Salı günü, Türkiye’nin doğru işler yapması halinde sıçrama yapabilecek bir potansiyele sahip olduğundan söz ediyordum. ‘Doğru’ işlerin başında adil bir hukuk sisteminin oluşturulması, hızlı çalışan bir yargı sistemi tasarlanması ve kural hakimiyetinin sağlanması geliyor. Hukuk ile ekonomi arasındaki ilişki üç boyutta ele alınabilir: Makroekonomik istikrar, büyüme-kalkınma ve gelir dağılımı.
Mesela istikrar açısından enflasyona bakalım. Eylül 2021’de başlayan politika faizini düşürme sürecinde enflasyon tam anlamıyla patladı. Su götürmez bir gerçek bu; evet, pandemide kopan değer zincirleri ve arkasından gelen Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle gelişmiş ülkelerde de enflasyon yükseldi. Ama oralarda yükseldiği düzey topu topu yüzde 8-10 civarı. Üstelik, şu sıralar o ülkelerde tekrar yüzde 2’ye inmek üzere enflasyon. Oysa bizde bir ara TÜİK enflasyonu yüzde 86’ya İTO endeksi ile ölçülen enflasyon ise yüzde 109’a sıçradı. Şimdi TÜİK yüzde 67, İTO ise yüzde 77 olarak hesaplıyor enflasyonu. Enflasyonu bizim yarattığımız açık.
Enflasyon bir bela. Özellikle de sabit gelirli açısından. Gelir dağılımını bozuyor. Mesela, yılın başında yükselen asgari ücreti birkaç ayda açlık sınırının altına indiriyor. Grafikte, Ocak 2021 – Haziran 2024 dönemi için asgari ücretin ve açlık sınırının hareketleri yer alıyor. Açlık sınırının yeşil renkli kısmı Mart-Haziran 2024 için. TÜRK-İŞ’in açıkladığı son açlık sınırı verisi Şubat 2024’e ait. Mart-Haziran için – ‘muhafazakâr’ bir şekilde- açlık sınırının Merkez Bankası’nın aylık yüzde 3 enflasyon tahminine uygun hareket edeceğini varsaydım. Açık ki durum iç açıcı değil asgari ücretli ve onun altında maaş alan çoğu emekli için. Ne 2021-2023 döneminde ne de şimdi.
Hukuk sisteminin en azından iki nedenle yakından ilgisi var bu durumla. Birincisi, Merkez Bankası Başkanı her istenildiği anda görevden alınabilir hale geldi. Bu, iktisat yazınında belirtildiği üzere bizim Merkez Bankası’nın politik açıdan bağımsız olmadığı anlamına geliyor. Merkez Bankası’nın, enflasyonun patlamasına yol açan faiz indirim kararları, bir gecede Merkez Bankası Başkanının değiştirilmesiyle mümkün oldu. Mart 2021’de atama gerçekleşti. Altı ay sonra Merkez Bankası, Eylül 2021’de gerçekleşen enflasyon yüzde 19 iken, yani hedefin 14 puan üzerindeyken, peşi sıra faiz indirmeye başladı. Oysa, 2001 krizinden alınan dersle değiştirilen Merkez Bankası yasasında Başkan’ın görevden alınması son derece zorlaştırılmıştı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçildiğinde, bir kararname değişikliği ile bu yasa maddesinin hükmettiğinin aksine uygulamaların yolu açıldı. İkincisi, ifade özgürlüğü ve sendikalaşma, çalışanların milli gelirden daha fazla pay alabilmeleri ve enflasyona karşı kendilerini ezdirmemeleri açısından çok önemli. Pazarlık güçlerini yükseltiyor çünkü. Oysa Türkiye’de sendikalaşma oranı çok düşük; resmi verilere göre yüzde 14’ler düzeyinde. İfade özgürlüğü açısından ülkeleri karşılaştıran endekslerde ise durum vahim.
Adil ve hızlı çalışan bir yargı sistemi, kural hakimiyeti ve mülkiyet hakları yatırımlar ve dolayısıyla büyüme ile kalkınma açılarından da çok önemli. Hem doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının hem de yurtiçine yapılacak yatırımların düzeylerini yakından etkiliyor. Sadece ne miktarda yatırım yapıldığını değil hangi alanlara yatırım yapıldığını da. Bol ve ucuz finansman bulunması ile de yakından ilgili. Yeşil dönüşüm sürecinde yüklü miktarda yatırım yapması gerekiyor ülkelerin, elbette Türkiye’nin de. Dönüşüm sürecini bir fırsata çevirmek mümkün o yatırım hamlesiyle. Hukuk sistemine bu çerçevede de bakmakta yarar var.