Türkiye ekonomisinde, 1990’lı yıllarda ağırlıklı olarak bütçe açığının oluşturduğu büyüme dinamiği, 2000’li yıllarla birlikte yerini cari açığa bıraktı. GSYH büyümesi ile cari işlemler dengesi arasındaki ters yönlü ilişki daha da belirginleşti. 2001 krizi sonrasında yurtiçi tasarruf oranlarının düşmesiyle, büyüme, ağırlıkla dış tasarruflarla (kısa vadeli dış kaynak) finanse edilmeye başlandı. Dışa açık sanayinin ithalata bağımlı ve düşük katma değerli üretim yapısından dolayı negatif dış denge üzerinden oluşan cari açık ve açığın kısa vadeli sermaye girişleriyle finanse edilmesi kırılganlıkları artırdı; ekonominin şoklara direncini düşürdü.
Diğer yandan özellikle bazı yıllarda potansiyelin üzerinde büyüme sağlamak için desteklenen iç talep ve ithal girdilerle oluşan maliyet enflasyonu da fiyat istikrarının bozulmasına neden oldu. Nihayetinde de 2001 ve 2009 gibi iç talebin ve ithalatın daraldığı kriz yılları hariç, cari açık verilmeden büyümenin sağlanamadığı bir sürece girildi. Nitekim, 2009 krizi sonrası görece olağan sayılabilecek yıllarda GSYH’da her bir puanlık büyüme için 7-8 milyar dolar arasında cari açık faturası ortaya çıktı. Bir puanlık büyümenin cari açık karşılığı 2016 yılında 8,1, 2017’de 5,4, 2018’de 7,3 ve 2019 yılında da 7,4 milyar doları buldu. Bir puanlık büyüme karşılığı cari açık 2000-2005 yılları arasında 1,5-2 milyar dolar seviyesindeydi. Özetle Türkiye ekonomisi, artık dış borç yaratmadan büyüyemiyor; kapsayıcı olmaktan uzak büyüme ise kalkınmaya dönüşemiyor. Artan dış kaynak ihtiyacı bir yandan da yüksek faiz-düşük kur politikasını dayatıyor. Kurlarda yaşanan hızlı yükseliş ise ancak faiz artışıyla dizginlenebiliyor.
Büyüme, uzun yıllar ortalamasının altına geldi
Borç-kur-faiz-enflasyon sarmalı son yıllarda Türkiye’nin büyüme oranını da uzun dönem ortalamalarının altına çekti. 2000 öncesinde yüzde 4,5 olan uzun dönemli ortalama yıllık büyüme oranı, yüzde 6’nın üzerine çıktıktan sonra, 2010-2020 arasında yüzde 5,2’ye, son 5 yılda ise yüzde 3,3’e geriledi.