(Savaş ve sonrası için gerekecek ‘liderlik vasıfl arı’ konusuna eğilmek istediğim bu yazıya bir parantez açarak başlıyorum. Yazımı pazar günü bitirmiştim ama yazı işlerinden aşağıdaki iletiyi aldım: “2 Mart’ta yayımlayacağımız, yani salıdan çarşambaya yapacağımız sayımız, gazetemizin 42’nci kuruluş günü sayısı olacak. Yani, 2 Mart Çarşamba gününden itibaren 42’nci yaşına girecek gazetemiz. Sizlere kuruluş tarihi hatırlatması yapmak istedik, o günkü yazınızda, DÜNYA ile ilgili yazmak isteyebilirsiniz diye düşündük.” DÜNYA gazetesinin geçmişindeki rolümü düşününce gazetenizin 42. yaşına bastığı günü hiç bir şey söylemeden geçmeye gönlüm razı olmadı. Parantez onunla ilgili.
Gazetenizdeki haftalık yazılarıma 19 Ocak 2011 tarihinde başladım ama gazete ile tanışıklığım bu kadar yeni değil. Falih Rıfk ı Atay’ın 1952 yılında kurduğu Atay’ın 1971’de vefatından sonra Bedii Faik’in yönettiği gazeteyi İhsan Altınel Holding 1976’da satın aldı. DÜNYA, önce Beyhan Cenkçi sonra Mete Akyol yönetiminde yeniden yayınlanmaya başladı. 1980 yılında Hürriyet Holding’e satılan DÜNYA, 1981’de Nezih Demirkent tarafından satın alındı ve ‘günlük ekonomi’ gazetesi olarak yayın hayatına yeni bir biçimde onun yönetiminde başladı. Gazete, 2001 yılında Nezih Demirkent’in vefatından sonra kızı Didem Demirkent tarafından yönetildi. Dünya’nın yönetimi 2019 yılında Hakan Güldağ’a devredildi. DÜNYA, 11 yıl Genel Yayın Yönetmenliği’ni de yapan Hakan Güldağ yönetiminde Türkiye’nin ilk ve tek ekonomik gazetesi olarak yayın hayatına devam ediyor.
Gazetenin kaderinin değiştiği 80’li yıllarda ben de akademik kariyerden işletme yöneticiliğine geçmeye karar vermiştim. Acemilik dönemim sayılabilecek bir yaş ve sıfır deneyim ile Altınel Holding’in sahibi tarafından DÜNYA Gazetesi’nin başına yönetim kurulu başkanı olarak atandım. Görevim, Holding’e büyük bir mali külfet oluşturan gazeteyi Hürriyet’e satmadan önce tasfiye etmekti. Rahmetli Nezih Demirkent o sıralar Hürriyet Gazetesi’nin başındaydı. Gazete mürekkebi kokusu almış herkes Nezih Abi’nin Bab-ı Ali için ne demek olduğunu bilir. Nezih abi bu işi bilen adamdı. Sayın Demirkent yerine abi demem ben yetmiş yaşını geçtiğime göre fantazi sayılabilir ama Nezih Abi baba dostumdu. Babam beni Nezih Abi ile tanıştırdığında on yaşındaydım, tanıştığımız yer İstanbul Mithatpaşa Stadyumu’ndaki üç altın, iki gümüş ve iki bronz madalya kazandığımız 1957 dünya güreş şampiyonasıydı. Şampiyonadan yirmi-üç yıl sonra Nezih Abi ile ikinci kez karşılaştık. Satış görüşmelerinde ben DÜNYA’nın sahibi Altınel Holding’i, Nezih Abi Hürriyet Gazetesi’ni temsil ediyorduk. DÜNYA Gazetesi’nin satış protokolünde ikimizin imzaları vardır. Nereden nereye. Nice yıllara.)
Dostlar Allah size de bana da kolaylık versin. Size kolaylık versin çünkü şu sıralar işletmeci olmak zor. İşletmecilerden sorumlu olmak, yani işletme yöneticisi olarak liderlik etmek daha da zor. Mutlaka ülkemizin ve içinde bulunduğumuz dünyanın çalkantıları karşısında iyi yönetici nasıl olunur düşünüyorsunuzdur. Ben de düşünüyorum
Düşünüyorum ama fazla bir fikrim yok. Bu nedenle Allah benim gibilere de kolaylık versin çünkü ben bu konularda ahkâm kesmekle yükümlüyüm. Konuyu yukarıda yazdığım gibi ortaya koyup hiç bir fikrim yok desem, kibarlığınızdan yapmazsınız ama arkamdan söylenecekleri tahmin edebiliyorum. Diğer taraftan bu konulara değinmeden yaşanan hengameyi görmemezlikten gelerek işletmecilik sohbeti başlıklı yazılar yazmak ve bunları okutmak daha da zor.
