Bir önceki “Türkiye Yüz Yılı”nın son çeyreği (son 22 yılı)

Prof. Dr. Nurettin Bilici

2002 yılında iktidara gelen AK Parti işe Değerli TL Politikası ile başlar. Bu şekilde ülkeye döviz çekilir. Döviz getirenler (sıcak) paralarını TL’ye çevirip yüksek faiz geliri elde ederler. Döviz baskılanır; doların değeri 2002’den 2013’e 1,5 TL’den sadece 1,7 TL’ye yükselir.

AK Parti yönetimi döneminde dış borçlar 120 milyar dolardan 500 milyar dolar civarına çıkarılır. Özelleştirmeden 80 milyar dolar civarında kaynak toplanır. Türkiye sıcak paraya ilave olarak toplanan bu dövizlerle ithal ürün tüketim cennetine dönüşür; dolar cinsinden zenginleşmiş gibi olur: 2002’den 2013’e GSYH 250 milyar dolardan 958 milyar dolara yükselir.

Satılmaktan kurtulan devlet işletmeleri 2016 yılında Türkiye Varlık Fonu AŞ (TVF) şemsiyesi altında toplanır. O tarihte toplam değeri hakkında 200 milyar dolar civarı rakamlar telaffuz edilen devlet işletmeleri ile ilgili her türlü tasarruf yetkisi Cumhurbaşkanı’na geçer. TVF “Sayıştay denetimine ve İhale Kanunu’na tabi değildir” düzenlemesi yapılır. Konu AYM’ye götürülür. AYM “TVF’yi özel denetim şirketleri parayla (milyon dolarlarla) denetliyor. Ve bu denetim raporları TBMM’ye Bütçe Komisyonuna geliyor. Sayıştayın denetlememesi Anayasa’ya aykırılık oluşturmaz” şeklinde karar verir.

TVF gücü, ilave borçlanma ve ipotek (teminat) kurumu haline getirilir; adeta “Paralel (İkinci) Hazine” gibi kullanılır. Yap İşlet Devret uygulamalarında Hazine’den borçlanmada sıkıntı olunca TVF kullanılır. Varlık Fonu olan yapı yavaş yavaş “Yokluk Fonu”na dönüşmeye başlar. TVF’nin (devlet işletmelerinin) şu andaki değeri hakkında bir veriye ulaşamadık.

Sıraya TCMB alınır: bağımsızlık, özerklik gibi evrensel temel prensipler bir kenara itilerek TCMB’nin öz kaynaklarına el uzatılır. 95 yıllık tarihi boyunca hep Kurumlar Vergisi şampiyonu olan TCMB ilk kez zarar eder; 2023 yılı bilançosunda 1 trilyon TL’ye yakın zarar açıklar.

AK Parti dönemi ekonomi politikalarının özü “Ne varsa ne bulursan harca politikaları” şeklinde de ifade edilebilir. Bu politikaların sonuçları aşağıdaki şekilde ortaya çıkar:

- Bankacılık sektörünün, sigorta sektörünün, imalat sanayiinin ağırlıklı kısmı yabancıların kontrolüne geçer. Ekonominin yabancılaşması yurtdışına yapılan kâr transferlerini artırır. 1993-2002 arasında kalan 10 yılda faiz, kâr ve rant olarak yurt dışına yapılan kaynak transferi 55 milyar dolar iken 2003-2012 arasında kalan 10 yılda bu miktar 114 milyar dolara yükselir.[1]

- Rezervler eksi 60 milyar dolara düşer.[2] Cepten yiyerek, borçlanarak döndürülmeye çalışılan dümen dönmez hale gelir. CDS primi yükselir.

- Dolar yükselmeye başlar: 2002’de 1,5 TL olan dolar 2016’da 3’e, 2020’de 7’ye, 2022’de 16,5’a, 2023’te 23,7’ye 2024’te 30’un üstüne çıkar.[3]

- Sanayi sektörünün GSYH içindeki payı ileri götürülemez; %25’de kalır.

- Türkiye GSYH’si 10 yıl öncesine geri gider ve 1 trilyon dolar civarına düşer. Nüfusun artmasına rağmen milli gelirin artmaması kişi başına düşen milli gelir anlamında Türkiye’nin fakirleşmesi anlamına gelir.

-2002 yılında güçlü ekonomiler (dünya ekonomileri) sıralamasında 17. olan Türkiye 20. sıranın da altına düşer.

-Yükselen dövize paralel olarak fiyatlar yükselir; Türkiye dünyanın en yüksek enflasyonlu ülkelerinden biri haline gelir.

Hükümet iki şey yapmak zorunda kalır:

-TL’den dövize kaçışın önü alınamayınca 2021 yılının aralık ayında Kur Korumalı Mevduat (KKM) uygulaması başlatılır. Büyüklüğü 24 Ağustos 2023 tarihi itibarıyla 120 milyar dolara yükselir.

-Sıcak paracılara muhtaç hale düşülür. “faizi artırmama yanlışı”ndan dönülüp, TL’nin faizi sıcak paracıların istediği seviyeye çıkarılır. Bu şekilde dışarıdan Türkiye’ye “TL’ye çevirip para kazanmak amacıyla” döviz gelmeye başlar. İçeride dövize sığınan paralar da TL’ye dönmeye başlar.

Bu uygulamalar AKP’nin yeniden ilk 10 yılında uyguladığı değerli TL Politikasına dönüş anlamına gelmektedir: Parası olanların, sıcak paracıların zenginliklerine zenginlik kattıkları politika.

Yeniden geriye dönüş; aynı zamanda, bozulmuş olan gelir dağılımının daha da bozulacağı, kötüleşmiş olan makro ekonomik dengelerin daha da kötüleşeceği anlamına gelmektedir. 

Kaynaklar:

[1] Dünya gazetesi, 19 Şubat 2013, s. 5.

[2] Oysa kasada en az 6 aylık ithalatı karşılayacak kadar veya 1 yıl içinde vadesi gelecek olan borçları ödeyecek kadar (yani 150-200 milyar dolar civarında) paranın bulunması bir evrensel kabul görmüş ekonomi/maliye kuralıdır.

[3] Kasanın boşalması (Hazine’nin/TCMB’nin dövize sıkışması) Cumhuriyet tarihinde ilk kez yaşanan şöyle bir hadiseye sebep olur: TCMB Kapalıçarşı’ya sandıklar içinde TL getirip karşılığında döviz satın alır: TCMB günlük 5 milyar TL getirip bırakmakta karşılığında 260 milyon dolar alıp götürmektedir. (Nasıl Bir Ekonomi gazetesi, 10.4.2023, manşet haberi, s. 12)

Tüm yazılarını göster