Küreselleşmenin farklı tanımları var. Ancak en önemli tanımı şu: küreselleşme finansal serbestleşmedir. Bunun yarattığı en önemli sonucu da dünyada borç stokunun artması.
Küreselleşme her daima vardı, ancak dünyayı çepeçevre sarması 1990 yılında SSCB’nin çökmesi sonrası başladı. Sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kalkması sonrası doğrudan sermayenin yanında portföy yatırımı yoluyla finansal sermaye de dünyayı avucuna aldı. Sonuç olarak 2024 yılı ilk çeyrek sonu itibariyle küresel borç stoku 315,1 trilyon dolara yükseldi.
Bu borcun 205,9 trilyon dolarlık kısmı gelişmiş ülkelere 101,9 trilyon dolarlık kısmı da gelişmekte olan (kibarcası yükselen ekonomiler) ülkelere ait. IIF’nin Mayıs 2024 raporuna göre borç stokunun 59,1 trilyon doları hanehalkına, 94,1 trilyon doları reel sektöre, 91,4 trilyon doları devlete ve 70,4 trilyon dolarlık kısmı da finansal sektöre ait.
Borç süper döngüsünü yaratan dengesizliklerin artmasının arkasında iki ana güç var: varsılların (zenginlerin) tasarruf bolluğu ve bunun bir sonucu olarak küresel tasarruf bolluğu. Varsılların tasarruf bolluğu artan gelir ve servet eşitsizliğinin bir sonucu. Harcanabilir gelirin en varsıllara (en üst yüzde 1) giden payı 1980'den bu yana istikrarlı bir şekilde artıyor. Varsıllar da harcanabilir gelirlerinin çok daha yüksek bir kısmını tasarruf etme eğiliminde olduğundan, artan eşitsizlik, büyük miktarda tasarruf fazlasının birikmesine yol açmakta.
Tasarruf fazlasına sahip ülkeler verdikleri borçlar sayesinde küresel gelirden daha büyük bir pay elde etmekteler. Bu dengesizlik sonucunda küresel borç döngüsünü finanse eden mali karlar da artmakta. Üstelik bu döngü yatırımları finanse etmemekte. Örneğin, son kırk yılda toplam borcun GSYH'ye oranı iki kattan fazla artmasına rağmen, reel yatırımların GSYH'ye oranı aynı kaldı, hatta düştü. Sermaye hareketleri ülkelerin daha rahat borçlanmasını sağlarken bundan her kesim yararlandı. Hükümet olan siyasal partiler seçim kazanmak, itibarlı yaşamak için borç alıp harcadılar.
Bunun güzel örneklerinden birisi de elbette Türkiye. Lüks kamu binaları, saraylar yapıldı. Manevi dünyamızı aydınlatmakla görevli Diyanet İşleri Başkanı bile po.. üşümesin diye ısıtmalı koltuklu sekiz silindirli araçlarla dolaşmaya başladı. Halkımızda (hanehalkı) bu borçlanmadan nimetlendi konut, otomobil aldı. Özel sektörün ise keyfi çok yerinde idi. Yüksek karlarla ne üretseler sattıkları gibi, Çin’den ithal ettikleri “dandik malları” ya küçük üreticiye ara malı, ya da tüketiciye nihai mal olarak sattılar. Bankacılık sektörü de yurtdışına borçlanarak bol bol başta kayırılmış inşaat sektörü olmak üzere kredi dağıttılar. Böylece ülke tümü ile krediye bağımlı hale geldi. Hükümet sonuna kadar bu politikayı sürdürdü. Yetmedi, yeni fonlar kuruldu. Dünyada ulusal fonlar cari fazla veren, tasarruf oranı yüksek ülkelerce kurulmasına karşın Türkiye bu avantajlara sahip olmadığı halde Türkiye Varlık Fonunu kurdu. Özelleştirilmeyen ancak kolay özelleştirilebilir kamu kurumlarını ve arazileri fona devretti. Yine yetmedi kamu vakıfları kuruldu, özel vakıfl ar kurduruldu. Bunlara denetimsiz olarak kamu kaynakları aktarıldı.
Sonunda Hazine ve TCMB kasaları tam takır kuru bakır haline gelince rüyadan uyandılar. Ancak borç tuzağına düşülmüştü. Üstelik döviz rezervi tükendiği için ülke borç ödeyemeyecek noktaya geldi. KKM gibi araçlar yaratıldı. KKM yılandı ana denize düşüldüğüne buna sarılındı. Sonuç tam bir fiyasko oldu.
Bu modelin tümü ile çökmesi sonrası Maliye Bakanlığına getirilen Mehmet Şimşek’in kucağına negatif döviz rezervi, zarar eden TCMB, 1,2 trilyon bütçe açığı, cari açık ve yüksek bir enfl asyon bırakıdı. Sayın Şimşek’i kutlamak gerekir. Çünkü bu ağır yükü kabul etmesi bile cesaret işi. Türkiye 22 yılda her geçen yıl daha fazla borçlanarak harcama yaptı. Bunun sonucunda 2002 yılında 258 milyar TL olan borç stoku 2024 Mart ayında 7,5 trilyon TL’ye, dış borç stoku da 131, milyar dolardan 500 milyar dolara yükseldi. Bunun neticesinde 2006-2023 döneminde alacaklılarına toplam 2 trilyon faiz ödemesi yaptı. Bu rakam toplam borç stokunun yüzde 40’ına karşılık gelmekte.
Tüm veriler ışığında Türkiye’nin borç tuzağına düşmüş ve bu yolla sömürüldüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. KOBİ’ler kredi veremeyen, emeklileri sürünen bir ülke haline gelinmesinin nedeni bu büyük faiz yükü. Borcun büyümesinin nedeni ise kamunun ilkesiz harcama politikası olarak karşımıza çıkmakta.
Üzücü olansa bu yükün emekli maaşları düşük tutularak ya da palyatif tasarruf önlemlerle azaltılacağının düşünülmesi. Eğer tasarruf konusunda ciddi bir irade olsa idi, işe önce varlık fonlarının ve vakıfl arın kapatılarak bütçe içine alınması ile başlanılırdı. İkinci olarak da mali kural getirilerek borçlanmaya sınır koyulurdu. Bunlar yoksa yük KOBİ’lere, çiftçiye ve emeklilere biner. Ancak sorun da yerinde kalır. Bu yazdıklarımızı daha rahat anlamak için tarihe bakmak gerekir. Özellikle de Osmanlı Devleti’nin son dönemine. Önerdiğim kitaplardan Osmanlı’nın mali durumuna ilişkin. İyi bayramlar.
Okuma önerisi: Haydar Kazgan, Galata Bankerleri
Osmanlıda Avrupa Finans Kapitali