Bir riskten bir başka riske doğru

Son üç yılda üç riskli dönem yaşamıştık. Zira sadece bizim dünyaya bakışımız değil, dünyanın bize bakış da değişmişti. En önemli sektörlerimizden olan savunma sektörü; S-400 alımlarıyla F-35’lerin askıya alınmasından, milli olanaklarla yapacağımız savaş gemisine kadar uzanan zincirleme olumsuzlar yaratarak, bir örnek zorluğu işaret etmişti. Riskleri en kolay ölçebildiğimiz gösterge, her zaman “kredi temerrüt faizi” olmuştur. Kredi temerrüt faizimiz, 5 yıllık CDS primimiz şeklinde kabul edilir. Bu kez CDS’in yolunu izleyerek, risklerimizdeki sert artışları, kontrol dışı zıplamaları bulmaya çalışalım.

I. Riskli dönem 14 Ağustos 2018

ABD-Türkiye ilişkilerinde tarihinin en gergin günlerinin geçmesine neden olan ve iki ülkeyi karşılıklı yaptırımlar uygulama noktasına getiren Andrew Brunson krizi, 2018 yılında yaşanmıştı. ABD Başkanı Donald Trump, Türkiye'ye yönelik ilave çelik ve alüminyum vergisi kararı almıştı. Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Forumu, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurallarına aykırı olduğunun altını çizse de, sonuçta değişiklik yaşanmamıştı. Bu durumda da, TL’ye yönelik olumsuz beklentiler artmıştı. Böylece, CDS grafiğinde de ilk sıçrama elde edildi. Birkaç hafta gibi kısa bir sürede 350 baz puan sıçrayan CDS’lerimiz, tam bir yukarı vuruş hareketliliğine dönüştü. CDS’in 5 günlük hareketli ortalaması, 50 günlük ortalamasından kopup gitmesine rağmen, 22 günlüğün üzerinde de kararlı bir dalgalanma ortaya koyuldu. Bunun anlamı; haftalık, kısa vadeli ve orta vadeli risklerimiz 2018 yılı bitene kadar yüksek tansiyonlu olmayı sürdürecekti. Öyle de oldu.

II. Riskli dönem 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri

AK Parti'nin İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Mersin'de kaybetmiş olması, ilk günlerde Türk lirasında şok etkisinde bir değer kaybı yarattı. Büyük resim değişmemiş gibi görünse de, algılara sirayet eden endişe gizlenemedi. Türkiye'nin serbest piyasa ilkelerine bağlılığı sorgulanmaya başladı. Bir taraftan, seçim sonrası ekonomide reform beklentileri öne çıkıyordu. Diğer taraftan, Türkiye yatırım fazlası vermeden, doğal kaynağa sahip olmadan ve ithalata dayanan büyümeler ortaya koymadan; reform paketlerinin yatırımcı nezdinde karşılık bulması da mümkün değildi. Yüksek riskli ortam bu kez orta vadeli algı kaybını 1 ay uzatmıştı. Bu kez CDS düzeyimiz 500 seviyesinden geri gelebilmek için, ağustosu beklemek zorunda kalacaktı. 2018’de 600 düzeyini delip geçen CDS zıplaması, görece sınırlı kalsa da, türbülans 4 ay sürmüştü. Yerel seçimler sonrasında OECD bile endişeliydi. 2018 deki şokun ardından alınan teşvik kararları, resesyonu engelleyebilmişti. Buna rağmen 31 Mart 2019 sonrasının Türkiye’sine ilişkin belirsizlikler devam ediyordu. Yatırım ve tüketici güveninde duyarlılık artmıştı. Türkiye’nin mali politikalarında daha fazla şeffaflık isteniyordu.

III. Riskli dönem 10 Şubat 2020 COVID-19

Tüm insanlık şimdi de; kolay bulaşabilen, yüksek ölüm oranları bulunan, küresel bir pandemiyle karşı karşıydı. COVID-19 o kadar farklı bir yapıdaydı ki, Dünya Sağlık Örgütü pandemi ilanında hem geç kalmış, hem de korunma yöntemlerinde kararsız davranmıştı. İlk başta maske gibi basit önlemleri gereksiz görmüştü. Ayrıca hidroksiklorokinin gibi ilaçlarda da kafa karışıklığı yaşamıştı. Gelişmiş ülkelerde de aksayan üretim, hizmet, tüketim, yatırım faaliyetleri vardı. Oysa Türkiye’den farklı olarak, bu ülkelerde CDS primleri çok fazla artmamıştı. Türkiye’ye bakarsak Mart ile Temmuz arasındaki 4 ayda bu yaşadığımızı risk şoku, CDS’lerimizi 650’lere kadar tırmandırmıştı.

Peki, neden üç yılda üç riskli dönem yaşadık? İlki güven erozyonlarına maruz kaldık. 27 Aralık’ta 2019 yılını kapatırken, bankalardaki döviz mevduatı 220 milyar dolardı. Son veriler, 17 Temmuz itibarı ile 228 milyar ABD Doları yani, 8 milyar ABD Doları artışı ifade ediyor. Yatırım yeteneği zayıf olan Türk insanının ABD Doları tercihi sürüyor. İkincisi değer üretemiyoruz. Geçen yıllar içinde fakirleşmeye devam ettik. 2013’de 950 milyar ABD Doları olan GSYH’miz adım adım eridi. 2017’de 851 milyar ABD Doları, 2018’de 784 milyar ABD Doları, 2019’da 754 milyar ABD Doları olduk. Üçüncüsü toplam bankacılık sektörünün açık pozisyonunda artış yaşandı. Dördüncüsü hem liberal ülkeyiz diyoruz, hem de liberal olmanın gereklerini yerine getirmiyoruz. Liberal ekonomilerin öne çıkan temel ölçütleri; şeffaflık, denetlenebilirlik, liyakat, adalet ve tutarlılık olarak herkesçe kabul edilir. Çünkü serbest ekonomik sistem, uluslararası saygınlık ister. Bunu sağlamış olmak da, yabancı yatırımcıyı mıknatıs gibi o ülkeye çeker. Turizm, ihracat, katma değerli üretim, sıcak ya da soğuk yabancı para girişi de Türkiye’ye uğramayınca; döviz sıkıntısı kaçınılmaz olarak kapımızı çalar. FED’in politika faizi %0.25. Yani dışarıda para kolay bulunuyor. Bu %0.25’in üstüne bizim 585 günlük (%3.86) 386 ortalama CDS’miz, yani risk primimiz eklendiğinde, %4.11 gibi fahiş bir faiz maliyetiyle dış borcumuzu çeviririz. Endişemiz risk çanlarının 2020’nin son çeyreğinde çalmasıdır. Kışa girdiğimiz günlerde etkili bir aşı henüz bulunmamışsa, o zaman yedi yıl önce 950 milyar ABD Doları olan milli gelirimiz, (bu günlerde çokça dile getirilen) 650 milyar ABD Doları dahi görebilir. Kişi başı milli gelir de, 7 bin 822 ABD Doları olur. 4,5 milyon Suriyeli sığınmacıları da dikkate almış kişi başı milli gelirimiz de 7 bin 420 ABD Doları olur. Bu denizde yine bu fırtına, öyleyse al pırtını sırtına.

Tüm yazılarını göster