Güzel bir coğrafyada, güzelliği bol bir coğrafyada yaşıyoruz. Ama altı da hareketli, depremi bol bir coğrafya... İşte bu hareket geçen haftaki faciaya neden oldu.
Biliyorsunuz dünya kabuğu birbiri içine geçmiş, "tektonik levha” dediğimiz ayrı ayrı parçalardan oluşmuştur. Bu levhalar hareket etmeye çalışır. Ancak hareket etmeye çalışan levhaya onunla temasta olan levhalar karşı koyar. Bu, levhalarda gerilim yaratır. Biriken gerilim zaman zaman enerji olarak yüzeye çıkar. Çıkan enerji yüzeyi hareket ettirir ve deprem yaratır.
Büyük depremin olduğu bölge, Anadolu, Arap ve Adana tektonik levhalarının kesiştiği bir bölge idi. Bilim insanlarımızın söylediğine göre bunlardan Arap levhası aşağı doğru kaydı. Levhalar yıllardır gerilim biriktiriyorlardı. İşte bu müthiş deprem, bu birikimin açığa çıkması ile oldu.
Doğanın bu birikimine karşı bizim birikimimiz yetersiz olduğu için bunun maliyetini ağır ödedik ve ödemeye devam edeceğiz. Peki, neydi bizim birikimimizdeki eksiklikler ve yanlışlar?
Bilime sırtını dönmek
Deprem, beklenmedik bir şey değildi. Bilim insanları yıllardır uyarıp duruyordu. Peki, neden hazırlığımızı yapamadık? Bu uyarılara neden kulak verilmedi? Çünkü Cumhuriyetle birlikte bir ara “Hayatta en hakiki mürşid ilimdir” ilkesine tutunmuştuk. Ama yine bu yoldan sapıldı. Bilime önem vermeyi ve bilim insanın sözüne değer vermeyi bırakın, bilim insanını küçümseme seviyelerine inildi. Elit bilim insanlarının çalıştığı, bilim yuvası olması gereken üniversiteler adeta “Vasatlıkta birleşelim” anlayışı ile sıradanlaştırılmaya çalışıldı. Siyasal amaçlarla atanan yanlış yöneticilerle üniversitelerin özerkliği ve dolayısıyla bilim ortamı bozuldu. Böyle iklimin olduğu yerde tabi ki bilim insanının sözü dinlenilmezdi. Hiç bir konuda bilimin sesine kulak verilmediği gibi, deprem uyarısı yapan değerli bilim insanlarının uyarıları dikkate alınmadı.
Yanlışlıklar Trajedisi
Bilimin dışlandığı bu iklimde bir sürü yanlış birbirini kovaladı. Yaşadığımız bu facia aslında bir “Yanlışlıklar Trajedisi“sin sonucudur. Yanlışların birikimi binanın kurulduğu yerden, zeminden başlıyor. Uzmanlar ifade ediyor: “Zemin, bina yapımı için uygun değil”. Çünkü şehircilik anlayışımız da bilimsellikten uzak. Doyumsuz bir açgözlülük ve imar şehveti ile gevşek zeminli tarım arazileri imara açıldı, üstlerine çok katlı binalar dikildi. Maalesef göçebelik kültüründen hâlâ kurtulamamış bir toplumuz. Adeta devenin çöktüğü yere, çadır kurar gibi bina dikiyoruz. Hem doğru dürüst zemin etüdü yapmadan.
Binanın kurulduğu yer yanlıştı; uygun olmayan bir zemin seçilmişti. Bari, binayı düzgün yapsaydılar diyorsunuz. Ama orada da yanlışlıklar trajedisinin başka halkaları devreye giriyor, birikim artıyor. Yapılan bina, bilim ve teknolojinin gereklerine uygun değil. Peki, neden değil?
Bunun iki önemli nedeni var: bilgisizlik ve vicdansızlık. Bazen bu iki neden tek tek karşımıza çıkıyor, ya da ikisi birlikte.
