Piyasaları konuşmaya başladığımızda, kaçırdığımız başlıklar sıralamasının en üstünde “zamanlama” konusu yer alıyor. Bunu da genellikle kısa vadeli işlemlerin getirdiği “göz tutulması” ile birlikte fiyat seviyeleri ve ezbere yapılan yorumlar üzerinden yaşadığımız sorunlar silsilesi paralelinde yaşıyoruz. Ezbere yapılan yorumlar kısmı önemli. Özellikle de yeni haftanın en önemli başlığı olan Fed’i konuşmaya başlamışken.
Geçmişe bakarak yarın için referans çıkarmaya çalışmak hiç de fena bir fikir değil. Elbette her dönemi, avantaj ve risklerini, politik ve jeopolitik dengelerini kendi içerisinde değerlendirmek şartıyla. Örneğin, Fed için projeksiyon yapmaya hazırlanırken, “Fed faiz indirir, hisse senetleri değerlenir, gelişmekte olan ülke varlıklarına da fon yağmuru yaşanır” gibi çıkarımların temelini doldurmak önemli. Eğer yapabiliyorsak.
Pandemi öncesini konuşurken, Mayıs 2013 öncesi ve sonrası şeklinde kırılım yapmak gerekiyor. Pandemi sonrasını konuşmaya başladığımızda da değişen fiyatlama mekanizmaları ve yatırımcı tepkilerinin evrildiği noktayı gözetmeliyiz. O nedenle Fed’in faiz indirimi ya da artırımı başlıklarını elbette ki önemsemekle birlikte, standart ve temelsiz değerlendirmelerden uzak durulmalı. Fed’in faiz indirmesi bir mesele ise, faizi neden indirdiği ve yarın için çizeceği yol haritasını doğru yorumlayabilmek de bir o kadar ayrı mesele. Şöyle bir kısa hatırlama yapalım: Temmuz ortasından bu yana faiz indirimi beklentilerindeki hareketlilik, ağırlıklı olarak ve hatta neredeyse tamamı, ABD ekonomisindeki ivme kaybı teması üzerinden şekilleniyor. Burada sorulacak soru ise, “resesyon” noktasının neresinde olduğumuz. Genellikle resesyona gidilen süreçlerde dikkate alınan indikatörler, nokta atışı yapma konusunda başarısız. Bir takım veri setini elbette ki gözetiyoruz. Örneğin, sadece tahvil faizlerindeki spreadler üzerinden ilerlemiş olunsaydı, son 1 yıldaki resesyona giriş ve çıkış noktaları oldukça fazla olabilirdi. Olmadı.
Gelelim esas konuya. Fed’in neden faiz indirimine gitme tercihinde bulunduğu konusunu ve değişen sıralamayı iyi anlamalı. Enflasyon, öncelikler sıralamasında şimdilerde ve kuvvetle ihtimal bir süre daha alt sıralarda kendisine yer bulacak. Listenin üst kısımlarına ise, istihdam ve büyüme datalarını yerleştireceğiz. Öyle de oluyor. Yine Temmuz ortasından bu yana piyasa işlemcilerinin veriler nezdinde gösterdikleri tepkilere baktığımızda, “kötü veri-kötü piyasa” teması ağır basıyor. Yani, resesyon düşüncesi hoş karşılanmazken, ekonomideki dengelenme ya da adına normalleşme de diyebiliriz, verilerin gücündeki ivme kaybı, hisse senetlerini tarihi zirvelerine yakın tutarken, tahvil piyasasına da kısa vadeliler ağırlıklı olmak üzere, girişlere imkan tanıyor. Bu da resesyon riskine yönelik potansiyel tartışmalara piyasanın şimdiden gösterdiği duruşun okuması niteliğinde.
Global tarafı toparlayalım: Fed’in kaç kez faiz indirimine gideceğini önemsemiyor olmak elbette ki mantıklı bir davranış değil. Öte yandan gerekçelere odaklanmak ise hikayenin detay kısmı. Çeyrek sonlarında paylaşılan makro projeksiyonlar ve faiz patikasına dair düşünceler de yine kritik. Burada bakacağımız ilk kısım, büyümenin nerede görüleceği ve bu esnada işsizlik oranının nereye evrileceğinin düşünüldüğü başlıklar olacak. Unutmayalım ki, büyümeye dair riskleri gözetmek ile resesyon riskini dikkate almak, farklı fiyatlama temaları ve volatilite patikaları anlamına geliyor. Bu esnada, en geç 1 ay içerisinde ABD seçimlerini tahmin etmeye çalışacağımızı ve bunun da USD ile hisse senedi piyasaları üzerinde etkili olacağını unutmayalım.
Benzer konu başlıkları olmasa da temelde yakalayabileceğimiz temalar içerisi için de geçerli. Kısa vade açısından hisse senedi piyasalarını yeniden dinamik hale getirebilecek majör bir başlığımız bulunmuyor. Bu nedenle de işlem hacmi azalırken, sert seanslık hareketler ve daha düşük endeks seviyelerinin testi gerçekleşiyor. Tıpkı geride kalan haftada BIST 100’ün 200 günlük uzun vadeli ortalamasını aşağı yönde kırmaya çalışması ve sonrasında gelen tepki hareketi gibi. Buna da volatilite deniyor. Daha önce de tartışmaya açtığımız üzere, “sadece matematiksel olarak” enflasyon cephesinden açılacak politika faizi yolu, Kasım ve Aralık ayları için Merkez Bankası’na faiz indirimi şansı tanıma potansiyeline sahip. O dönemlerde dışarısı kaynaklı -ABD seçimleri ve büyüme riskleri gibi iki kritik başlık- negatif bir ortam oluşmaz ise bize de bardağın dolu kısmı için katalizör olabilir. Bunun için de Kasım’daki yılın son enflasyon raporu sunumu, iletişim kanallarının çalıştırılmasında büyük bir sorumluluk üstlenecek.