“Bu kadarı da olmaz” demeyin, oluyor…

Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ

Bir film

Yönetmeliğini Frank Capra’nın yaptığı klasik bir film vardır. Film 1939 yılında “En iyi film”, "En iyi yönetmen“ ve “En iyi aktör” olmak üzere 11 dalda aday gösterilmiş ve “En Orijinal Öykü” dalında Oscar ödülünü almıştır. Amerikan Temsilciler Meclisi tarafından “kültürel, tarihsel ve estetik olarak önemi” nedeniyle  1989 yılında ABD Ulusal Film Arşivi'ne eklenmiştir. Başrol oyuncusu James Steward bu film ile yıldız statüsüne yükselmiştir.

Filmin konusu ilginçtir. Bir eyaletin ölen senatörü yerine geçici görevle birisi senatör olarak atanacaktır. İzcilerin Başkanı Jefferson Smith, kolay yönetilecek birisi olarak görülür ve senatör olarak eyalet valisi tarafından atanır. Jefferson Smith, dürüst ve idealleri olan biridir. Çiçeği burnunda Senatör Smith saflığı ile Washington medyasının alay konusu olur. Senatör Joseph Paine, genç Senatör Smith’in ölen babasının eski arkadaşıdır ve onun hamisi olur. Fakat Senatör Paine medya patronu Jim Taylor’un emri altındadır; siyasal olarak kirli birisidir. Paine, oyalansın da başka işlere bulaşmasın diye Jefferson’dan bir kanun teklifi hazırlamasını ister. O da kanun teklifini hazırlar. Bu teklife göre Federal Hükümet kredi verecek ve bu parayla bir arazi alınacaktır. Araziye izci kampı kurulacaktır. Ülke çapında toplanan paralarla alınan kredi geri ödenecektir. Bu projeyi öğrenen izciler ülkenin dört bir yanında para toplamaya başlarlar. Ancak bir çıkar çatışması ortaya çıkar. Çünkü izci kampı olarak seçilen arazi bir baraj projesinin içinde kalmaktadır. Bu proje de medya patronu Jim Taylor ve dolayısıyla Senatör Paine’nin bağlantılı olduğu çıkar çetesine aittir. Senatör Paine, genç Senatör Jefferson Smith’ den yasayı geri çekmesini ister. İdealist Smith buna evet demez. Bunun üzerine Jefferson Smith’i senatodan ihraç için bir komplo düzenlenir. Senatör Paine de bu komplonun bir parçası olur. Mr. Smith, senatoda suçsuzluğunu savunmak için durmaksızın 24 saat konuşur. Bunu canlandıran James Steward’ın performansı müthiştir. Sonunda Mr. Smith kazanır.

Bu film, meşhur “Mr Smith Washington’a Gidiyor” (Mr. Smith goes to Washington) filmidir. Şimdi yine 34 yaşında bir genç adam, “Mr. Santos Washington’a gitti”. Ama bu gidiş Mr Smith gidişine benzemiyor.

Hangi George Santos?

George Santos, New York Eyaleti’nin Üçüncü Bölgesi’nden ABD Temsilciler Meclis’ine Cumhuriyetçi olarak seçildi. Kendisini şöyle tanımlamış: “Amerikan Rüyası’nın ete-kemiğe bürünmüş hali”. Brezilya’dan gelmiş yoksul bir ailenin çocuğudur ve ABD Temsilciler Meclisi’ne girmiştir. Bu başarı tanımlanırsa gerçekten bir Amerikan rüyasıdır. Ama ortaya çıkan son gerçeklerden sonra Temsilciler Meclisi’ne girenin hangi George Santos olduğunu merak eder insan. Çünkü seçimlere girerken kendisini seçmene tanıttığı George Santos ile gerçek George Santos birbirinden çok farklıdır; kendisi hakkında söylediği hemen hemen her şey yalandır. Kendisine oy getirecek her sahte girdiye özgeçmişinde yer vermiştir. Nasıl mı, anlatayım.

