“Bir sevgi ve şefkat ürpermesi!”

7 Aralık’ta (yani yarın; ama günümüzden tam 63 yıl önce “kitlelerin ilk romancısı” Reşat Nuri Güntekin aramızdan ayrıldı… Sık sık anımsadığım, zaman zaman kitaplarını yeniden yeniden okuduğum Reşat Nuri’yi geçtiğimiz sene, “Arkadaşım Selim” kitabını hazırlarken bu kez Selim İleri ile konuşmuştum… Şöyle demişti Selim: “Derken ‘Kirazlar’ hikâyesi çıkageliyor, Reşat Nuri’nin, ilkokul okuma kitabımızda, belleğim yanıltmıyorsa üçüncü sınıf. Zehra için kahroluyorum! Bu hikâyeyi, Zehra’nın kaderini artık ömür boyu kederle yanı başımda hissedeceğim.

‘Kirazlar’ın anlattığı’ydı önceleri içime işleyen. Fakat sonra sonra, başka acı şeylerin bu denli içime işlemediğini fark edecektim. Neydi Reşat Nuri’nin gizi? Galiba anlatışı, kurgusu, madalyonun öteki yüzünü birden bire gösterişi.”

Nasıl yüreğim titreyerek okumuştum ben de “Kirazlar”ı. Anımsadıkça hâlâ nasıl gözlerim dolar! Hikâyenin başında anlatılandan çok farklı olanın, gerçeklerin suratımıza çarpıldığı finalde yaşlı karı kocanın anlattıkları, öykünün son cümleleri neredeyse ezberimdedir:

“Bu kirazlardan bir tanesini yemek istemeyiz. Zehracık, onlardan bir taneciği için ağlayıp ölmüştü. Kirazlar olduğu vakit onları arabalara doldurur, mezarlığa götürürüz. Zehracığın ruhu için onları para ile kiraz alamayan fukara çocuklarına sepet sepet üleştiririz.”
Edebiyat, hayatıma girdikçe, yaşım büyüdükçe ünlü romanı Çalıkuşu Feride’yi de okumuş, hikâyesini öğrenmiştim:

Sene 1922. Dönemin tanınmış gazetesinde Feride’nin günlüğünü okuyucular büyük bir heyecanla izliyor. Hatta tefrikanın daha sonraki bölümlerini öğrenebilmek için gazete idarehanesine gelenler bile var. Bu ilgi yıllarca eksilmeyecek ve Reşat Nuri eserlerinin yayıncısı İnkılâp Kitabevi’nin 1980’lere kadar yetkilisi olan Orhan Şenkağan, bana şöyle diyecekti:
“Çalıkuşu, 33 yılda 160 bine yakın sattı!”

O yıllar için ne büyük rakam…

Çalıkuşu’nun muharriri Reşat Nuri Bey, 1917 yılında Diken dergisinde yayınlanan ilk öyküsü “Eski Ahbap”tan tam beş yıl sonra, herkes tarafından bilinen ve okunan bir yazar olacaktır Çalıkuşu sayesinde.

Dudağının kenarındaki “efkâr simgesi” sigaralarıyla tanınan, edebiyatımızda kitleleri etkileyen ilk büyük romancı olarak bilinen Reşat Nuri Bey, 1889 doğumludur. Benim de okulum olan Vefa’da ve Erenköy liselerindeki müdürlük görevinden ayrılmış, kentteki diğer okullarda sürdürmektedir görevini. Aynı zamanda da Türkçe, edebiyat, felsefe, pedagoji, Fransızca derslerinde de öğretmenlik yapıyordur. Daha sonra, Milli Eğitim müfettişliği yapacaktır, ki bu sene hazırladığım “Mahallem İstanbul” kitabında Adnan Özyalçıner’in öğrenciyken onunla bir müfettişlik anısı vardır… Yıllar içinde milletvekili, kültür ataşesi, Unesco Türkiye temsilcisi görevlerini de üstlenecektir Reşat Nuri Bey…

Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişliği sırasında, uzun yıllar boyu Anadolu'da yaptığı gezilerin sağladığı gözlemlerini anlattığı “Anadolu Notları”nı lise yıllarımda nasıl dikkatle ve etkilenerek okuduğumu, İstanbul’da doğmuş biri olarak bilmediğim, tanımadığım Anadolu’yu öğrenmeye çalıştığımı anımsıyorum…

Eşi Hadiye Güntekin de öğrencilerinden birisiydi. Hadiye Hanım onu tanımadan Çalıkuşu’nu okumuş ve sevmişti. Yıllar sonraki bir konuşmasında şöyle diyordu:
“Dağ eteklerindeki insanlar gibi dağdan uzaklaştıkça onun yüceliğini daha iyi görüyorum, hissediyorum.”

Reşat Nuri, aynı zamanda duygusal ilişkileri, umutsuz aşkları, yalnızlıkları tek tek bireylerde büyük bir başarıyla yansıtmış bir yazardı. 1917’de başlayan edebiyat serüveni, 19 roman, 7 öykü kitabı, 22 oyun, 2 gezi, deneme ve eleştiri kitabı ile 1956 yılında sonuçlanırken ölüm döşeğinde bile eşine “Gece son piyesimin tiyatroda oynandığını ve büyük alkış aldığını gördüm” diyecekti.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyişiyle “Türkçenin ortasında geniş bir sevgi ve şefkat ürpermesi olan” Reşat Nuri Güntekin; halka, kitlelere yönelik bir edebiyat akımının temsilcisi olarak bugün de okunuyor… Nice yıllarca da okunacak, diye düşünüyorum…

Tüm yazılarını göster