Son iki yazımızda Merkez Bankası’nın sektör bilançoları verileri üzerinden reel sektörün durumunu analiz etmeye çalıştık. Veriler reel sektörün hem borç-özkaynak dengesinde, hem varlık yapısında uzun yıllardır süren bir bozulma eğilimi olduğunu gösteriyor. Borç-özkaynak ve varlık yapısına ilişkin kırılganlıkların, gelir tablosunda sıkıntılar yarattığına dair işaretler de var.
Bilanço, salt Maliye’ye vermek için hazırlanması gereken bürokratik bir belge değil, bir şirketin sağlık durumunu ortaya koyan bir kan tahlili, bir check-up raporu gibidir. Bünyede ortaya çıkmaya başlayan hastalıkların habercisi ve aynı zamanda tedavinin nasıl gerçekleştirileceğinin de yol göstericisidir.
Sağlıkla ilgili olarak söylenen yaygın ifade bilanço için de geçerlidir: Erken teşhis hayat kurtarır. Tersi ise sorunların büyümesi, zayıflıkların, dengesizliklerin bünyenin başka alanlarına da yayılarak hayati tehlike yaratır hale gelmesine yol açar.
Bilançoda dengeler, bünyenin kaldıramayacağı ölçüde bozulmuşsa ardından kaçınılmaz olarak bir “intibak” yaşanır. Bu intibak, sorunları çözecek şekilde ve dozda bilinçli ve programlı yapılırsa bünye toparlanır. Tersi durumda “intibak” yine gerçekleşir ama bu kez bünyenin çökmesi ile yani krizle olur.
Şirket düzeyinde de olsa, ülke düzeyinde de ola krizler, bilanço bozulmasından doğar. Krizlerin temelinde bilanço dengesinin, sağlığının bozulması yatar. Bozulan bilanço bilinçli bir şekilde düzeltilmezse, düzeltme krizle acılı ve daha ağır bir maliyetle gerçekleşir.
Şirketlerin iflas etmesi, aşırı ölçüde küçülmek zorunda kalmasına giden süreç bilanço bozulmasıyla başlar. Aynı şey, ülke ekonomileri için de geçerli. Ekonomide 1994, 2001, 2008, 2018, 2021 krizlerinin hepsinin nedeni, ekonomik bilançodaki bozulmadır. Öne çıkan yön bazen mali bilançodaki bozumadır, en ödemeler dengesi bilançosundaki bozulmadır. Ama genellikle bu ikisi birlikte var olurlar ve birbirlerini beslerler.
Merkez Bankası’nın verileri, reel sektördeki küçük, büyük yüzbinlerce işletmenin ciddi bir bilanço düzeltmesi ihtiyacı içinde olduğunu gösteriyor. Ancak sorunun bu denli yaygınlaştığı ve uzun yılları kapsayan bir süreç içinde derinleştiğini dikkate aldığımızda artık sorun mikro ölçekte tek tek firmaların alacağı önlemlerle aşılacak noktayı çoktan geçmiş durumda. Sorun artık sadece şirketler düzeyinde önlemlerle çözülemez. Merkezi ekonomi politikaları, yapısal ekonomik çözümler gerekir.
İşte bu noktada hem ekonomi yönetiminin politik tercihleri, hem de makroekonomik yapının kendi dengeleri ve sağlık durumu devreye giriyor.
Geldiğimiz noktada yüksek enflasyon aşırı borçlu şirketlerin finansman ihtiyacını iyice artırıyor. Finansmana erişim ve maliyeti hayati derecede kritik bir önem kazanıyor. Oysa sorunun temelinde aşırı borçluluk var ve şirketlere ayakta kalmak için ihtiyaç duydukları krediyi sağlamak aynı zamanda temeldeki sorunu daha da büyütüyor.
Ekonomi yönetimi faizleri düşük tutarak sorunu aşabileceğini zannediyor. Ama kredi genişlemesi öte yanda ekonominin diğer yapısal sorunları açısından riskleri artırıyor. Ucuz ve bol kredi enflasyon ve kur artışının yanısıra ithalatta artış yol açarak ödemeler dengesi ve fiyat istikrarı tarafında zaten aşırı ölçüde bozuk olan dengeleri iyice bozuyor. Ekonomi yönetimi buna karşı bir yandan faizleri düşük tutmaya çalışırken, diğer yandan kredi genişlemesini frenlemeye dönük birbiriyle çelişen kafa karıştıran önlemlere başvuruyor. Öte tarafta rezerv satarak kur artışına ket vurma çabası, döviz rezervlerini eriterek o alandaki kırılganlığı artırıyor.
Geldiğimiz son noktada bir taraftan reel sektörün bilanço riskleri, diğer taraaftan seçim harcamalarıyla bozulan maliyenin riskleri, banka bilançolarını aktarılıyor. Burada biriken risk, korkutucu senaryolara kapı aralıyor.
Böylesine iyi düşünülmemiş, plansız, birbiriyle çelişen, biri diğerinin tersine çalışan, uyum sorunu taşıyan ve kafa karıştıran kısa vadeli sözde çözümler, sadece olası krizi erteliyor. Kriz riskini ortadan kaldırmıyor tersine büyütüyor.