Bir binanın olması gerektiği gibi yapılamamasının birinci nedeni bilgisizliktir. Bu çöken binalardan bazıları projesiz ve mühendis eli değmeden yapılmıştır. Bazen de binanın yapımından sorumlu mühendisin bilgi birikimi, o binayı o zemine yapmak için yeterli değildir. Çünkü, mühendis unvanı taşıyan o kişi, gerçek anlamda bir mühendis değildir. “Her sakallıyı deden sanma” dedikleri gibi, bu ülkede her diplomalıyı da “mühendis” saymamak gerekir. Çünkü bu ülkede bazı eğitim kurumları da sadece diploma üreten fabrikalar haline getirildi. Kalite elekleri gevşetildi, yarı pişmiş diplomalı cahiller piyasaya sürüldü. Bu acı gerçek yalnız mühendisler için geçerli değildir, diğer tüm meslekler için de doğrudur. Yaşadığımız ve daha çoklarını yaşayacağımız faciaların altında yatan en önemli nedenlerden birisi budur. Bundan dolayıdır ki, böyle bir mühendisin inşa ettiği bina güvenilir olamaz. Çünkü birikimi olmadığı halde kendini o konunun uzmanı sayan kişiler, yapacakları yanlışların da sonuçlarını tahmin edemezler. Cahilliğin verdiği cesaretle olmadık işler yaparlar.
Binaların böyle ıslanmış bisküvi gibi ufalanmasına ikinci neden vicdan meselesidir, hırsızlıktır. Belki binanın projesi, o zeminin gerektirdiği koşullara uygun yapılmıştır. Ama müteahhit daha çok kazanayım diye malzemeden çalmıştır. Bu da bir birikimin sonucudur. Gördüğümüz, duyduğumuz bir sahtekârlık, hırsızlık artık bizi hiç hayrete düşürmüyor. Çünkü ülkemizde hırsızlık, usulsüzlük, yolsuzluk adeta kültürün bir parçası haline geldi, normalleşti. Ve bunu yadırgamıyoruz artık. Depremin hiç bir ayrım yapmadan her şeyi vurması, devirmesi gibi bu bela her sektörü, her mahalleyi vurmuş durumda. Sadece yaşanan vicdansızlıkların boyutlarında farklılıklar oluyor. İşte böyle bir ortamda binayı yapan müteahhit de gereğini yapıp, malzemeden çalmıştır. Zemin yanlış zemindi; mühendis yetkin değildi; müteahhit hırsızdı. Peki, “Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?”. Vardır; yanlışlıklar trajedisini durduracak olan, devlettir. Ama uygun olmayan zemini, tarım arazisini imara açan da o devlettir. O projeleri onaylayan, yapımını kontrol eden, sonra da o binalarda oturma izni veren, devletin resmi kurumlarıdır. Eğer bu son durak iyi çalışsaydı, bu kadar ölen olmayacaktı. Ama görülen o ki, yukarda saydığım iki nedenden dolayı ilgili resmi makamlar da bu yanlışlıklar trajedisinin bir parçası olmuş.
Bu yanlışlıklar trajedisi sonucu yıkımı durduramadık, binalar gitti, şehirler gitti. Peki deprem sonrasını, oluşan krizi daha iyi yönetemez miydik? Göçük altında sağ kalmışlardan daha fazla kurtaramaz mıydık? Hayatta kalmışları daha az üşütemez miydik? Onların barınma dahil diğer insani ihtiyaçlarını daha iyi karşılayamaz mıydık? Bu mümkündü. Ülke olarak bunları sağlayacak kaynaklarımız vardı. Ama görünen o ki, yetkililer bu krizi yönetemediler. Yönetim becerileri ve birikimleri bu boyuttaki krizi yönetmeye yetmedi.
Sonuç
Yaşadığımız bu felaket, iki nedenin doğal bir sonucudur. Nedenlerden biri, doğanın biriktirdiği gerilimdi. Diğer neden ise, bunun karşısında bizim yetersiz birikimimizdi. Bundan dolayı felaketi bu boyutta yaşamamız kaçınılmazdı; bundan daha azı bir mucize olurdu.
Eğer bir olayda nedenleri değiştirmezseniz, sonuç da değişmez. Birinci nedeni değiştirme şansımız yok; depremler hep olacak. Bir daha böyle bir felaket yaşamamak için ikinci nedeni ortadan kaldırmalıyız. Binalarımızı sağlam yerlere, gereken sağlamlıkta yapmalıyız. Ve deprem sonrası oluşacak krizleri yönetecek sağlam kadrolarımızın olmasını sağlamalıyız.
Eski bir hikâyedir. İşlediği suçlardan dolayı adamı asmaya götürürken “Son diyeceğin bir şey var mı?” diye sormuşlar. Asılacak adam “Bu bana ders olsun” demiş. Acaba yaşadığımız bu felaketler bize ders olacak mı? Sanırım olmayacak. Çevrenize bir bakın. Seçim yaklaştıkça imar affı kokusu alanlar kaçak yapılara tam gaz hız vermiş durumdalar ve hiç bir denetim yok.