacağız...

Yüksek faiz kötü, tamam, doğru. Ama şimdi yüksek faizden kaçınmak uğruna kurun böylesine tırmanması daha mı iyi?

Günü kurtarmak için bir şeyler yapmak kaçınılmaz. Bu günler için yüksek faizden başka çare bilen varsa, söylesin.

Hiç kimse bundan dövizi baskılamak için faizi hep yüksek tutmak gerektiği gibi bir anlam çıkarmasın, bu çarpıtma olur.

Şu güven denilen kavram var ya güven, muhataplarımız inanın daha yüksek faiz yerine güven duyabilmeyi tercih eder.

Tüm yazılarını göster