Rüştü Bozkurt
BUZDAĞI
Artan belirsizliklerin “çaresizliğe” dönüşmemesi için nelere dikkat etmemiz gerektiğini değişik yazılarla paylaştık. “Belirsizlikleri” ve “kriz koşullarını” besleyen bileşenlerle ilgili değerlendirme yaptığımız 5 yazının başlıkları şöyleydi:
1- “Tarkan ve iş yeri yönetme iddiasında olanlar”
2- “Hangi tercih ve davranışlar krizleri hızlandırır”
3- “Zamanın ruhu; başımızı kaldırıp yukarıya bakmayı gerektiriyor”
4- “Teknolojide nitelik değişmeleri belirsizliği artırıyor”
5- “Doğru gündem çözüme giden yolu aydınlatır”
Belirsizliğin çaresizliğe dönüşmemesi bağlamından koparmadan “ Yatırım iklimi dediğimizde hangi bileşenler aklımıza gelmeli?” sorusuna yanıt vermeye çalıştık.
Belirsizlik koşullarında iş örgütlenmesinin her alanında eğilimlerin yarattığı fırsatları değerlendirmek ve tehlikeleri en düşük maliyetle savuşturmak için her zaman etkili olduğu denenmiş bir yol var: “Dinamik durum değerlendirmesi.”
Kuram etkili yönetim aracıdır
Dinamik ve etkili durum değerlendirmesi yapabilmemiz iki temel araçla mümkün: Dinamik “iş kuramına” sahip olma ve “kuramsal çerçeveleri pratiğe taşıma.”
Belirsizliklerin artması, kriz koşullarının oluşması ve işyerlerinin zora girmesinin temel nedeni yanlış yönetme değildir. Geçmişte yaşanan krizler incelendiğinde görülecektir ki, doğru şeyler yapıldığı halde yaratılmak istenen sonuçlara giden yoldan sapılmaktadır.
Doğru işler yapıldığı halde beklenen sonuçlara ulaşılamaması çelişkisini yaratan nedir?
Sorunun yanıtını verebilmek için Peter Drucker’in ünlü “İş Kuramı” makalesinde aktardığı bilgilerden yararlanarak örgütlerin neden kuram olmaksızın tam, doğru ve temiz iş yapamayacağını anlamamız ilk adımdır.
İşyerlerinin birikim yeteneğini koruyarak uzun dönemli geleceklerini güven altına almak isteyen yöneticiler, sözü konusu makaleyi okuyarak derinliğine kavramaya çalışmalı.
Yaşam ve geçim örgütlenmesinin her alanında, karar vermenin ve uygulamanın ardında varsayımlardan oluşan zihni modelimiz vardır. Zihni modellerimiz, neleri yapmamız, nelerin yapmamamız gerektiği konusunda bizi yönlendirir. Kısa ya da uzun dönemde yapmayı tasladığımız işlerle ilgili yerleşik varsayımlarımızı sorgulayarak, örgüt için gerekli, değerli ve anlamlı olanın neler olduğunu tanımlamış olmak da atılması gereken diğer adımlardır.
“İflas kadermiş” dememeliyiz
Eskişehir Tepebaşı Belediyesi’nin kent hafızası oluşturma çalışmaları kapsamında yayımladığı Koca Şehrin Ağabeyi Selami Vardar kitabında ETİ’nin kurucusu Firuz Kanatlı, Selami Vardar’ı anlatan yazısında, yaşanan önemli bir krizin aşılmasında kuramsal çerçevenin desteklediği “dinamik durum değerlendirmesi” uygulamasıyla krizin nasıl mucizeye dönüştüğünü çok net bir anlatımla paylaşıyor:
“ETİ 1980 yılında yeni ve büyük bir fabrika yatırımı hazırlığı içindeyken, şirketin toplu sözleşmelerini yenileme vakti de gelmişti. O günlerde Türkiye’de çok ciddi ekonomik ve toplumsal bir krizin içindeydi. Memleket yarınından emin değildi, sol-sağ mücadelesi her gün ölüm haberleri getiriyordu. Gelişmelerden korktuk ve çok hatalı bir kararla şirket sözleşmesinde iki yıl için yüzde 250 zam yaptık. Birkaç hafta sonra da Ordu darbe yaptı ve sözleşmelerde azami zammın yüzde 70 olmasına karar verdi.
En büyük rakibimiz belirlenen azami oranda zam yapma hakkını kullanarak çok büyük bir avantaj elde etti ve bizim inemeyeceğimiz fiyatlarla satış yapmaya başladı. Satışlarımızın takriben yüzde 50’sini kaybettik ve günlük zararımız iki misline çıktı. Bütün gayretlerimiz ve çalışmalarımıza rağmen Genelkurmay’dan yeni sözleşme yapma hakkını alamadık.
ETİ üst yönetimi işi nasıl sürdürebileceğini düşünmeye başladı. Fakat hiçbir yol bulamadı. “İflas kaderimizmiş” noktasına gelinmişti.
Bir gün Selami ağabey geldi, zaten hep bizimleydi; ‘Çocuklar’ dedi, ‘Hiç kimseden fayda yok. Biz bu büyük sorunu kendimiz çözeceğiz. Her gün birkaç saat bir büyük masa etrafında toplanacak, küçük veya büyük güncel sorunları bütün detayları ve uygulama şekilleriyle tartışmaya açarak karar verecek ve uygulamaları devamlı takip edeceğiz…’ O günden itibaren takriben bir yıl boyunca Selami Ağabey’in iştirakiyle hemen her gün toplandık ve bir mucizeyi gerçekleştirdik.”
Aklın sorun çözmek için var olduğunu bilerek, korkularımızı, kaygılarımızı abartmadan, kendimizi telaşın rüzgârına kaptırmadan elimizdeki olanakları sonuna kadar değerlendirirsek, belirsizlikler çaresizliğe dönüşmez, tam tersine mucize yaratabilmenin kapıları açılabilir. Herkesi “umuda” çağırıyorum.
Umuda Çağrı
Öldürmeyin umudu, öldürürsünüz canı
Zihninizden göç eder yaşamın heyecanı
“Yaşam bir gün değildir; o da bugün değildir”
Hiç uğruna harcama damarındaki kanı
Ne iyilik sonlanır, ne kötülükler biter
Kurtuluş yok yalandan o da bizimle gider
Önyargılı insanla yaşamak ise kader
Sabır ve direncimiz, insan eder insanı
İşaret parmağınla suçluyorsan birini
Üç parmağın diyor ki ayarla sen yerini
Kanıta dayandır ki anlattığın dilini
Erdem onurlandırsın vücuttaki canını
Ne iktidar baki, ne iman eden yandaşın
Gücün yitince bir gün ifşa eder sırdaşın
Bilge insan değilse yanındaki yoldaşın
Perişan edecektir kutsal olan vatanı
Gün gelir de kalırsan kendin ile baş başa
Utanmak istemezsen doğru ve düzgün yaşa
Bir güç sevdası için gitme yanlış bir işe
Kendin utanmıyorsan torununa hak tanı
Gülağa sen sen ol da umudunu yitirme
Hakkı ve adaleti zihinlerde bitirme
Gittiğin hiçbir yere kötüyü sen götürme
Bağışlama inancı pazarlarda satanı