EKONOMİ gazetesinin gelenekselleşme yolunda ilerleyen “Dönüşün Liderlik” toplantılarının 2024’deki teması, “Makronun baskısında mikroyu yönetme” konusuna odaklandı.
Toplantıda yapılan değerlendirmelerin özeti 7 Ekim ’24 günü yayımlanan EKONOMİ gazetesinde yer aldı.
Bizim bakış açımıza göre “toplantının verimini” belirleyen aşağıda paylaşılan özellikler odağından bakarak sorgulanırsa yaratılmak istenen sonuca daha yakın durulur:
1- Toplantıyı örgütleyen Handan Sema Ceylan ile Didem Eryar Ünlü’nün önceki toplantıların eksik ve boşluklarını azaltan özenlerini anımsamalıyız. Toplantıda yapılacak değerlendirmelerin “merkez düşüncesini” belirlemek için “başlangıç noktasına hassas bağlılık ilkesine” sadakatlerini korudular. Yapılacak toplantının “yasak savma ciddiyetsizliğinin” tuzaklarına düşmemesi için erişebildikleri herkese “merkez düşüncenin” ne olması gerektiğini sordular. Çoğunluğun önerisi “makro iktisadi fetişin” aşılması için “makronun baskısında mikroyu yönetme” temasının işlenmesi konusunda odaklandı.
Toplantının “merkez düşüncesi” belirlendikten sonra, değerlendirme yapacak olanlara sıra geldiğinde, “kim olduklarına değil, ne yaptıklarını” dikkate alan bir seçim yapıldı. Servet ve statü gücü yerine uzmanlık bilgisini öne çıkararak, neye değer verilmesi gerektiği konuları kapsamlı biçimde değerlendirildi.
2- Toplantının merkez düşüncesi netleşince, program içeriğinin sınırları da çizilmiş oldu. Maddi ve kültürel zenginlik üreterek yaşamı kolaylaştırma, kamu sorumluluğu taşıyan gazeteciliğin şaşmaz ilkesidir. Bu amacı karar vermenin odağında diri tutan organizatörler, moderatörler ve konuşmacılara gündemden sapmama konusunda çerçeve sundular. Çok fazla konu değerlendirildiği halde gündemden sapma ihmal edilebilir ölçeklerde kaldı. Ayrıca “zamana uyma” konusunda önceki toplantılardan daha verimli bir sonuç elde edildi. Zamanın ruhunu belirleyen jeo-stratejik, Jeo-ekonomik ve jeo-kültürel etkilerin analizinden, uluslararası ticareti belirleyen hükümet kararlarına, işgücü üretkenliğine, nüfus hareketlerine, kültürel etkilere ve teknolojinin belirleyici rolüne uzaman geniş kapsamlı durum değerlendirmesi akışları ciddi bir sapma göstermedi.
3- Toplantının asıl önemli yanı, makro iktisadi fetişin, üretim ve bölüşüm konularını tutsak aldığı bir ortamda yapılmasıydı. Bu ortam sahada ayrıntı gözleme, işyerleri ve sektörler özelinde çözüm üretilmesi gereken konular hakkında “farkındalık yaratma” konularının göz ardı edilmesi eğilimini güçlendiriyordu. Sapanca toplantısının, makro iktisadi sorunlar kadar, işyeri ölçeğindeki sorunların da önemli olduğu konusunda güçlü bir çağrı yapması ürettiği değerin özünü oluşturdu. Yapılan değerlendirmeler kanıtladı ki, makro iktisadi dengeler kurulsa da, işyerleri ve sektörler ölçeğinde “doğru tepki bilincine” erişilmezse, yanlış alan seçimi, yanlış yer seçimi, yanlış ölçeklendirme ve verimsiz işyerleri kaçınılmaz. Ülkemizde üretken ve verimli olmayan işyerlerinin ehlileştirilmiş tasfiyesinin tartışıldığı bir dönemde, Sapanca’da işlenen konular değer ürettikleri kadar, anlam da üretiyordu.
4- Sapanca’daki “Dönüşen Liderlik” toplantısının “efradını cami, ağyarını mani” olduğunu söylersek abartılı bir değerlendirme yapmış oluruz. Hata kültürü oluşmamış, olgunlaşmamış ve çoğaltılmamış olanlar yüzleşme özgüveni de yoktur. Kanıta dayalı değerlendirme kültürü olmayan yerlerde “Övgüye kabız, sövgüye amel” tavrı yaygındır. Nasıl ki, “Marifet iltifata tabi” olduğunu da unutmamak gerekiyorsa, gerekçeli eleştiri de tutarlı bir gelişme yaratmak için gereklidir. Bu bakış açısıyla toplantının anatomisinden söz edeceksek, sadece iyi yönlerini anlatmak yetmez; eksiklerini de sorgulamamız gerekir.
Toplantıyı başından sonuna ilgiyle izleyen, zaman zaman notlar da alanlara ayaküstü görüşmelerde gözlemledikleri eksiklikleri de sorduk. Öne çıkan eksiklik, toplantının “anlatanlar” ve “dinleyenler” olmak üzere iki aktörü olduğunu, anlatanların etken, dinleyenlerin edilgen kaldığıydı. Edilgen olanların toplantının ürettiği değerlerden yararlanma verimini artırmak için metot değiştirerek daha paylaşımcı, katılımcı ve içselleştirmeyi derinleştiren yapıya dönüştürülmesinin gereği üzerinde durdu.
6- Toplantının temel amaçlarına erişmesi açısından bir başka eksikliği üzerinde daha duruldu: Kamu yararı üzerine kurulu bu gibi toplantılardan sonra, işlenen fikirlerin özünü yansıtan bir “sonuç bildirisi” hazırlanmamış olmasının önemli bir eksiklik olduğu belirtildi. Sonuç bildirisinin hem katılımcılara hem de iletilmesinden yarar görülen aktörlere sunulan belgi ve toplantı hafızası oluşturmanın da gerek şartı olduğu vurgulandı. Sapanca’da yapılan son toplantıda, “makro iktisadi fetişi” aşarak, “makro ve mikro arasında dengeyi gözeten” “ölçeklendirilmiş etkileşimi” sağlamak için sonuç bildirisi temel bileşenlerden biri olduğu saptamasını dikkate almak gerekir.
Sonuç olarak toplantılar “dostlar alışverişte görsün” anlayışıyla yapılmıyor. Bir kamu alanı olarak görülüyor; toplumun öncelikli sorunlarının ve sorunlara ilişkin çözüm önerilerinin katılımcı, paylaşımcı, çok-ortaklı, çok-kültürlü iletişim-etkileşimi geliştirsin diye düzenleniyor.
Toplantıya katılanların, “kapsam, içerik ve sunuş metotları” konusunda eleştirel bir yaklaşımla değerlendirmelerini bir sonraki toplantılarda göz önünde tutmak gerekir. Ülkemizde siyasetten ekonomiye her alanda “bayrak gösterme toplantıları” aşamasını hızla geride bırakmalıyız. Toplantıları organize ederken, toplantı sonrasının “etki alanı analizleri” de yapılmalı; hata yapmayı göze alarak, ama aynı hataları tekrarlamama özeni göstererek ilerlemeliyiz.
Büyük güç içerde yaratılır. Kendi yaptığımız işi alabildiğine sorgulamıyorsak, başkalarının işiyle ilgili değerlendirme hakkımızı yitiririz!