Şimdi Rusya’nın Ukrayna'nın askerden ve Nazizm'den arındırılması için! yaptığı ‘askeri operasyon!’ sayesinde bir de deklare edilmemiş savaş var. Yaklaşık altı bin yıllık sayılan insanlık tarihi boyunca on-beş bine yakın savaş yapılmış. Göbeklitepe’yi görmediniz ise bir Urfa’ya uzanın, sabah kahvaltısını kaldırımda taburelere oturup ciğer kebap, ekmek, soğan ve biberle yapın sonra Göbeklitepe’ye bir gidin ve görün. On on-iki bin yıllık eserleri gözlerinizle görünce insanlık tarihinin altı binden eski, gerçek savaş sayısının da söylenenin iki misli olduğuna hemen ikna olursunuz. Bu kadar fazla sayıda savaşmış ülke ve sayısız silahlı çatışma ortadayken ‘harp’ nedirin bir tanımı olmaması ilginçtir. Söz gelimi, altı-yüz küsur senelik ömründe isyanlar ve ufak tefek muharebeler hariç 105’i zafer, 33’ü yenilgi, 13’ü sonuçsuz kalmış olmak üzere yüz-elli-bir büyük savaş yaptığı söylenen Osmanlı’nın bir savaş tanımı yoktur. Savaş gazâ, kıtâl, cihad gibi kelimelerle ifade edilirken harbin karşılığı olan cihâd, İslâm’a davet ve bu daveti kabul etmeyenlerle savaş diye tanımlanmıştır. Bu tanım herhalde Birleşmiş Milletler nezdinde geçerli bir tanım sayılmaz. Savaş nedenleri konusunda literatüre katkımız da oldukça subjektif. Neyin savaş olduğu açıkça tanımlanmamış olsa da, Osmanlı’da savaşın gerekçeleri de kendine uygun şekilde açıklanmıştır.
Savaş Allah’ın kelâmını ve dinini yüceltmek, inancın sapık inançlardan ve mezheplerden korunması, düşmanın İslâm toprağını istila etmesi veya tahammül edilemez bir şekilde hareket etmesi, gayr-i müslim bir ülkede azınlık halinde bulunan müslümanların yardım istemeleri, münafıkların, dinden dönenlerin, İslâm’ın kesin emirlerini inkâr edenlerin, isyan edenlerin ve anlaşmaları bozanların cezalandırma gayesi ile yapılırsa meşrû’ sayılmıştır. Sizin anlayacağınız İslama göre orduya hükmedenler ne derlerse savaş sebebi odur. İslam açısından savaş açacaksanız savaş nedeni için fazla ince eleyip sık dokumanıza gerek yok. Zaten artık savaşlara savaş da denmiyor. Ya harekât, müdahale, operasyon gibi sıfatlar kullanılıyor ya da ‘Demokrasinin Korunması’; ‘Sonsuz Ulaşım’ gibi yaldızlı bir takım isimler takılıyor. Ukrayna’nın Nazizmden kurtarılmasının! Kurtarıcı rolündeki Rusya’ya bir maliyeti olacak. Bu maliyet kısa dönemde savaşın finansman maliyeti ile bu kurtarma operasyonuna pek kani olmamış, hatta karşı olan ülkelerin tepkileri sonucu oluşacak daha uzun vadeli müeyyidelerin toplamından oluşacak. Kurtarılacak olan
Ukrayna’ya maliyeti kurtarılsa da kurtarılmasa da kısa dönemde çok yüksek olacak. Bu savaşın bedelini Ukrayna’nın komşuları da ödeyecek. Şu anda yüzbinlerce göçmen komşu ülkelere ya gittiler ya da sınırlarda bekliyorlar. Bu insanlara bakımın bir maliyeti olacak. Askeri, siyasi ve özellikle ticaret anlaşmaları etkilenecek, bazıları yeniden ele alınacak, bazıları iptal olacak. Can derdine düşenler mal derdini ikinci plana atacaklar. Sizin anlayacağınız savaş, onun sonucu yaşadığımız bir diğer insanlık dramı ve bunun sonucu oluşacak ekonomik sıkıntılarla karşı karşıyayız. Bu şartlar altında işletme yöneticilerinin liderlik vasıflarına sahip olmaları daha da önem kazanacak.
NOT: Planlama başlıklı yazımla ilgili soyadını vermeyen Yasemin isimli bir okurumdan şu açıklamayı aldım. Değiştirmeden aynen bilgilerinize sunuyorum: “Hocam merhaba, 23 Şubat tarihinde çıkan Planlama ile ilgili yazınızda Kalkınma Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile birleştirildi demişsiniz. Kalkınma Bakanlığı, makroekonomi takibi, sektörler (yatırımlar) ve bölgesel (kalkınma ajansları) olmak üzere üç temel yapıdan oluşuyordu. Bilim, Sanayi ve Teknoloji ile birleşen bölgesel kısmıydı. Kalan kısımlar ile Maliye Bakanlığı’ndan gelen Bütçe kısmı Strateji ve Bütçe Başkanlığı adı altında birleştirilerek Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı.”