2018’in son akşamı kaybetmiştik onu. Üzerinden iki sene geçmiş. Gülriz Sururi’den söz ediyorum… Annesi Suzan Lûtfullah Sururi ilk Türk primadonnası; babası Lûtfullah Sururi ilk operetlerimizin yaratıcılarından; amcaları Yusuf, Celâl, Ali Sururi ise ilk operet tiyatrosu oyuncu ve yazarları…
Daha annesinin karnındayken sahneye çıkmış, sonra Muhsin Ertuğrul’un isteğiyle 12 yaşında çocuk tiyatrosuna başlamış. Ardından konservatuara gitmiş. Yazarlıktan yönetmenliğe birçok uğraşı bir arada götürmüş...
Ne mutlu ki bana, ömrünü daima tiyatro yaşayıp tiyatro düşünerek geçiren Gülriz Sururi’ye “Ustalara Saygı” etkinlikleri kapsamında bir “saygı” gecesi düzenledim… Onu iyi ki yakından tanıdım, iyi ki bazen evine gittim, iyi ki bazen hazırladığı o harika yemekleri onunla ve Engin Cezzar’la birlikte tatmak fırsatı buldum, iyi ki “Ustalara Saygı”lara konuşmacı olarak davet ettim…
Geçtiğimiz Cuma günü yılbaşı tatili olduğundan Odak yoktu. Bu nedenle onu bugün, yıllar önce yaptığım bir söyleşiden bazı cümleleriyle anmak istiyorum.
“Birkaç rolün ötesi biraz hamallık” demişti Gülriz Hanım ve devam etmişti:
“Eskiden derdim ki tiyatro yapmasam sudan çıkmış balığa dönerim, soluk alamam, ama öyle değilmiş. Bir şeyi biliyorum insanın kariyerinde birkaç tane rol oluyor, onun dışındakiler biraz hamallık.
Çok oynamak fazla bir şey ifade etmiyor. Hollywood starları arasında da bu böyle. Neyle ölçüyoruz onları, her sene beş tane film yaptıkları için değil. Kimisi kalkıyor üç sene film yapmıyor, ama bir tane yapıyor kıyamet kopuyor. Burada da diyorum ki insanın kariyerinde birkaç tane unutulmaz rol vardır.
(…)
Ben, hiç sinema teklifi almadım, çok fotojeniktim eskiden. Böyle bir teklif alırsam onu düşünebilirim. Eğer benim rolüm küçük de olsa senaryo bütününde içinde olmamı söylüyorsa bana neden olmasın?
(…)
Ülkemizi yönetenler hiçbir zaman tiyatroyu istemediler, tiyatrodan korktular. Haksız da değiller tiyatro korkutacak kadar etkilidir. Tiyatro insanlara iklimler atlatır, dünya görüşlerini değiştirir.
(…)
Küsmek gibi bir şeyim yoktur, ama hayatıma sokabildiğim insan çok azdır. Baştan kapalıyımdır. Ama her zaman sıcak, yakın olurum, gördüğüm yerde. Gidip geldiğim, görüştüğüm, aradığım insan çok azdır. Giderek de ayrılıp gittiler. Çok erken kaybettiğim çok yakın dostlarım var.
Konuyu hafifletmek için anlatayım bir gün kalabalık bir yerde konuşuyoruz, erkek çok az, kadın çok, artık böyle, birisi dedi ki ‘tango yapmak istiyorum.’ Ben de istiyorum. Düşündüm, ama bütün güzel tango yapanlar ölmüş artık. Güzel tango yapan erkekler yaşamıyor bugün. Yani o zaman dikkat ettim, çevremde o kadar çok yakınımı kaybetmişim ki uzun yaşadığımı bir kere daha anlamış oldum bu şekilde. Ama ne olursa olsun etrafımda arkadaşlarım, dostlarım az dahi olsa onlarla hayatın tadını çıkarmaya çalışıyorum. Onlara açığım, herkese değil. Bir de belki insanlar belli bir yaştan sonra yeni dostluklar kuramıyorlardır, ne dersiniz?
(…)
Yaşlılığı kalemi elimde tutabildiğim son güne kadar yazacağım. Belki ondan sonra basılır, bilemiyorum, ama bütün bunları en dramatik yanıyla yazmak istiyorum. Yani eğer bunamışsam, mâni olmayın diyeceğim, yine yazacağım.
Böyle başladı. Doğumumdan başlıyor, bitene kadar olması lâzım. Uzun yaşayacağımı sanıyorum, çünkü kendime iyi bakıyorum. Tabii bunamadan ölmeyi tercih ederim, ama o olacaksa onu da yazmak isterim. O el ne yapıyorsa, o beyinden nasıl bir emir geliyorsa parmak uçlarına onun da olmasını istiyorum.”
Sizi daima özlemle hatırlıyorum Gülriz Hanım…