Seçim bölgesinde Yahudi asıllı seçmenler olduğundan Santos onlara şöyle selam çakmış. Anne tarafından Yahudi olduğunu söylemiş. Yarattığı senaryoya göre anne tarafından kökü Ukrayna’ya dayanmış. Yahudi aile oradan Belçika’ya göç etmiş. İkinci Dünya Savaşı sırasında soykırımdan kaçarak Brezilya’ya sığınmışlar. Ancak soyağacında yapılan inceleme göstermiş ki, aile üç kuşaktan beri Brezilya’da yaşamış.

Santos’un annesine yarattığı rol de ilginçtir. Annesi Brezilya’da hemşire olarak çalışırmış. Seçim kampanyasının web sitesinde Santos annesini “Çok önemli bir finans kuruluşunda ilk kadın üst düzey yönetici olarak çalıştı” diye tanıtmış. Böylece kadın hareketine de göz kırpmış. Oysa Santos’un eski oda arkadaşlarının söylediğine göre de anne İngilizce bile konuşamazmış; ev temizliği işlerinde ve evde bakım hemşiresi olarak hayatını kazanırmış.

Santos, yaratıcılıkta sınır tanımamıştır. Bir televizyon mülâkatında “Anne öyküsü”ne bir “11 Eylül” göndermesi yapmış. Güya anne üst düzey finans yöneticisi olarak çalışırken 11 Eylül’de saldırıya uğrayan “Dünya Ticaret Merkezi’nin Güney Kulesi’nde imiş. Santos şöyle anlatmış: “Annem o kül bulutu arasında kaldı. Ama biz devletten sağlık yardımı almadık. Çünkü finansal durumumuz bu faturaları ödeyecek güçte idi”. Ancak ailenin mensubu olduğu katolik kilisenin papazı, George Santos’un annesinin cenazesi için kiliseden yardım istediğini söylemiş. Kilisede cenaze için külliyetli miktarda yardım toplanmış. Arkadaşlarının söylediğine göre de annesi gömüldükten sonra George, kalan para ile Poconos dağlarında kayağa gitmiş.

George Santos’un özgeçmişinde yer alan eğitim bilgileri de yalandır. Baruch Koleji’nden (Baruch College) finans ve ekonomi dalında lisans diploması olduğunu yazmış. Ancak New York Times makalesi ile yalanın ortaya çıkmasından sonra bu yalanını New York Post gazetesine verdiği demeçte itiraf etmiş. Yalan sadece eğitimde kalmamış. Çalıştığını iddia ettiği Citigroup ve Goldman Sachs gibi Wall-Street’in prestijli firmalarında da George Santos’un izine rastlanmamış. Örneğin, özgeçmişinde Santos, mezuniyetten sonra Citigroup gayrimenkul bölümünde “İş ortağı aktif yöneticisi”(Associate asset manager)olarak işe başladığını belirtmiş. Citigroup sözcüsü “Santos’un yarattığı görev unvanıyla aşina olmadığını ve aslında grubun “Aktif Yönetimi” işini 2005 yılında zaten satmış olduklarını belirtmiş.

George Santos, özgeçmişinde hayvanseverleri de unutmamıştır. Evde beslenen hayvanlar için 2013 yılında “Friends of Pets United” diye bir hayır kurumu kurduğunu söylemiş. Bu hayır kurumunun vergiden muaf statüsü olduğunu iddia etmiş. Ama New York Times’ın haberine göre ilgili resmi makamlar (IRS-Internal Revenue Service) bunu doğrulamamış. Yine bu hayır kurumu bir hayvan kurtarma topluluğu yararına bağış toplama aktivitesi yapmış. Ama bu topluluğun bir görevlisi bu toplanan yardımdan derneğe hiç bir fon gelmediğini ifade etmiş.

Bir yorum

George Santos ile ilgili makale Aralık ayında New York Times gazetesinde çıkınca ilgimi çekmiş, bir kenara ayırmıştım. Daha sonra olaya Amerikan basınında çok geniş yer verildi. Olayın ayrıntılarını öğrenince bunu okuyucularla paylaşmak istedim.

