Borçlanma ve para basma şart ama!

Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Hükümetin korona virüsü ile ilgili aldığı önlemler bazı çevrelerde oldukça eleştiri konusu olmakta. Bazıları toplam paketin büyüklüğünü yetersiz bulurken, bazıları bütçe açığı, yüksek borçlanma ve para basmanın bizi felakete götüreceğini ve diğer bazıları da açıklanan programların sınırlarının daha belirli daha şeffaf ve tedbirlerden çıkışların süresi ve şeklinin daha planlı olması gerektiğini savunmaktalar. (Bu son noktaya katılmakla birlikte hastalığın seyrinin ve karantina tedbirlerindeki gevşetilme takviminin netleşmemesinin ister istemez diğer konularda da “net” olunmasını zorlaştırdığını teslim ediyorum.)

Şahsen ben de toplam paket büyüklüğünün biraz yetersiz kaldığını düşünenlerdenim. (Nitekim gün geçtikçe bu paketlerin genişletildiğine tanık olmaktayız.) Öte yandan ülkenin imkanlarının farkında biri olarak “astronomik” paketlerin çok da inandırıcı olmayacağı gibi, tam tersi ekonomik aktörlerde endişe uyandırabileceğini düşünmekteyim. Bu bağlamda gelişmiş ülkelerde açıklanan paketlerin milli gelire oranını bizimkilerle karşılaştırmak da oldukça anlamsız bir uğraş. Bu paketlerin büyüklüğü değil de, nerelere kanalize oldukları daha önemli. Örneğin ABD’de açıklanan parasal tedbirlerin büyük oranda tahvil ve hisse senedi piyasalarının çökmesini engelleyici tedbirler olduğunu unutmayalım. Türkiye’de bu birincil öncelikte asla olamaz çünkü menkul kıymet piyasalarının ekonomi içerisindeki yeri ve önemi çok düşük. (Ayrıca, trilyon dolarlar ortada uçuşurken New York valisinin sağlık harcamaları için federal devletten 1 milyar dolarlık bir fon bile alamadığını da unutmayalım.)

Borçlanma ve para basmanın felaket götüreceği eleştirilerine ise katılmıyorum. Ekonomik aktivitenin hem arz, hem de talep tarafında çok daraldığı bir ortamda kamuyu devreye sokup, bütçe açığının artmasına göz yummak zorundasınız. Esasen, istediğiniz kadar para basabilirsiniz, iki kritik bağımlı değişkene dikkat ettiğiniz sürece. Birincisi pek tabii ki enflasyon. Her ne kadar arz tarafındaki sıkışıklıklar ve kur üzerindeki baskılar bence enflasyonu MB’nin hedeflediği seviyelerin üstüne taşıyacaksa da, alıp başını gidecek bir enflasyondan bahsetmek de saçma olur. Dünya emtia ve enerji fiyatlarındaki gelişmeler de enflasyonu kontrol altında tutacaktır.

İkinci değişken ise basitçe ifade edersem bastığınız paranın döviz gitmesi riskidir. Türkiye ekonomisinin en zayıf noktalarından biri kuşkusuz düşük döviz rezervleridir. (Bu esasında bugünün konusu da değil, değerli TL ile enflasyonu terbiye etme ve zahiri bir zenginlik hissi yaratma pahasına rezervleri hep ihmal ettik.) Özellikle son dönemlerdeki hızlı azalış piyasaları ister istemez tedirgin etmekte. (Son 7 haftada 19 milyar dolar azalma söz konusu.) Öte yandan, ben finans hesabı kanalıyla daha fazla baskının geleceğini de düşünmüyorum, özellikle yabancıların rekor düşük seviyelere düşmüş olan menkul değerler yatırım rakamlarına bakınca. Vadesi gelen yabancı para borçları toplayıp döviz rezervlerine oranlamak da bugünlerde çok popüler ama bir o kadar da gereksiz bir egzersiz. Günü gelince bu borçların büyük çoğu döndürülür. Cari açık kaynaklı baskının da (turizm gelirlerindeki düşüşe rağmen) çok fazla olmayacağı görülüyor. Bu sene az da olsa cari fazla verme beklentisi bile var. Ancak gene de vurgulamak gerekiyor: Uluslararası kuruluşlar ve/veya yabancı devletlerle yapılacak swap ve repo benzeri anlaşmalar piyasalar açısından çok rahatlatıcı olacaktır.

Hükümet korona virüsü önlemleri kapsamında bankaların şirketleri daha fazla kredilendirmesine de çalışıyor. Bu doğru bir yaklaşım. Geçici veya daha uzun süreli işsiz kalanlara “doğrudan” maddi yardım yapılması ne kadar önemliyse, bir anda tüm gelirleri sıfırlanan işletmelere de kaynak verilmesi en az o kadar önemli. Bazıları bunun kredi şeklinde olmasını eleştirebilir. Ancak doğru yöntem bu. Verilen kaynağın hibe değil de, sıfır veya çok düşük faizli “kredi” şeklinde olması hem bankaların hem de krediyi kullanacak firmaların disiplinden kopmaması için önemli. Bankalar kurumsal müşterilerini tanıdıkları için doğal olarak onların ihtiyaçlarını en iyi analiz edebilecek kurumlar. Bu noktada bazıları ise zaten yüksek borçluluk oranı olan pek çok şirketin daha da borçlandırılmasının doğru olmayacağı kanaatinde. Ancak, unutmayalım ki, bu günler “mucbir sebepler”in ön plana çıktığı günler ve hastalığın global gidişatında anormal bir sürpriz meydana gelmezse bir sene içerisinde ekonomilerde büyük ölçüde normalleşme görülebilecek. Ekonomiler düzeldiğinde bu alınan kredilerin “yüzdürülmesi” ise bir problem teşkil etmeyecektir. (Tabi, korona sonrasında bazı iş kolları yükselirken bazıları da temelden batacak, o ayrı!)

Tüm yazılarını göster