“Bu kadarı da olmaz” diyemeyeceğimiz bir devirde yaşıyoruz. Çünkü daha önceden düşünemeyeceğimiz şeyler oluyor dünyada. George Santos olayı buna bir çarpıcı örnek oldu.

Olay, New York Times Gazetesi’nin araştırmacı gazetecileri sayesinde ortaya çıktı. Yukarda sözünü ettiğim “Friends of Pets United” isimli derneğin 2500 hayvanı kurtardığını Santos’un ağzından duyan gazeteci merak edip araştırmış. Derneği bulamamış. Sonra çorap söküğü gibi diğer yalanlar ortaya dökülmüş. Belki akla gelen ilk soru, “Bu kişinin yalanları seçimden önce neden ortaya çıkmamış?” olabilir. Eskiden yerel gazeteler bu tür olayların daha erken farkına varır ve yazarmış. Ama bu teknoloji çağında yerel basın da yavaş yavaş siliniyor. New York Times’ın makalesi de ancak seçim sonuna yetişebilmiş.

Şimdi top, resmi makamların kucağında. Amerikan Temsilciler Meclisi’ne üye seçilebilmek için koşullar: 25 yaşını doldurmuş olmak; 7 yıldır Amerikan vatandaşı olmak ve seçildiği bölgede oturuyor olmak. George Santos bu koşulları sağlıyor. Ama yasa koyucuların aklına adayların bu denli yalan söyleyeceği, bu derece sahtekârlık yapacağı aklına gelmemiş. Bu bir suç olarak belirtilmemiş. Şimdi seçim kampanyasındaki uygunsuzluklar araştırılıyor. Bunlardan suçlu bulunsa bile Temsilciler Meclisi’nden atılması yasal olarak pek kolay olmayacak deniliyor. Çünkü bir de işin içine partizanlık girecek. Cumhuriyetçilerin Meclis’te kazandığı çok dar marjlı bir çoğunluk var. Bu nedenle George Santos’u kaybetmeyi göze alacaklar mı?

Yalan söylemek, örneğin diploması yokken var demek, eskiden beri her dinde günah. Siyasetçiler dünyanın her yerinde eskiden beri yalan söylüyor. Ama yalan ortaya çıkınca utanmamak yeni bir tarz. George Santos, yalanları ortaya çıkınca bir süre saklanmış. Ama daha sonra ortaya çıkmış ve kendisini savunmaya başlamış. Söylediği yalanları “Özgeçmiş süslemesini biraz fazla abartmak” olarak nitelendiriyor. “Ben bir suç işlemedim” diyor. Halbu ki özgeçmiş yalanlarının dışında gençken Brezilya’da tescilli bir suç işlemiş. Santos, hemşire annesinin bir müşterisinin çek defterini çalmış, sahte imza ile harcamalar yapmış; bunu da itiraf etmiş. Mahkemesi sonuçlanmadan Amerika’ya göçmüş. Şimdi Brezilya’daki mahkeme “Sanığın yeri bulundu” diye yargılamayı yeniden açmış.

George Santos, yalanlarını savunurken laf cambazlığı yapıyor. Örneğin, başka bir yalanında Orlando’daki homoseksüellerin gittiği bir gece klübüne (Gay Bar) yapılan saldırıdan söz etmiş. “Şirketimizin dört çalışanını kaybettik” demiş. Neden böyle demiş? Kendisi de bir homoseksüel ve seçmenleri arasında cinsel tercihi bu olanlara şirin görünmek için. Ölenlerin listesinden hiç bir çalışanın ismi çıkmadığı yüzüne vurulunca pişkin pişkin “Evet, şirketimizin çalışanları değildi, ama potansiyel çalışanları idi” diye lafı çevirmiş.

Sonuç

“Çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz” derler. Bu nedenle dünyanın her yerinde siyasetçilerin sözlerinde bir şekilde yalan oluyor. Fakat George Santos kendini tutamamış yalan duvarını aşmış. Bakalım Amerikan sistemi bu olayı nasıl çözecek? Önümüzde ülkemizde de seçimler var. Bakalım biz daha neler göreceğiz?

Tüm yazılarını göster